Aslında fizik teorileri her ne kadar uyumsuz molekülleri ayrıştırarak yeni keşiflere icatlara imkân sağlasa da; fiziğin aksine sosyal teoriler ekonomik bir tanımla “uyarlanmış beklentilerin” baskın karakteriyle çalışır. Yani uyumluluk referansları-kültür kodları benzeşenlerin medeniyet tasavvuru, siyasetin rekabetçi politika üretimine kaynaklık etmeli.
*****
Prof.Dr. Recep KÖK
Prof.Dr. Feyzullah Eroğlu hocanın merhum Durmuş Hocaoğlu’na atfen kurduğu, fizik teorileri ile sosyal teoriler arasındaki etkileşim ve seçmen profiline yönelik analitik analojisi ve Türk Ocakları Şeref Başkanı Nuri Gürgür büyüğümüzün, “Türkiye’nin sosyolojik ve Demografik Yapısı Tehdit Altında” yazılarını çok kıymetli buldum, zihinlerine sağlık, bir kez daha yararlandım. Her iki yazıda da sosyal teorilerin arka planındaki nesnel gerçeklikle uyumlu bir yaklaşım sergilenmektedir. Biz sosyal bilimcilerin çıkaracağı birçok ödevin altını, temenni ederiz genç araştırmacılar doldurur.
Bu vesile ile oluşabilecek tartışma zeminine katkı anlamında birkaç hususu dikkatinize sunmak isterim. 2023 Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri sürecinde iktidarın üzerinde oturduğu ekonomik zemin çürük olsa da egemen- yönetim algısının ne kadar güçlü olduğunu test etmiş olduk. Öte yandan umut olma ve mesele çözme kapasitesi daha büyük görünse de KENDİNE YENİLMİŞ bir muhalefetin varlığına şahit olduk. Milli iradenin tecelli etmesi karşısında refah kayıbı daha da büyüyecek olan geniş kitlelerin diğerkâm davranışı ise bir başka gerçeklik. Nihayetinde siyasi rekabet “parti liderlerimizi yedirmeyiz-yeriz” tartışmaları içinde geçti ve hesap sorma eksenli bir seçim kampanyası geride kaldı. Türkiye’nin gerçek sorunlarını arkada bırakacak tutkulu/biatçı siyasetin derinliğini sorgulama imkânı bir kez daha soğuk gündemin parçası oldu. Seçim kazanmış iktidarın olayları maniple etme gücü de, yukarıdaki tespitlerimizi irdelememize yardımcı olacak birçok malzeme oluşturdu. Muhalefet partileri ise yenilgi sendromuyla giderek daha ufalanacak gibi. Paradoksal bir seçim sonucu çok yönlü araştırma konusu!.Eroğlu hocanın ifadesiyle “öğrenilmiş çaresizlik” olgusu bir beş yıl daha tartışılacak gibi gözükmekte…
Elbet büyüklerimiz tarafından yazılmış-oynanmış seçim ekonomisi kodları da geride kaldı. “İrrasyonelikten rasyonelliğe geri dönüş itirafı, ekonomiden sorumlu Bakan Mehmet Şimşek tarafından kamuoyuyla paylaşıldı”. Buna paralel olarak Yüksek Planlama Kurulu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında, hazırlanacak acı reçetenin icabı gündeme geldi. Ancak, mahalli seçimler yaklaştığı için med-cezir siyaseti kısmen devam edebilir, bakıp izleyeceğiz.
Aslında fizik teorileri her ne kadar uyumsuz molekülleri ayrıştırarak yeni keşiflere icatlara imkân sağlasa da; fiziğin aksine sosyal teoriler ekonomik bir tanımla “uyarlanmış beklentilerin” baskın karakteriyle çalışır. Yani uyumluluk referansları-kültür kodları benzeşenlerin medeniyet tasavvuru, siyasetin rekabetçi politika üretimine kaynaklık etmeli.
Maalesef seçim atmosferinde parlamenter sisteme geçişi esas alan zıtların-benzemezlerin yapay birleşme çabaları akamete uğradı. Bu çaba seçmen nezdinde şüphe ile karşılandığı için, politika oluşturma girişimi şimdilik başarısız oldu. Millet ittifakı sözleşme hukukuna bağlanmış olsa da, güvensizlik olgusu, seçim atmosferinde bir gölge gibi parti liderlerini takip etti. Bu gölgenin kararacağı zamanı kestirenler, kendi paylarına haklı çıktılar. Nitekim ekonomi literatüründen hareketle farklı bir anolojiye yer verirsek; çok değişkenli ekonometrik modeller nasıl ki sahte ilişki içeriyorsa, siyasette de farklı ideolojilerden gelen farklı kümelerin herbirinin kendi amaç fonksiyonu farklı olduğu için, potansiyel uygulama sahte ilişki tuzağından çıkamaz. Dolayısıyla nereden estiği belli olmayan bir rüzgâr-şok tüm belirlenenleri anlamsız kılabilir savı doğrulanmış oldu. Biz şimdilik olup bitenle ilgili bu kadar genelleme ile yetinelim.
Gelelim iktidar cephesine, pragmatik siyaset ekseninde milli görüş gömleğinin çıkarıldığı iddia edilse de, din-eksenli muhafazakarlık temsilcisi AKP, başlangıç döneminde bilerek ya da bilmeyerek Türkiye’yi küresel güçlerin kontrol alanına soktu. Bu süreç önce ulusal ekonomiyi daha çok uluslararasılaştırdı. Ardından oyun alanı giderek daralınca vesayet yönetimlerini (ihtilaller kastedilmekte) hedefine aldı. İktidarın en büyük korkusu alışkanlıkların harekete geçme ihtimaliydi. Türkiye de Ergenekon -balyoz vb. davalar açıldı, bin yıllık Ordu-Devlet geleneğinin etki alanı daraltılıp “arap baharı-açılım meteforu” yönlü politikaların gerekleri sınandı. Türkiye’nin elli yıla uzanan PKK belasının yanı sıra, iktidar içinde ajandası daha farklı olan FETÖ kalkışması tüm gidişatı alt-üst etti. İktidar yurt dışı uzantılı bu ihaneti de ordu içindeki çekirdek güç yardımı ve Türk milletinin feraseti ile yenmeyi başardı. Elbette bu kalkışmanın engellenmesinin bedeli de ağır oldu. Zira ülkemizin son elli yılında, bir ağaçkurdu gibi ana gövdeyi kemirip kurutmayı iş edinmiş FETÖ’nün sistem dışına atılması kolay olmadı. PKK gibi cani bir terör örgütüyle birlikte FETÖ nün etkisiz hale getirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin BEKA meselesi oldu. Elbette tüm ihtilaller sürecinde olduğu gibi masum ve mazlum insanlarımız da bu mücadeleden oldukça zarar gördü. Devlet Bürokrasisi ve alt kademelerinde zarar gören masum insanların haklarının telafisi yıllar alacak gibi görünüyor. Ancak ihaneti masumiyetten ayırmada zorlanan iktidar, daha çok kendi hesabına mağduriyeti yüceltmeyi başardı. Böylece kabul görme ömrünü daha da uzatmış oldu. Kısacası FLU DEVLET AKLI ‘nın yardımıyla küresel oyun bozuldu ve yoksulluk yönetimi üzerinden yola devam programı hayata geçirildi. Hatta Türkiye’nin jeo-politiğini iyi kullanan iktidar, küresel muhafazakârlık ile yerli milliliği Cumhur ittifakının dinamiği haline getirdi. Ekonomik boyuttan da yoksullukla-varsıllığı aynı potada eritmeyi başardığı için son seçim atmosferinin gündemine hâkim oldu. Egemenlik gücünü pekiştirdi. Böylece hürriyetçi ve ekonomik insanın bağımsızlık algısı yerine, Devleti yaşat ki insan yaşasın paradigması hâkim paradigma oldu.
İktidar bundan böyle seçim kazanma stratejisi oluşturmak için harcadığı çaba kadar; hürriyetçi ve ekonomik insan tipinin refahını top yekün kollayabilirse, yani yönetme ve sosyal barışı yeniden inşa etme konusunda da benzer bir çaba harcarsa, hatta muhalefet içindeki kadim ortaklarıyla hareket ederse, muhtemelen merkez olma konumunu bir 20 yıl daha sürdürebilecektir. Zira AKP yedeği, CHP içindeki muhafazakâr kümelenme İYİP’i dışlayarak geleceğin siyasetinde ana aktör olacağının işaretlerini verdi. Kabul edelim ki küresel ideolojiyle uyumlu çalışan her bir odak siyasetin, siyaseten yerli-milli görünümlü QUASİ RANT (rant benzeri) KOLLAYICILARIYLA bütünleşme ihtimali daha yüksektir. Bu durumu birkaç neden sıralayarak noktalayalım: Bunlardan birincisi, altılı/yedili masa oluşturma sürecinde, alternatif siyaset öncüsü olan CHP ve İYİP iktidar karşıtı politika oluşturur iken, sosyal demokrasi merkezli-milliyetçi atılımcılık algısını kitleler nezdinde inşaa edemediler. Bunun en büyük delili her iki tarafın siyaset kurmaylarının strateji kusuru işlemeleridir. Yani millet ittifakının paydaşları ana hedeflerini kendilerince belirlemiş olsalar da bu kusurlu siyaset kitleleri ikna etmeye yetmedi. Son iki yılın çabası heba oldu desem, haksızlık mı yapmış olurum?
Nitekim Kılıçdaroğlu nereden geldiği malum bir tavırı okuyamadı. “Cumhurbaşkanı adayı olacaksın ve en büyük destekçiniz biziz” fısıltısına o kadar inandı ki, yol arkadaşlığında en büyük ortağı olan Akşener’i yalnızlaştırdı. Kendisini öylesine kaptırdı ki, bu uykudan 28 Mayıs gecesinde uyandı. İkincisi, gelecek yıllarda alternatif merkez parti olma strajesine oynayan Deva ve Gelecek partileri, kurumsallaşma meşruiyetini malum masa marifetiyle sağlamaya kilitlendikleri için İYİP’in Merkez Partisi olma ihtimalinin önünü kesmiş oldu. Akşener son aday belirleme toplantısında git-gel yaşasa da “Atı alan Üsküdarı geçtiği” için kuruluş amaç ve felsefesini taşıyan sepetin içini boşaltmış oldu. Böylece Milli Muhalefet çizgisinde görünüp iktidarın can damarı olan MHP yeniden iktidar ortaklığına yükselmiş oldu.
Üçüncüsü, yukarıda ifade ettiğim kan uyumu tezimizle bağlantılı olarak, “uyarlanmış beklentiler” dinamiklerini iyi okuyan siyasetçi ve geleceğin siyasi kurmaylarının temel referansının, “sosyal sermayelerinin” ortak yönünü strateji belirleme sürecinin merkezine koymaları gereğidir. Bakıp göreceğiz ve dikkatle müşahedelerimizi sürdüreceğiz.
Yasama meclisindeki CHP güdümlü yedek-AKP grubunun oluşmasına yönelik ana delilim de şudur: Sosyal sermaye kaynaklı siyasi etkileşim hesaba katılırsa, önceki iktidar dönemlerinde ortak hareket eden genel müdürler, müsteşarlar, yani tekno-bürokrasiden birlikte pay alanlar; başka bir parti şemsiyesi altında olsalar bile üstü-örtülü birlikteliklerini sürdürürler. Bana göre TBMM’de yer alan vekiller aynı kodlar üzerinden iktidar bürokrasisinin yol arkadaşları olduğu için üstü-örtülü birliktelik gelecekte de ete-kemiğe bürünecektir. Bu konuyu ilerde daha da tartışacağız.
Siyasi oluşumların ana dinamiğini okumaya devam edelim ve burada bir hususun altını çizerek, politik-ekonomi teorilerinin en temel varsayımlarımdan birini hatırlayalım: Uzak görüş zaviyesinden seçmen miyoptur. Bu siyaset kuramını bilen pragmatist uygulamacılar, örneğin Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bu stratejiyi son seçimde bire bir uyguladı. Biz siyaset laborantları da, 14-28 Mayıs seçim sonuçlarını %5 lik bir hata payıyla (istatistiki yaklaşımla) test ettik. Sonuçta uzak hafızalı miyop seçmen, yakın hafızalı ekonomik seçmene göre yaklaşık % 4 daha baskın çıktı diyebiliriz. Bu öngörülmeseydi beklenen sonuçlar alınabilir miydi?
Özetle ve daha da önemlisi, daha ileri stratejilerin gerekliliği tartışılır iken, aslında Türk milliyetçilerinin toparlanıp alternatif siyasetin merkezinde olup olamayacağı, bu açıdan da MHP ile İYİP’in bütünleşip bütünleşemeyeceği ya da nasıl bir çatının oluşacağı sorularını tartışmak önem kazandı. Son tahlilde, büyük istihbarî oyuncuların karmaşık ve çatışmacı öngörülerini dikkate alarak, tahmin odaklı bir tespitte bulunmak isterim. Türk milliyetçilerinin içinde olduğu bir ittifak kurulmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğü korunamaz, üstelik bu bütüncül iradeye siyasi iktidar da bırakılamaz!
O zaman Türk milliyetçilerinin bağımsız ve bağlantısız tek başına iktidar arayışları için bir yol bulma zaruretiyle karşı karşıyayız:
Adaletli devlet,
Demokratik siyaset
İnançlı ve onurlu bir millet
Üreterek zenginleşen, bölüşerek kâmilleşen bir fert;
İlkelerini referans alıp yeni bir siyaset paradigması üzerine çalışmalıyız. Bu paradigma, bu ilkeleri benimseme ve içselleştirme süreci var olan kurumsal bir yapıyla ortaya konulursa tartışma tüzel kişilik üzerinden merkezi hüviyet kazanır.
“Hep birlikte Türk milletiyiz” diyebilmemiz için Türk Ocakları’nın birleştirici ve bütünleştirici çabası başlama noktamız olmalı. Umalım ki yeni paradigma tartışmaları, aynı zamanda tarihsel süreçle uyumlu medeniyet anlayışımızın yeniden inşaasına da bir katkı sağlasın.