Küresel kapitalist sistem ve türevleri, aslında bir köksüzlük ideolojisidir. Millî kimliğe sahip insanlar yerine, köklerinden kopmuş ve başka bir yere sığınan insanlarla çalışmayı ve çalıştırmayı tercih ediyor. Köklerinden kopmuş ve çaresizlik psikolojisine sahip insanlar, haksızlıklara ve eşitsizliklere karşı direnç gösteremiyor. Hâkimiyet ve direnme bilinci olmayan topluluklar daha kolay sömürülüyor. Küresel kapitalizm, bölgesel savaşlar ve terör örgütleri aracılığıyla kitlesel nüfus hareketlerini kışkırtıyor.
*****
Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
Dünya ekonomisinde rekabet gücünü yükseltmenin en etkili yolu, yüksek teknolojiye dayalı ‘bilgi yoğun’ ve katma değeri yüksek endüstriyel ürünler üretmektir. Ülke ekonomisinde daha yüksek kâr ve ücretlerin kazanılması, yetenekli insanların eğitilmesine ve çalışma hayatında daha fazla yer almasına bağlıdır.
Üretim teknolojisinde geri kalma
Ülkelerin zenginlik ve yoksulluğunu belirleyen etkenlerden birisi de ekonomik yapının dayandığı üretim teknolojisidir. Üretim teknolojisi olarak katma değeri düşük ve ‘emek yoğun’ (ilkel tarım, tekstil, taş-toprak sanayi ve turizm gibi) sektörlerdeki kâr marjının düşüklüğü, çalışanların gelir ve ücretlerinin de düşük kalmasına neden oluyor. Bu anlamda, iş piyasasında ücretlerin genel düzeyi düştüğünden, iş hayatına katılan aktif nüfusun büyük bir kısmı düşük ücret ya da kayıt dışı ekonominin sefalet ücretine katlanmak zorunda kalıyor.
Ülkemizde, son yıllarda AB ve diğer sanayi ülkelerinin atıklarının ithal edilmesiyle daha düşük teknoloji, daha vasıfsız çalışanlar ve daha düşük gelir düzeyi durumlarıyla karşılaşıldı. Söz gelimi, tekstil ve plastik atıklarının değerlendirilmesi konusunda dünyada bir numara olduğumuz hakkında övünenler bile mevcut. ABD, AB, İngiltere, Çin ve Rusya gibi başka halkları sömürerek zengin olan ülkeler de bu uluslararası ‘iş bölümünden’(!) oldukça hoşnut görünüyor. Biliyorlar ki kendi zenginliklerinin sürdürülebilirliği diğer toplumların daha aza razı olmalarına bağlıdır.
Millî eğitimde eksen kayması
Cumhuriyetin toplumsal kalkınma stratejisi terk edilmeseydi şimdilerde ‘bilgi yoğun’ üretim teknolojisine dayalı modern tarım, endüstri 4.0 ve yapay zeka aşamasına gelinmiş olunurdu. Millî eğitimin temel ilkelerine yeterince uyulsa, üniversitelerin akademik ve araştırmacı niteliği daha fazla geliştirilseydi ekonomik sektörler ile eğitim kurumları arasında güçlü bir etkileşim sağlanmış olurdu. O zaman, muhtemelen birçok Türk şirketi ve markası, dünya ekonomisinde ciddi bir rekabet gücüne sahip olacaktı. Aynı şekilde, cumhuriyetin millî eğitim stratejisi doğrultusunda yetişen vasıflı insanlar çok rahatlıkla kendi anayurtlarında istihdam edilecekti. Ülkede, kamu ve özel yönetim sisteminde daha üretken ve girişimci bir yönetici kadro oluşurdu.
Küreselleşme ve yeni nüfus hareketleri
Çevre ülkelerinde, küresel güçlerin beklentilerine uygun olarak izlenen sömürge ekonomisi politikaları yüzünden, eğitimli bireylerin önemli bir kısmı, diplomalarına uygun iş bulamıyor. Bir kısmı işsizken, önemli bir kısmı da eğitimini almış olduğu alanın dışında, daha düşük ücretlerle çalışıyor. Bu yüzden, yetenekli meslek mensupları, kendi uzmanlık düzeyine uygun iş kollarının olduğu gelişmiş ülkelere gitmek zorunda kalıyor. Toplum, bunların yetişmesiyle ilgili toplumsal maliyete katlanmakla birlikte yaratacakları katma değerden yoksun kalıyor.
Küresel yeni dünya düzeninde -aslında düzensizliğinde- ülkeler arası zenginlik farklılığı giderek artıyor. Bölgesel savaşların ve iç karışıklıkların kışkırtılması sonucunda kitlesel nüfus hareketleri çoğalıyor. Bu karışıklık sonucunda, iyi yetişmiş insanlar zengin ülkelere doğru çekilirken, yoksul ve kimsesiz insanlar sınır güvenliği zayıf başka ülkelere doğru yönlendiriliyor.
Vasıflı insanların yurt dışına itilmesi
Ülkemizde, bir süredir süren ideolojik ve imtiyazlı eğitim politikasına rağmen, nitelikli eğitim yapan özel okullar ile birkaç ciddi üniversitede yetişmiş çok yetenekli gençler bulunuyor. Bu vasıflı insan kaynağının, kendi yeteneğini tam kapasite ile katma değere dönüştürecek ekonomik sektörler oldukça sınırlı kalıyor. Mevcut istihdam politikasında, liyakat gibi nesnel kıstaslar yerine, çoğunlukla partili ya da cemaat mensubu kişilere öncelik veriliyor. Yetenekli insanlar, çoğunlukla kendilerine uygun bir konum bulamıyor. Buna karşılık, Batılı yetenek avcısı konuk akademisyenler, başarılı eğitim kurumlarında yetenekli öğrencilerin kariyerleriyle yakından ilgileniyor.
Küresel kapitalist anlayış ile çevre ülke yöneticilerinin ekonomideki insan gücü politikaları büyük ölçüde birbirini tamamlıyor. Küresel güç merkezleri, değişik sektörlerde bütün dünyadan yetenekli insanları çekiyor. Onların bu çekim gücüne adeta destek olacak şekilde çevre ülkelerin otoriter yönetimleri, yetenekli oldukları için ‘biat’ etmeyen sıra dışı ve muhalif meslek insanlarını iteliyor. Söz gelimi, hekimler, araştırmacı akademisyenler, elektronik mühendisleri, bilgisayar mühendisleri ve programcıları vb. gibi. Batı karşıtlığı görüntüsü altında tam bir Batı toplumları adına insan kaynağı avcılığı ve devşirmesi yapıldığı izlenimi doğuyor.
Tavırlı insan yerine sığınan insan
Otoriter ülke yöneticileri, ‘bilgisiz ve yoksul bir toplumu yönetmek daha kolay olur’ beklentisiyle olmalı, yetenekli ve bilgili insanların dışarıya gidiyor olmasını bir sorun olarak görmüyor. Çünkü, vasıflı insanların, üretken ve başarılı olmalarının verdiği özgüvenle özgür ve bağımsız olma duyarlılıkları yüksek oluyor. Her şartta ve ortamda itaatkâr olmak ve biat etmek gibi bir kişilik zafiyetleri pek bulunmuyor.
Küresel kapitalizmin gölgesi altındaki ülkemizde, yetenekli insan kaynağının, Türkiye’den daha gönençli ve özgür ülkelere gitme isteği giderek artıyor. Buna karşılık, başta Orta Doğu olmak üzere Afrika ve Asya’dan, çoğu vasıfsız 13 milyon gibi bir nüfusla doldurulmuş durumda. Bu nüfusun zor şartlarda hayata tutunma uğruna, olumsuz her türlü olumsuz çalışma şartlarına razı olması, işçi haklarının geriletilmesinde bir manivela gibi kullanılıyor.
Sığınmacı politikası, devletin vergi kaybını ve toplum sömürüsünün en acımasız biçimi olan kayıt dışı ekonomiyi giderek genişletiyor. Türkiye, bu düzensiz ve niteliksiz nüfus hareketleriyle bir taraftan sosyolojik olarak Türk Milleti olma vasfını kaybederken, diğer taraftan Batılı markaların vasıfsız ve ucuz iş gücü deposu hâline geliyor. Türkiye, bir millî ekonomik düzen yerine, dünyanın ortasında ve AB’nin yanı başında çok uluslu bir ucuz işçilik merkezi hâline getirilmesi ortamına doğru sürükleniyor.
Küresel kapitalizmin köksüzlük sendromu
Küresel kapitalist sistem ve türevleri, aslında bir köksüzlük ideolojisidir. Millî kimliğe sahip insanlar yerine, köklerinden kopmuş ve başka bir yere sığınan insanlarla çalışmayı ve çalıştırmayı tercih ediyor. Köklerinden kopmuş ve çaresizlik psikolojisine sahip insanlar, haksızlıklara ve eşitsizliklere karşı direnç gösteremiyor. Hâkimiyet ve direnme bilinci olmayan topluluklar daha kolay sömürülüyor. Küresel kapitalizm, bölgesel savaşlar ve terör örgütleri aracılığıyla kitlesel nüfus hareketlerini kışkırtıyor.
Aslında, AB, kendi sınırları içine vasıfsız ve sorunlu sığınmacı nüfusu istemezken; bu nüfusun Türkiye’ye girişini ve kalıcı olmasını şiddetle arzu ediyor. Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerine yaptırdıkları katma değeri düşük ve kirli sanayi ürünlerini, daha ucuz işçilik ve taşıma giderleri için Türkiye’yi bir kuruluş yeri olarak görüyor. Son yıllar itibariyle Türkiye’de işçi ve sendika haklarındaki gerilemeler ile iş kazalarındaki(!) artışlar dikkat çekiyor. Mavi yakalı ve beyaz yakalı çalışanların gelirlerinin millî gelirdeki payı giderek azalıyor. Birçok beyaz yakalı meslek grubunun gelirlerinde artış, 19. Yüzyılda Taylorizmin mavi yakalı beden işçileri için uyguladığı tipik ücret politikası olan ‘parça başına ücret’ sistemiyle ancak sağlanabiliyor. Söz gelimi, akademisyenlerde ‘ders ve danışmanlık ücreti’ ile doktorlarda ’performans’ uygulaması gibi.
Sonuç olarak, katma değeri yüksek ve ‘bilgi yoğun’ ekonomik sektörlere yönelme, eğitimin niteliğini yükseltir ve başarılı Türk insanının dışarıya gitme gerekçesini ortadan kaldırır. Muhtemelen başka yerlerden yetenekli ve iyi yetişmiş insanları Türkiye’ye çeker. En azından, Türkiye, vasıfsız sığınmacılar için cazibesini kaybetmiş olur.
————————————–
Kaynak:
https://millidusunce.com/misak/gidenler-neden-gitmek-istiyor/