YÖK ve Akademik Saygınlık

Tam boy görmek için tıklayın.

2018’de doçentliğin ikinci aşaması olan “sözlü sınavı” YÖK (ÜAK) tarafından, doçentlik unvanı elde etme şartı olmaktan çıkarıldı. Üniversitelerin inisiyatifine bırakıldı. Yani YÖK doçentlik başvurusu için asgari koşulları sağlayan ve jüri tarafından yaptığı çalışmaları yeterli bulunan (eserden geçen) tüm adaylara doçent unvanı verme kararı aldı. Üniversitelere de “isteyen doçentlik kadrosunu sözlü sınav yaparak, istemeyen yapmadan verebilir” dedi. Bunun avantajları da var, dezavantajları da… Fakat geçen zaman zarfında bariz olarak görülen tek bir şey var: Doçent olanların sayısı arttı ama nitelikli doçentlik sınıfta kaldı! Dolayısıyla avantajları var idiyse bile biz göremedik.

*****

Doç.Dr. Vildan Hilal AKÇAY

Mebzul miktarda unvan…

Eylül 2023’teyiz.. Bir kaç gün evvel Marmaray’da Türkiye’nin hatırı sayılır teknik üniversitelerinden birinde eğitim almakta olan iki gencin konuşmasına ister istemez kulak misafiri oldum. Bu iki gencin, ülkenin mevcut ekonomik, siyasi ve toplumsal durumu hakkında sarf ettikleri pek çok söz, gençlere olan saygımı canlandırdı. Şu manidar ifade, onlardan biri:

“Herkes unvan sahibi oldu yahu! Ortalık profesörle, doçentle doldu!”

Gençlerin ağzından gerçekleri duyabilmek güzel. Darısı, söylediklerini eyleme geçirme yetki ve sorumluluğunda olanlara…

Konuyla ilgili içinde bulunduğumuz durumu Liyakatsizlikbaşlıklı bir önceki yazımda ortaya koymaya çalışmıştım. Bu defa niyetim, konuyu biraz daha derinleştirmek. Çabalayalım…

Doçentlik macerası…

Akademik kariyer yapanların maceralarını; bazen erkeklerin başladıklarında bitirmek bilmedikleri askerlik anılarına (ki bu da artık eskide kaldı), bazen beyaz yakalıların bilhassa bankacılık sektöründe çalışmış olan bezginlerin bol sahtekârlık içeren maceralarına benzetirim. Fakat bizimki “ilim ve bilim” soslu siyaset, entrika ve hilekârlık içerdiği için diğerlerinden farklılaşıyor. Hoş o “ilim ve bilim” de -akademik camianın çok iyi bildiği üzere- sadece kötü, bozuk ve hatta sağlığa zararlı bir sostan ibaret. Ve fakat bu gerçeği ikrar etmek; bu sosa bir şekilde bulanan ya da bulaşan, statükoyu muhafaza etme telaşında olan camiadakilerin işine gelmez, o da ayrı mesele…

Hani R. N. Güntekin’in ölümsüz eseri Yaprak Dökümü’nden uyarlanan televizyon dizisindeki şu meşhur replik var ya Aman Ali Rıza Bey, ağzımızın tadı kaçmasın!”…

İşte akademik camianın çoğunun dilinde pelesenk olmasa da zihnindeki prangayı temsil ediyor, bu replik! Bu pranga yüzünden akademik kariyer sürecinde ortadan kaldırılması gereken yanlış ve eksikler de kaldırılamıyor.

2018’de doçentlik yazılı ve sözlü sınavını geride bırakan bu satırların yazarının, zihinlerdeki pranga dolayısıyla deneyimlediği pek çok olay, karşılaştığı pek çok psikiyatrik vaka var. Hayır hayır, anlatmak gibi bir meramım yok…

Ancak üzerinde duracağım husus şu: Doçentlik başvuru kriterlerinin sürekli değiştirilmesi, bir türlü olması gereken istikrara sahip olmaması, bu macerayı ve karşılaşılan vakaları daha da garabet hale getiriyor. Örneğin;

2018’de doçentliğin ikinci aşaması olan “sözlü sınavı” YÖK (ÜAK) tarafından, doçentlik unvanı elde etme şartı olmaktan çıkarıldı. Üniversitelerin inisiyatifine bırakıldı. Yani YÖK doçentlik başvurusu için asgari koşulları sağlayan ve jüri tarafından yaptığı çalışmaları yeterli bulunan (eserden geçen) tüm adaylara doçent unvanı verme kararı aldı. Üniversitelere de “isteyen doçentlik kadrosunu sözlü sınav yaparak, istemeyen yapmadan verebilir” dedi. Bunun avantajları da var, dezavantajları da… Fakat geçen zaman zarfında bariz olarak görülen tek bir şey var: Doçent olanların sayısı arttı ama nitelikli doçentlik sınıfta kaldı! Dolayısıyla avantajları var idiyse bile biz göremedik.

“YÖK’ün doçentlik kriterlerinde değişiklikler yapmasının nesi kötü, elbette eksikler ve yanlışlar giderilmeli değil mi?” diyenleri duyar gibiyim. Elbette… Zaten başvuru şartlarında düzenleme yapılmasının gerekçesi “ilmi (!) kaliteyi artırmak” şeklinde beyan edilir. Fakat ne yazık ki bu gerekçeyle yapılan düzenlemeleri ibretle takip ediyoruz. Neden mi? Devam edelim örneklere…

2023’te Yenilenen Doçentlik Başvuru Kriterleri Hakkında…

Örnekler çok fakat okuyucuyu teknik detaya boğmak gibi bir niyetim yok. Bu nedenle kendi branşımda (Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler alanında) bir kaç örnekle yetineceğim.

YÖK, 2018’de doçentlik başvuru kriterlerini değiştirdiğinde, yeni kriterleri, değişikliği takip eden başvuru tarihinden itibaren geçerli saydı. Dolayısıyla başvuracak olanların bir kısmı yeni koşulları o kısa sürede sağlayamadığından başvuramadı.

Neydi bu acele! Kimler bu durumu fırsata çevirdi?

2023 ortasında belirlenen yeni kriterler ise 2024’ten itibaren geçerli sayılacak. Yani YÖK, 2018’teki aceleci ve acayip kararını tekrar etmedi.

Yani 5 yıl sonra olması gereken yapılıyor. Fakat sormadan edemiyoruz neden 5 yıl önce değil?

2023’te belirlenen yeni kriterlerde;

  • Bilimsel makalelerin yayınlandığı uluslararası dergilerin (çeyrek dilim) sınıflandırması hakkında bir yönlendirme yapılmış. Ayrıca dergilerin puanları, yer aldıkları dilimlere göre düzenlenmiş.
  • Yağmacı / şaibeli dergilerde yayınlanan makalelerin değerlendirmeye alınmaması kararı benimsenmiş.
  • Bilimsel projelerin puanlanmasında yürütücü, araştırmacı ve danışman olma bakımından puanlar güncellenmiş.

Bu kararlar için neden şimdiye kadar beklendi? Ayrıca bilimsel projelerin puanlanmasında bunların niteliğini sorgulamak mümkün mü?

2023’te belirlenen yeni kriterler arasında sadece Sosyal Bilimlere değil tüm temel alanlara eklenen ödül maddesi ve ödül puanı da dikkat çekiyor. Böylece YÖK, Tübitak ve Tüba tarafından verilen ödüller doçentlikte puan getiriyor. Hem de az buz değil!

Pek çok uzmanın kaldırılması gerekir diye yıllardır feryat ettiği YÖK’ün ve nabzı, siyasetin nabzına göre atan yukarıda adını zikrettiğim kurumların verdiği ödüller, acaba bilime katkı bakımından da bu kadar değerli mi?

Yıllarca “Hangi yayınlar uluslararası alan indeksi kapsamında?” sorusunun cevabını YÖK’ten alamadık. Başvuru kriterleri formunda yazılan şerhte “Alan İndeksleri= ISI Database’e giren ilgili indeksler veya SCOPUS” şeklinde idi.

Oysa basit bir google sorgusunda dahi tespiti mümkün olan gerçek şu idi: Uluslararası alan indeksleri, ISI (The Institude for Scientific Information) firması yerine artık Clarivate Analytics firması tarafından, Web of Science adlı web sitesinde yer alıyordu. Adayların pek çoğu “Nedir bu ISI database arkadaş?” diye diye başvurmak zorunda kaldılar yıllardır.. 2023’te belirlenen yeni kriterlerde bu karmaşa nihayet giderilmiş!

Neden bunca zaman bu karmaşa sürdürüldü? Neden adaylar ve jüri üyeleri muallakta bırakıldı? Veya adayların akıbeti, neden jüri üyelerinin insafına bırakıldı?

Nedir bu karar alıcılardaki cehaletin ve kifayetsizliğin kaynağı?

Ayrıca uluslararası alan indeksi kapsamındaki dergilerde yayın yapabilmek için gerekli kalifikasyona sahip öğretim elemanı yüzdesi, YÖK’ün ilgi alanına giriyor mu acaba? Zira doçentlik düzeyinde yapılan çalışmaların uluslararası arenada anlam ifade etmesi için o çalışmaları yapabilecek evsafta akademisyenlerin akademik kadro alabilmesi gerekir. Türkiye’deki üniversitelerin lisansüstü, bilhassa doktora programlarına başvuru koşulları gözden geçirildiğinde, pek çok üniversitede yıllardır, İngilizce/ yabancı dil şartının aransa bile asgari düzeyde tutulduğu görülecektir.

Soruyorum:

Gerekli yabancı dil yeterliğine sahip olmayan doktora öğrencisi, nasıl olur da uluslararası literatür taramasını layıkıyla yapabilir?

“Benim dilim bunun için yeterli değil” diyen bir doktora öğrencisine, hangi öğretim üyesi “Olmaz, yabancı dildeki bu kaynakları okumak zorundasın.” diyebilir? Öğrencinin doktora programına giriş koşullarında yabancı dil şartı yokken!

Bu koşullarda doktorasını yaptıktan sonra akademisyen olanlardan YÖK, nasıl oluyor da uluslararası alan indekslerinde yer alan yayın organlarında yayın yapmasını bekliyor?

Sonra gelsin parayla tez yazdıranlar… İntihallerle dolu tez(!)ler, bilimsel (!) çalışmalar…

Mesleki altyapının nasıl çöktüğünü gözler önüne seren örnekler, böyle silsile halinde çoğaltılabilir.

Deveye sormuşlar neren eğri…

Evet, yapılan güncellemelerle bazı yanlışlar düzeltiliyor, bazı eksikler gideriliyor fakat bu düzeltmeler çok uzun zaman alıyor. Bu zaman zarfında fırsatçılar nemalanıyor, az sayıda kalifiye insan mağdur olup, işinden ya soğuyor veya vazgeçiyor. En kötüsü bütün bu emekler ve kayıplar yok sayılıyor!

YÖK, bir nalına bir mıhına vurarak doçentlik başvuru koşullarını güncellerken meselenin özüyle ilgilenmediğini, aldığı yeni kararların “nihai” değil, “geçici” olduğunu ihsas ediyor. İstikrar ve güven sağlaması gerekirken istikrarsızlığa ve güvensizliğe sebep oluyor.

Son söz…

Ne manidar bir sözdür:

“Bazen yukarıya düşeriz, bazen aşağıya çıkarız.”

En çetin olanı da emeğin, YUKARIYA DÜŞENLER tarafından değerlendirildiği, kalitenin ve saygınlığın dibe vurdurulduğu bir sistemde mücadele etmek.

Emeğin, ilahi hikmette ve beşeri âlemde en yüce değer olduğu bilinciyle, bu mücadeleyi verenlere saygılarımı iletiyorum.

——————————————–

Kaynak:

https://www.akademikakil.com/yok-ve-akademik-sayginlik/vildanhilalakcay/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen