OECD ülkeleri arasındaki bir araştırmada temel yeteneklere sahip olmayanların nüfus içindeki oranlarına göre Türkiye’nin durumu %38 olup, Şili’den sonra alttan ikincidir. Mesela bu oran Japonya’dan Singapur’a % 3 ile 20 arasındadır. SSCB sonrası bağımsız olan Baltık cumhuriyetleri dahi %10 civarındadır. Yani eski Sovyet cumhruriyetlerinde 10 kişiden biri okuduğunu anlamama problemine sahipken bizde 10 vatandaşımızdan dördü okuduğunu anlayamıyor!
IQ seviyeleri bakımından Türkiye 89 puan ile 48. sırada. En üstteki Singapur’dan Norveç’e ilk 20 ülke 108-99 bandında. Polonya 97, Kazakistan 92, Romanya 90. Türkiye’nin altındaki Tayland’dan S. Arabistan’a 31 ülkenin puanları 80’lerdedir. En fazla sosyal medyayı kullanan, (anti) sosyal sitelere en fazla zaman ayıran ülkelerin de başında yer almaktayız. Felaketin/körlüğün sebebini açıklamada bu gerçek son derece önemlidir. Bununla beraber eğitim sistemindeki milli olmayan, körleştiren hastalıklar sosyal medyadan önce de vardı. Erol Güngör, Rustow’un şu tespitini nakleder: İlkokul çocuklarınızın gözlerinden zekâ fışkırıyor. Nasıl bir eğitimle bu insanlar geri zekâlılar yığını haline geliyorlar?
*****
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Eğitim, sorun veya imkân olarak her devirde güncelliğini korumuştur. Doğru teşhis, akıllı yönetim, istikrarlı programlar, huzur ve refah kaynağıdır.
Devletlerin gücü ve halkların mutluluğu ile eğitim arasındaki ilişki kesindir. Hangi eğitim diye sorulursa elbette doğru bilgi ve yönteme dayanan, faydalı, gerekli, saadet vesilesi olan eğitimdir. Modern toplumlarda ideoloji batağına saplananların, ilkel olanlarda aşiret reisine güzellemelerle birşeyler koparmaya çalışanların, ırkçılık ve kabilecilik ufkunu aşamayanların tezgâhında, eğitim çağındakilere başka fırsatın olmadığı ortamda, herkes doktora yapsa da sonuçsuzdur. Hatta bu tür eğitim, cehaletten de tehlikelidir. Nice terör liderlerinin üniversite diplomaları vardır.
İlkokokuldan doktoraya eğitim standartlarıyla ilgili birçok kıstaslar bulunmakta, araştırmalar yayınlanmaktadır. Okuduğunu anlama, problem çözme, sayısal-sözel yetenekler kapsamındaki araştırmalarda Türkiye genellikle altlarda yer almaktadır. Uluslararası kurumların çoğu bu üzücü rakamları yayınladıkları halde sorunun ciddiyetle tartışıldığı, çözüm arandığı zemin pek görülmemekte, günü geçiştirmekle meşgul olunmaktadır.
Tatilde kitap ödevi verilmeyceğini müjdeleyen milli eğitim bakanının olduğu bir ülkede, kitap okumak ceza demektir. Devamsızlıktan dolayı kimsenin bırakılamayacağı müjdesini de bir bakandan duyduk. Derslere katılmayan öğrencilerin okul civarında hangi çetelerin tuzağına düştükleri, her emniyet birimi raporlarında vardır. Eğitim aynı zamanda disiplin olup başarılı geleceğe zorluklara katlanarak mutlu adımlar anlamına geldiği halde derse devamın, ödev yapmanın, kitap okumanın ceza olarak sunulması büyük şanssızlıktır.
OECD ülkeleri arasındaki bir araştırmada temel yeteneklere sahip olmayanların nüfus içindeki oranlarına göre Türkiye’nin durumu %38 olup, Şili’den sonra alttan ikincidir. Mesela bu oran Japonya’dan Singapur’a % 3 ile 20 arasındadır. SSCB sonrası bağımsız olan Baltık cumhuriyetleri dahi %10 civarındadır. Yani eski Sovyet cumhuriyetlerinde 10 kişiden biri okuduğunu anlamama problemine sahipken bizde 10 vatandaşımızdan dördü okuduğunu anlayamıyor!
IQ seviyeleri bakımından Türkiye 89 puan ile 48. sırada. En üstteki Singapur’dan Norveç’e ilk 20 ülke 108-99 bandında. Polonya 97, Kazakistan 92, Romanya 90. Türkiye’nin altındaki Tayland’dan S. Arabistan’a 31 ülkenin puanları 80’lerdedir. En fazla sosyal medyayı kullanan, (anti) sosyal sitelere en fazla zaman ayıran ülkelerin de başında yer almaktayız. Felaketin/körlüğün sebebini açıklamada bu gerçek son derece önemlidir. Bununla beraber eğitim sistemindeki milli olmayan, körleştiren hastalıklar sosyal medyadan önce de vardı. Erol Güngör, Rustow’un şu tespitini nakleder: İlkokul çocuklarınızın gözlerinden zekâ fışkırıyor. Nasıl bir eğitimle bu insanlar geri zekâlılar yığını haline geliyorlar?
Ülkemizden çıkan dehaların, mucitlerin hiç de az olmadığını, ilkokul çağından itibaren bilgi olimpiyatı benzeri etkinliklerde şampiyonlarımızın olduğunu biliyoruz. Ancak bu başarıların çoğu yurt dışı veya özel eğitim/araştırma kurumları sayesinde gerçekleşmiştir. Buradaki veriler ise diğer ülkeler için olduğu gibi bütün nüfusu ilgilendirmektedir. Yıllık patent-marka sayısına baktığımızda da zavallılardanız. 2020’de ABD’de 44.293, Almanya’da 25.954, Japonya’da 21.841, Fransa 10.445, Güney Kore 9.106, İsviçre 8.112, Hollanda 6.375, İngiltere 5.715, İtalya 4600 iken Türkiye 594! Yani yakın nüfusa sahip ülkelerin yirmide veya onda biri.
Nüfusa göre üniversite öğrenci sayısı bakımından önde gelenlerden olduğumuz gibi üniversite mezunu işsizler oranı bakımından da şampiyonlardanız. Sadece üniversite kontenjanını artırmak, herkese hatta negatif puan alanlara da üniversite imkânı oluşturmak maharet olsaydı, Türkiye en gelişmişlerden olurdu. Buna karşın nüfusa oranla doktora mezunu sayısı bakımından ülkemiz, oldukça gerilerdedir. Uluslararası kuruluşlarca her yıl üniversitelerin yayınları, bilimsel etkinlikleri, akademik faaliyetleri değerlendirilerek puanlanır. Ülkemiz üniversiteleri her yıl gerilemektedir. İlk 100 veya ilk 500 üniversite arasındakileri bırakalım ilk bindeki sayımız dahi azalmaktadır. Öğretim üyesi başına düşen yayın gibi program, bölüm, fakülte bazında yayınlar, başarıyla tamamlanan tezler ile diğer bilimsel etkinlikler de hesaplanmalı, sorgulanmalıdır. Ders yükü sıfıra yakın, yayın/araştırma sayısı sıfıra yakın, başarıyla tamamladığı lisansüstü danışmanlığı sıfıra yakın öğretim üyesi sayısı hiç de az olmayan bir ülkedeyiz.
Öğretim üyesi sayısı, araştırma imkânları, en önemlisi fiziki ders ve eğitim ortamı en ciddi sorunlardandır. Pandemi sürecinden kalan alışkanlıklarla derslerin ve sınavların sanal yapılmasının gelenekselleşmesi, tehlikeli bir gelecek anlamına geliyor. Hatırlayalım, birçok ülkede pandemi sürecinde cehaletten ölmektense salgından ölmek tercih edilerek eğitim disiplini korundu, dersler aksamadı. Gittikçe normalleşen online sınavlar, başarılı/dürüst öğrencileri cezalandırırken yapay zekâ imkânlarıyla diplomalı cahiller ordusu yetiştirmektedir.
Eğitimin her aşamasının yığınla sorunları bulunmaktadır. Bu konudaki hastalığın şiddetine göre tedavi de müşkül ve karmaşıktır. Öncelikle sorunun boyutu kavranmalıdır ki çare arama gündeme gelsin. Ancak çözüm görüntüsüyle sorunun içinden çıkılmaz hale gelmesine karşı da dikkatli olmak gerek. Her gelenin reform saplantısı, anlık kararlarla sistemin kökten değiştirilmesi gibi çıkışlar eğer kasti bir ihanet değilse derin bir cehaletin/bilinçsizliğin yansımasıdır. Çünkü bir eğitim kurumu, programı ancak çeyrek asırda yerleşir, olgunlaşır. Her aşamada görülen aksaklıklar, akıllı ve ciddi yöntemlerle tespit edilir, sistem şartları içerisinde düzeltilir, olgunlaştırılır. Her şikâyet üzerine sorunun sadece bir boyutunu görerek temelli değişim, her yeni bakanın, rektörün, yöneticinin gelmesiyle yerleşme aşamasındaki düzenin altüst edilmesi sadece maddi kaynakların değil nesillerin de ısrafıdır, ülkeye ihanettir. Her fırsatta programların, hatta personel odalarının, çalışma düzeninin değiştirilmesi, kişilik kitaplarında, yaparak başarılı olamayanların yıkarak kendini ispat etme sendromu olarak tanımlanır.
Eğitimde disiplin konusunda tarihimizden bir anekdot: İnsanlık tarihinde yeni bir çağ açma unvanına sahip tek kişi durumundaki Fatih Sultan Mehmet henüz sibyan mektebine gitmektedir. Hocası, şehzadeye diğerleriyle aynı muameleyi yapmaktadır. Arkadaşlarının “sen gelecekte padişah olacaksın, hoca sana sert davranamaz” sözlerini, babası Sultan II.Murad’a aktarır. Babası “haklısın oğlum” der ve hocayla gizlice görüşerek bir plan hazırlar. Mektebe/camiye hocanın yanına gelerek oğlunun gelecekte padişah olacağını, farklı davranılması gerektiğini söyler. Hoca bağırarak “burası mektep, padişah çocuğuyla hizmetçininki aynıdır” diyerek padişahı kovar. Babası “oğlum, hoca haklı ne diyorsa yapmalısın, derhal hocanın önüne” der ve bu disiplinden cihan sultanı yetişir. Oryantalizm batağındakiler bu hikâye hakkında belge isteyebilirler. Önemli olan ise bu kıssayı sahiplenen değerlerimiz, inançlarımız ve toplumsal kültürümüzdür ki bu hazinemiz de büyük saldırı altındadır. Bir kısmına işaret edilen gerilemenin gerçek sebebi kendi kültürüne, değerlerine, eşsiz tarihi mirasına düşman bir nesil yetiştirilmesidir. Trafik polisi ehliyet sorunca milletvekili “benim kim olduğumu biliyor musun” diyebiliyorsa, bu ayıp ortaya çıkınca özür dileyip istifa etmiyorsa, elbette her uyarıda öğrenci velisi de öğretmeni azarlamayı hak arama zanneder. Yukarıdaki sonuçlar elbette kaçınılmaz olur, cehalet, körlük, kısırlık, tembellik, üretimsizlik normalleşir.
twitter.com/alaeddinyalcink
————————————————————–
Kaynak:
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/egitimde-sorunlar-i-lkokuldan-doktoraya