Siyasal İslâmcıların kadın takıntısı

Tam boy görmek için tıklayın.

Kadın-erkek eşitsizliği, İslâmiyet öncesi müşrik Arap kültürünün adeta ‘alametifarikası’ olmuştur. Yoksul ve zayıf kabilelerin kız çocukları ve evli kadınları, zenginlere olan borçları karşılığında ya da zoraki, Mekke’ye ticaret nedeniyle gelen tüccarlara pazarlanırdı. Yoksul ve borçlu kabileler, ileride başlarına bu onur kırıcı durum gelmesin diye kız çocuklarını çoğunlukla diri diri toprağa gömme acısını yaşamışlardır. Bu bağlamda, ileride Kur’an’da, ‘Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda’ (Tekvir Suresi, 8-9) şeklinde müthiş bir uyarı gelecektir. (Allah daha iyi bilir ki ‘Diri diri gömülen kız’ metaforu, günümüzde ‘bile bile eğitimsiz ve çaresiz bırakılan kız’ diye anlaşılmalıdır).

*****

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

Türk kültür tarihinin en belirgin niteliği, hayatın her alanında eşitlikçi ve toplumcu ilişkilerin hâkim olmasıydı. Toplumsal süreçlerin işleyişinde ve insan ilişkilerine yansımasında, biyolojik farklılık dışında kadın-erkek ayrımının fazla bir anlamı yoktu. Mülkiyet ilişkileri başta olmak üzere, toplumsal rollerin işleyişinde cinsiyet ayrımı pek bilinmezdi.

Türkler, Orta doğu bölgesine doğru hareketleri sonrasında, erkek egemen Fars, Arap ve Bizans kültürleriyle karşılaştılar. Bu kültürlerin tipik özelliği, keskin bir toplumsal cinsiyet ayrımının olmasıydı. Türk kültürünün kadın haklarıyla ilgili kök değerlerinde ciddi sapmalar meydana geldi.

Türklerde kadın haklarında görülen gerilemeler, Müslüman olmalarıyla doğrudan ilgili olmayıp, İslâmi öğretileri çeldiren özellikle yerleşik Arap kültürüyle ilişkilidir. Bu bağlamda, İslâmiyet öncesi Arap kültürü ile siyasal İslamcı ve güdümlü cemaatlerin kadınlar hakkındaki mevcut zihniyetlerinin irdelenmesi gerekiyor.

Orta Doğunun erkek egemen kültürleri

Türkler, 7. Yüzyıldan itibaren İslâm dinine geçmeye başlamışlardır. Bu dönemler, Peygamberin vefatından sonra eski Arap kültür davranış kalıplarının giderek yönetim ve halk katmanları arasında yeniden yaygınlaştığı zamanlardı. Türklerin, 10. Yüzyıldan itibaren hızlanan İslâm dinine geçişlerinde iki ana yolun izlendiği anlaşılıyor. İlkinde, İslamiyet’i doğrudan Kur’an’dan ve İmam-ı Azamın öğrencilerinden öğrenen Türk kökenli akılcı din bilgini İmam Maturidi ile Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş gibi Tevhid ilkesini temel alan mutasavvıflar etkili olmuştur. Bu yolu izleyen Müslüman Türkler, nispeten Kur’an’ın ruhuna daha uygun zihniyet ve yorumlarla karşılaştılar. İkincisinde, İslâm’ın özgün yorumları yerine, kadim bölgesel kültürler ile yöneticilerin çıkarlarına ve bir kısım halkın kolektif bilinçaltı eğilimlerine göre şekillenen dini yorumlar etkili olmuştur.

İslami öğretinin temelini oluşturan ‘Tevhid’ akidesinin, yaygın ve baskın bölgesel kültürler yüzünden yeterince algılanmaması nedeniyle çok sayıda inanç yolları ve yorumları ortaya çıkmıştır. Yeryüzünün en eski inanç kültürlerinin kavşak noktasında ve çok sert iktidar savaşlarının yaşandığı bölgede, diğer Müslüman topluluklar gibi Türklerin de dini anlayışında önemli farklılaşmalar meydana gelmiştir. Bu karmaşık kültürel etkileşimlerin gölgesi altında, her farklı din anlayışına sahip olan topluluk, doğrudan İslâmiyet’i kendilerinin temsil ettiğini iddia etmişler ve diğerlerine kuşkuyla bakmışlardır.

İslâmiyet öncesi Arap kültüründe kadının yeri

İslâmiyet öncesi Arap kültüründe, ekonomik ve sosyal kaynakların aşırı eşitsizliği, en fazla ‘kadın-erkek eşitsizliği’ alanında yaşanmıştır. Aslına bakılırsa bütün toplumsal eşitsizliklerin temelinde, büyük ölçüde ‘kadın-erkek eşitsizliği’ yatmaktadır.

İslâmiyet, en son ilahi mesaj olarak bütün insanlığa gelmiş olmakla birlikte, ilk muhatapları Arap toplumuydu. Cahiliye dönemi Arap toplumu, kadın hakları konusunda yeryüzünün en geri toplumlarından biriydi. Tanrı’nın iradesi ve mesajı ise yeryüzündeki bütün aşırılıkların giderilmesi, toplumsal eşitsizliklerin düzeltilmesi ve ‘insanın insana kulluğunun’ sonlandırılmasıydı (Allah daha iyi bilir).

Peygamber’in, hayatta olduğu sürede tanığı olduğu ya da kendisine ulaştırılan eski alışkanlıklara ilişkin uyarıları, özellikle yakın çevresinde olumlu etkileri olmuştur. Ancak, kadın haklarıyla ilgili devrim niteliğindeki yenilikler, bedevi ve çevre topluluklarının zihninde ve yaşantılarında yeterince içselleştirilememişti. İslamiyet’in kadın haklarıyla ilgili temel öğretileri, Peygamber’in vefatı sonrasında, doğrudan Kur’an’ın anlatımı üzerinden değil de çoğunlukla Cahiliye dönemi alışkanlıkların gölgesi altında algılanmıştır.

Kadın-erkek eşitsizliği, İslâmiyet öncesi müşrik Arap kültürünün adeta ‘alametifarikası’ olmuştur. Yoksul ve zayıf kabilelerin kız çocukları ve evli kadınları, zenginlere olan borçları karşılığında ya da zoraki, Mekke’ye ticaret nedeniyle gelen tüccarlara pazarlanırdı. Yoksul ve borçlu kabileler, ileride başlarına bu onur kırıcı durum gelmesin diye kız çocuklarını çoğunlukla diri diri toprağa gömme acısını yaşamışlardır. Bu bağlamda, ileride Kur’an’da, ‘Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda’ (Tekvir Suresi, 8-9) şeklinde müthiş bir uyarı gelecektir. (Allah daha iyi bilir ki ‘Diri diri gömülen kız’ metaforu, günümüzde ‘bile bile eğitimsiz ve çaresiz bırakılan kız’ diye anlaşılmalıdır).

Sosyal ve ekonomik hayatın aşırı eşitsizliği ve parçalanmışlığı, Araplarda aynı zamanda bölünmüş bir zihin yapısına da yol açmış olmalıdır. Düşünce ve inanç dünyalarında derin çelişkiler ve tutarsızlıklar egemendi. Söz gelimi, İslâmiyet öncesi Arap kültüründe kadınların en fazla eşitsizliklere uğramalarına ve aşağılanmalarına rağmen, çok şaşırtıcı bir şekilde, tapınmak için yaptıkları ‘putlara’ kadın adları vermişlerdi. Müşrik Araplar, o dönemin güçlü kabilelerin ünlü putları olan ‘Lât’, ‘Uzza’ ve ‘Menat’ gibi putlara tamamen ‘dişil’ özellikler yüklemişlerdi. Egemen erkeklerin nazarında, kadın ve dişi ile ilgili hazlar sürekli yüceltilmiş ve kendilerine bu fırsatı tanımak istemeyen kadınlar ise aşağılanmış ve şiddete uğratılmıştı. Bu anlamda, Arap kültürü, kadını sadece bu dünyanın bir keyif aracı olarak görmek istemiştir (Yazır, 1979, 1469-1470).

Arap kültüründe, her durumda erkeğe itaat eden ve bağlı kalan kadın imgesi yüceltilirken; erkeğin güdümünde olmayan kadınlar pratik hayatta şizofrenik bir şekilde aşağılanmış ve değersiz görülmüştür. Cahiliye döneminde kadın, ‘insan olmanın’ çok sayıdaki insani boyutlarından sadece birisi olan biyolojik dişiliğe indirgenmişti. Kadınlar, erkek egemen topluluğun kolektif bilinçaltına göre tanımlanmış ve sadece birer cinsel varlık olarak önemsenmişti.

Eski kültür öğeleri kılık değiştirerek devam eder

Bilindiği gibi, kökü çok eski zamanlara dayanan kültür özellikleri çok kısa sürelerde değişime uğramaz. Kaldı ki, Kur’an, müşrik Araplara ilk başta mevcut tasavvurlarıyla hitap ederek onların batıl ve yersiz inançlarını yavaş yavaş ‘tedrici’ olarak yeniden düzenlemiş ya da ileri bir aşamada kaldırmıştır (Merdin, 2020, 377). Bu bağlamda, Cahiliye dönemi müşrik Arapların kadın algıları ve kadınlara ilişkin alışkanlıkları da İslami dönemde ‘bıçak keser gibi’ sona ermemiştir. Kur’an’ın asli işlevi, yeryüzündeki bütün haksızlıkları gidermek ve insani temelde yaşanabilir bir eşitlik sağlamaktır. Bu doğrultuda, Kur’an, erkeklerin sahip olduğu hakların tümüne kadınların da sahip olması yönünde, vahyin devam ettiği 23 yıllık bir süre içinde kadınlar lehine önemli düzeltmeler yapmıştır. Gerisi, insanların akıl, bilim ve vicdan yoluyla gösterecekleri toplumsal gelişmelere bırakılmıştır. İslami öğretiye rağmen, Ortadoğu kültürlerinde kadınların sadece cinsel bir nesne olarak görülme alışkanlığı, daha sonra dinsel söylemler ve simgeler üzerinden sürdürülmüştür.

Değişime uyum sağlama yerine eskiye sarılma kolaycılığı

Günümüzde, siyasal İslamcı ve güdümlü cemaat tipi oluşumların, kadın algıları ve hakları konusunda son derece takıntılı oldukları gözleniyor. Kapalı topluluklar olmaları nedeniyle uzun bir süredir toplumun geneline karşı takiye yapmış oldukları anlaşılıyor. Son yıllarda, bunlar, küresel güçlerin ve ‘yerli’ siyasetin örtülü desteğine bağlı olarak kadın haklarıyla ilgili bilinçaltı arzularını dışa vurmada birbirleriyle yarışıyorlar. Söz gelimi, Kur’an’ın çok eşlilik ile ilgili düzenlemesi, Kur’an’ın ruhuna ve anlam bütünlüğüne (Tevhide) göre değil de kadınları sadece birer cinsel nesne olarak gören Arap kültürüne göre yorumlanıyor. Bilim yapmak, cinsiyete bakılmaksızın bütün insanlara farz olmasına rağmen, kız çocuklarının eğitimine engel çıkarmaya çalışıyorlar. Cinsellik konusunda aşırı bastırılmış bilinçaltı eğilimlerini denetleyecek güçlü bir akıl ve ahlak imkânından yoksun olmaları nedeniyle olsa gerekir, ‘karma eğitime’ şiddetle karşı çıkıyorlar. Kadınları yüceltici dini söylemelerine rağmen, kadınların fiilen güçlenmesini sağlayacak yolları tıkamanın çelişkisini yaşıyorlar. İstiyorlar ki kadınlar, yetenek ve bilgilerine bağlı olarak toplumsal katma değer ve gelir yaratmak yerine, sadece erkeklere muhtaç olsunlar!..

Sonuç olarak, siyasal İslamcı ve güdümlü cemaat tipi oluşumların kadınlarla ilgili algı ve tutumlarının, Kur’an, akıl ve bilim, vicdan ve Türk Töresiyle fazla bir ilgisi yoktur. Kadınlarla ilgili bilinçaltı arzularının şekillendirdiği beklentilerini, topluma ve etkili oldukları siyaset dünyasına dayatmak için İslâm Dininin kavramlarının içini boşaltıp kendi kolektif bilinç altı arzularıyla dolduruyorlar.

Kaynaklar:

Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR (1979): Hak Dini Kur’an Dili, Türkçe Tefsir, 3. Cilt, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul?

Saadettin MERDİN (2020): Cinler Bağlamında Teolojinin Mitolojiden Arındırılması, Ankara Okulu Yayınları:341, Ankara

——————————————-

Kaynak:

https://millidusunce.com/misak/siyasal-islamcilarin-kadin-takintisi/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen