Aslına bakılırsa, küçük toplulukların varlığı, milli kimliğe aykırı davranılmadığı ve ayrılıkçı bir tutum oluşturulmadığı sürece toplumsal rekabetin ve yaratıcılığın ortaya çıkışına katkı sağlar. Genel sistem teorisine göre, çok farklı alt sistemlerden oluşan sistem bütünlüğü, alt kısımların birbirleriyle iş birliği ve dayanışma içinde olması halinde her birinin ayrı ayrı toplamından daha fazla katma değer yaratır (Sinerji Etkisi). Buna karşılık, birbiriyle veya genel bütünle çatışma içinde olan parçaların oluşturduğu sistem, toplam kapasitesinden daha düşük değer üretir.
*****
Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
İnsanlık ve uygarlık tarihi, küçük toplulukların, kendilerini yalıtarak kendi başlarına yaşamaya göre, bir millet bütünlüğü içinde daha gönençli yaşadıklarını göstermiştir. Milletleşme süreci, toplumu meydana getiren birtakım alt kültürlerin (etnik, dinsel, siyasal, vb. gibi) daha kapsayıcı ortak amaçlar doğrultusunda birleşme ve bütünleşme ülküsüdür. Her sosyal topluluk, millet bütünlüğü içinde diğerlerine zarar vermeden ve ortak yaşama iradesine bağlı kalarak milli bütünlük içinde kendi varlığını daha etkili bir şekilde sürdürme imkânı bulur.
Toplulukların birleşeni olarak millet gerçeği
20. Yüzyılın önemli sosyologlarından R.M. MacIver ve C.H. Page’in ‘Cemiyet’ adlı ortak çalışmasında, cemaat yapılanmasına takılmadan daha büyük bir ‘cemiyet’ olmanın önemi açıklanmaktadır. Toplumsal yapıda yer alan küçük ‘cemaatler’, çıkar birliği, arkadaşlık, ortak inanç ve anlayışlar gibi kişiler ve gruplar arası yakınlıkları temsil etmektedir. Buna karşılık, bir millet olarak bütünleşmek ise daha zengin bir ekonomi ve yüksek bir kültürün doğuşuna imkân vermektedir. Cemaat tipi toplulukta yaşamak, insanlara daha yakın ve içten doyumlar sağlarken, ‘cemiyet’ ya da ‘millet’ olarak yaşamak da daha fazla güç, güvenlik ve zenginlik veriyor (MacIver- Page;1969; 9-14).
Aslına bakılırsa, küçük toplulukların varlığı, milli kimliğe aykırı davranılmadığı ve ayrılıkçı bir tutum oluşturulmadığı sürece toplumsal rekabetin ve yaratıcılığın ortaya çıkışına katkı sağlar. Genel sistem teorisine göre, çok farklı alt sistemlerden oluşan sistem bütünlüğü, alt kısımların birbirleriyle iş birliği ve dayanışma içinde olması halinde her birinin ayrı ayrı toplamından daha fazla katma değer yaratır (Sinerji Etkisi). Buna karşılık, birbiriyle veya genel bütünle çatışma içinde olan parçaların oluşturduğu sistem, toplam kapasitesinden daha düşük değer üretir.
Milletleşme gerçeği ve Batı’nın milletleşmesi
Dünya tarihinin en büyük devletlerinden birisi olan Osmanlı Devleti’nin çözülmesi ve yıkılması hakkında çok sayıda iç ve dış etkenler sürekli tartışılır. Bunlar içinde en önemli dış etkenlerden birisinin de daha önceden derebeylikler ve dinsel topluluklar şeklinde bölük pörçük olan Avrupa’da, Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma ve modernleşme sürecine bağlı olarak ‘milletleşme’ sürecinin hızlanmış olmasıdır. Akılcı düşünce ve bilim zihniyeti öncülüğünde başlayan milletleşme süreci, dağınık ve parçalı topluluklar yerine aynı soy ve kültürden gelen küçük toplulukların birleşerek daha güçlü ve dayanıklı milletler haline dönüşmesini sağlamıştır. Belirli ortak değerler etrafında birleşen milletlerin bilim ve endüstriyel güçleri sayesinde Avrupa Devletleri, Osmanlı Devleti’nin geriletilmesinde çok etkili bir rol oynamıştır. Osmanlı Devleti, Avrupa’daki milletlerin güçlendiği zamana denk gelen yönetim yetersizliği ve yolsuzlukları sonucunda, Avrupa’nın millet bütünlüğüne erişmiş olan toplumları karşısında tutunamamış ve giderek parçalanmıştır.
20. Yüzyılın başlangıcıyla birlikte, askeri güç kullanımıyla yürütülmekte olan din temelli ‘ümmet’ esasına dayanan diğer imparatorluklar da yıkılmış, bunların yerlerine soy ve kültür birliğine dayalı milli devletler kurulmaya başlanmıştır. Bunlar içinde, akıl ve bilimin öncülüğünde milletleşme sürecinde başarılı olanlar, günümüzün güçlü ve gönençli milletleri olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Şimdiki dünya toplumlarına bakıldığı zaman, nüfusları ne olursa olsun en fazla ‘milletleşme’ aşamasına gelmiş olanlar, oldukça gelişmiş ve bütünlük içinde yönetilmektedir.
Dinsel cemaatler günümüzün kültürel derebeylikleri gibi!
Günümüzün güçlü toplumları, her şeyin zoraki dinselleştirilmesi yoluyla yönetici sınıfa din üzerinden toplumu kontrol etme imkânı veren ‘orta çağ’ zihniyetinden büyük ölçüde arınmışlardır. Orta çağın tipik düşünce yapısı olan din temelli toplumsal örgütlenmeler, akılcı düşünce ve bilimin öncülüğü ve toplulukların ortak iradesiyle milletleşme sürecine evrilmiştir. Kendi içlerindeki farklılıklar büyük ölçüde verimli bir rekabete dönüşerek, her biri ayrı ayrı sahip olacakları fırsat ve imkânlardan daha fazlasını kazanmışlardır.
Cemaat tipi oluşumlar, millet içinde ayrı ekonomik ilişkilere, eğitim yöntemlerine ve içeriklerine, hatta topluluk içinden evliliklere ve kolektif siyasi tutumlara sahip olmaları nedeniyle milletleşme sürecinin en büyük çeldiricisi sayılır. Türkiye’de faaliyette bulunan bu tür dinci cemaatler, Orta çağın tipik örgütlenme biçimi olan derebeylik düzenine çok benziyor. Derebeyler, sahip oldukları arazi ve beslenme kaynakları üzerinden insanları ırgat olarak kullanırlardı. Ülkemiz cemaatleri de kendilerine mahsus dinsel anlayış ve yorumlarıyla çevreyi kontrol etmenin peşindeler. Derebeyler, ekonomik ve askeri güçleri ile kralların yönetim işlerine karışırken, günümüzün dinsel cemaatleri de ‘toplu oy’ davranışı pazarlıklarıyla merkezi ve yerel yönetimleri etkilemek konusunda oldukça deneyim kazanmışlardır. Orta çağın ırgatları (serfleri), canlarına tak dediği zaman arada bir direniş gösterir ya da kaçmaya kalkışırlardı. Günümüz kültürel derebeyliklerde kişiler, yapay ve temelsiz dinsel duygularla şartlandırılmış olmaları nedeniyle çoğunlukla gönüllü birer ‘serf’ hayatı sürüyor ve kolay kolay topluluktan ayrılamıyorlar.
Cemaat mensubiyetinin yaygın psikolojisi
Cemaat tipi oluşumlarda, kişisel olarak bireysel iraden vazgeçme, toplumsal olarak belirli bir millete aidiyet duygusundan ve bütünlük bilincinden kendini soyutlama psikolojisinin çok yaygın olduğu gözleniyor. Birer gönüllü ‘serf’ olarak cemaate bağlılık, kişilerin cemaat ilişkileri dışındaki bütün insani yakınlıklarını (söz gelimi, milli birliğe, milli devlete ve insani değerlere olması gereken bağlılıklarını) azaltıyor. Cemaatler, kişilerin zihin ve gönüllerinin ilgi alanını sadece cemaat içi ilişkilere odakladıkları için zihin ve gönüllerin ilgi alanı giderek daralıyor. Cemaat kişisinin ‘akıl çapı’ küçülerek ve düşünce yapısı biat ve itaat etmeye indirgenerek soyut düşünce karşısında duyarsızlaşıyor. En büyük heves ve tutkuları, cemaatin önderine olan bağlılığı yüceltmek ve diğer türdeşlerine göre ona daha yakın olduklarını göstermeye çalışmak oluyor. Nerdeyse bütün enerjilerini, cemaatin etki alanını genişletmeye harcarken, bunun dışındaki toplum, ülke, insanlık ve doğa sorunlarına karşı ilgisiz kalıyorlar.
Cemaatleşmenin yaygınlaşması, sosyolojik olarak belirli bir milletleşme aşamasına gelmiş toplumlarda toplumsal birliği ve bütünlüğü bozucu etkilere sahip oluyor. Belirli bir millet olma bilincinin kaybolması, milli bağımsızlık ve özgürlük gibi insani değerleri aşındırıyor. Her biri toplumsal sorumluluk içinde ülkeye önemli katma değer yaratacak kapasitedeki insanlar, sadece cemaat ilişkilerini yücelten ve koloni yaşamı süren sıradan kişiler haline geliyor. Tıpkı, bir zamanlar çok sayıdaki ‘derebeylikler’ yüzünden Osmanlı Devleti’nin karşısında aşırı parçalanmış ülkelerin dayanıksızlığı gibi, şimdilerde ise -özellikle Türkiye’de- millet bütünlüğünü bozucu cemaat ilişkileri toplumsal dayanıksızlığa ortam hazırlıyor. Toplumsal dayanıksızlık ise ülkenin iç ve dış tehditler karşısında ‘bağışıklık’ sistemini dumura uğratıyor ve dış müdahalelere açık bir hale getiriyor.
Devlet kuran iradenin düşüşü
Atatürk, Avrupa’nın yükselişinin ve Osmanlı Devleti’nin düşüşünün gerçek nedenlerini çok iyi anlamış olmalıydı. Bu yüzden, geleceğin Türkiye’sini, akılcı düşünce ve bilimsel zihniyete dayalı bir toplum düzeni kurmak üzere tasarlamıştı. Atatürk sonrası Türkiye, salt batıcı ve pozitivist görüşler ile popülist sağ ve sığ muhafazakâr anlayışların arasına sıkışarak anlamsız bir siyasi kutuplaşma içine sokuldu. Toplumsal değerleri aşağılamayı anlamsız şekilde ‘solculuk’ sananların tutumlarını bahane eden birtakım çıkar toplulukları, dini kendilerine maske yaparak sürekli Türklük ve Cumhuriyet karşıtlığı yapar oldu. Devlet kuran milliyetçilik düşüncesi, bu iki çatışmacı görüşler arasından bilgi ve düşünce temelli alternatif bir hareket çıkaramadı. Hatta, bir kesimi, cemaat çevreleri ile siyasal islamcılar arasında katalizör işlevi görür oldu.
Siyasal islamcılar ve güdümlü milliyetçiler, cemaatlerin Türklüğü inkarı üzerinden milli hâkimiyeti zayıflatmalarına açıkça desteklerini sürdürüyorlar. Bu dinci cemaatlerin devletin yönetim kademelerini dolduran liyakatsiz kadroları yüzünden Türkiye’de Türk hâkimiyeti büyük bir tehdit altındadır.
R.M. MacIver – C.H. Page (1969): Cemiyet, Çev. Âmiran KURTKAN, 1000 Temel Eser, Devlet Kitapları, İstanbul
————————————————–
Kaynak:
https://millidusunce.com/misak/cemaatlesme-ve-toplumsal-dayaniksizlik/