Güneydoğu’nun özellikle Cizre, Nusaybin, Sur ilçelerinde, PKK’nın Kobani’ye öykünerek gerçekleştirdiği yeni eylem biçimi ve yeni “Savaş Stratejisi” toplum üzerinde psikolojik olarak travma yaratacak boyutlara ulaşmıştır.
05 Ocak 2016
Güneydoğu’nun özellikle Cizre, Nusaybin, Sur ilçelerinde, PKK’nın Kobani’ye öykünerek gerçekleştirdiği yeni eylem biçimi ve yeni “Savaş Stratejisi” toplum üzerinde psikolojik olarak travma yaratacak boyutlara ulaşmıştır. Travma bireyde duyusal, davranışsal ve fiziksel sonuçlara neden olur. Travmanın kaynağı birey üzerindeki etkinin de derecesini belirler. Travma olayın sonucuna bağlı olarak gerçekleşir. Her tehlikeli olay veya şiddet travmaya sebep olmaz. Ölümle karşılaşma, ölüm korkusu, kendisinin ve başkasının fiziki bütünlüğüne darbe ile karşılaşmış, ölüm ve yaralanmaya tanık olmuş kişiler genellikle travma yaşarlar. Bütün bu durumlar karşısında bireyin çaresiz kalması, aşırı korkuya kapılması, ümidini yitirmiş olması, dehşete kapılma gibi tepkiler vermiş olmalıdır. Literatürde “Travmatik Yaşantı”, “Normal Yaşantı”nın doğal akışında aksamaya neden olan, alışılmışın dışında, yoğun strese yol açan, sarsıcı bir olay, yoğun bir “Kayıp” duygusunun olduğu yaşantılardır. Bu kayıp, güvenlik duygusunun, kimliğin ve geleceğin, geçmişe bakıp geleceği tahmin etme yetisinin, yaşam üzerindeki kontrolün, yakınların, diğerlerine güvenin, umutların, kişisel gücün, arkadaşların, evinin ya da eşyalarının KAYBIDIR.1
Travmaya neden olan afetlerin iki kaynağı vardır. Birincisi, insan dışı olarak da anılabilecek olan deprem, sel gibi doğal felaketlerdir. İkincisi de insandan kaynaklanan felaketlerdir. Bu ikinci grup travma kaynakları birincisine göre insan üzerinde daha fazla ve şiddetli bir etki bırakır. Çünkü, birincisinde Allah’tan gelen bir durum söz konusu olduğu için insan kadere bağlılığı oranında travmayı çabuk atlatır ve şiddetli yaşamaz. Ama insandan kaynaklanan ikincisi asıl olarak travma kaynağıdır. Savaşlar, terör, cinsel taciz ve tecavüz, çocuk istismarı, iş kazaları, ölümcül bir hastalık yani kişinin insandan kaynaklanan ve başa çıkmasını zorlaştıran olaylar travmatik olaylardır.
Travma çok çeşitli psikiyatrik belirti ve hastalıklara yol açabilir. Akut Stres Tepkisi, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), Travmatik Yas, Depresyon, Somatoform Bozukluklar, Alkol-Madde Kullanım Bozuklukları, Anksiyete ve Mizaç Bozuklukları, Psikotik bozukluklar, varolan eski psikiyatrik bozukluğun alevlenmesi, kişinin toplumla uyumu ve iş, sosyal yaşantısında aksamalar, çalışma veriminin düşmesi travmatik olaylardan sonra en sık karşılaşılan psikiyatrik bozukluklardır. Ancak travmalardan sonra en sık rastladığımız psikolojik sorunların başında Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gelir.2 Terörist saldırılar, travmatik olaylardır ve bu saldırılara maruz kalan kişilerde, başta travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olmak üzere, çeşitli psikopatolojilerin gelişmesine neden olmaktadır.3
Bu olaylarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) üzerine özel çalışmalar yapılmıştır. Terörist saldırılar nedeniyle TSSB gelişimi ile ilgili yapılan çalışmaların çoğunda kadın olmanın, etnik bir azınlıktan olmanın, düşük eğitim seviyesinde bulunmanın, çalışmıyor olmanın, daha az sosyal desteğe sahip olmanın; bekar olmanın, daha genç yaşta bulunuyor olmanın, daha önce psikiyatrik tedavi öyküsüne ve geçmişte travma öyküsüne sahip olmanın TSSB gelişimi açısından risk faktörleri oldukları bildirilmektedir.4 Yapılan araştırmalar, tekrarlayan terörist saldırılardan etkilenen topluluklarda, yeni bir saldırının gerçekleşebileceği ile ilgili kaygının anlamlı derecede daha yüksek olduğu, bu durumun saldırıdan sonraki erken dönemde gelişen TSSB semptomlarının iyileşmesini olumsuz yönde etkilediği ve bu topluluklarda TSSB yaygınlığının daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca belirtilmesi gereken bir diğer husus da, dini ya da azınlık olan bir etnik gruptan olanların, bu tür saldırılardan psikolojik olarak daha çok etkilendikleri ortaya çıkmıştır.5
Otuz yıldır süren terör olayları Güneydoğu insanını olduğu kadar bütün Türkiye’yi etkilemektedir. Doğaldır ki; bölge insanının maruz kaldığı mağduriyet daha fazla ve şiddetlidir. Sur, Nusaybin, Cizre gibi ilçelerde meydana gelen sokağa çıkma yasağı ve iç savaş modelinde bir çatışma ortamı, günlerce temel ihtiyaçların giderilmesinde karşılaşılan sorunlar, şehrin ortasında sürekli silah sesleri ve patlamalar toplumun psikolojini derinden etkilemektedir. Bu durum Kürtler üzerinde bir mağduriyet psikoloji için uygun ortam yaratmaktadır. Çözüm Süreciyle uygulamaya sokulan politikalar ve kullanılan söylemlerin Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde, mağduriyet psikolojisini daha da derinleştirdiği görülmektedir. Çözüm Sürecine/Kürt Açılımına bağlı olarak Mağduriyet psikolojisini pekiştiren etkenler şunlardır:
- PKK ile Kürtleri Eşitleyen ve Özdeşleştiren Hükümet Politikaları. Çözüm Süreci olarak tanımlanan Kürt Açılımı son safhasında PKK’yla bir müzakere sürecine dönüşmüş ve terörün değil de Kürt sorununu bitirmek için bir yönteme dönüşmüştür. Bunun için de PKK, hükümet eliyle Kürtlerin temsilcisi konuma oturtulmuştur. PKK lideri Öcalan “Kürtlerin Lideri” olarak bizzat hükümet bakanı tarafından ilan edilmiştir. Bu siyasi atmosferden faydalanan PKK bölgede dağdan şehre inmiş, yapılanmış, gerçek anlamda paralel bir devlet yapılanmasına girişmiştir. Bütün bunlar halkın gözü önünde olmuş ve halk PKK’yı kendi temsilcisi olarak kabul etmek zorunda kalmıştır çünkü devlet öyle davranmıştır. Bu esnada PKK kendi bölücü fikirlerinin propagandasını rahatça yürütmüş ve sadece fiziki sahada değil gönül ve akıl alanındaki sahasını da genişletmiştir.
İşte devletin Kürtleri PKK terör örgütü ile özdeşleştiren politikası, PKK ile mücadeleyi Kürtlerle mücadeleye dönüştürmüştür. Kürtler artık devletin PKK ile iç güvenliği sağlamak için yürüttüğü mücadelesini Kürtlerle mücadele olarak algılamaya başlamıştır. Bütün bunlarda mağduriyet psikolojini Kürtler nezdinde meşru bir zeminde ve güçlü bir şekilde ortaya çıkarmaktadır.
- PKK’nın güçlü propaganda mekanizması yanında sol, İslamcı ve liberal aydınların PKK’nın dilini ve söylemini kullanarak ulusal ve uluslararası çevrelerde oluşturduğu “Kürtlerin katliama uğruyor”, “Kürtlerle savaşılıyor”, “Kürt bebekler katlediliyor”, gibi terör örgütü ile mücadele değil de sanki toplumla savaşıyormuş algısı fotoğraf ve videoların da desteğiyle dünya kamuoyuna sunulmaktadır. Hükümete bağlı seçkinlerin dahi PKK’ya “Kürt hareketi” diyen bir dili kullanıyor olması bilişsel dünyalarında bir terör örgütü olan PKK’nın nasıl meşru bir zemine oturtulduğunu gösterdiği gibi Kürtlerin de kendini bu örgütten bağımsızlaştıramamasına neden olmaktadır. Bu durum Türkiye Devleti ve toplumu aleyhine propagandanın etkililiğini daha da artırmaktadır.
Böylece Kürtlerdeki mevcut mağduriyet psikolojisi daha da güçlenmekte ve tehlikeli bir hal almaktadır. Mağduriyet psikolojisi “Haksızlığa Uğrama” algısı üzerinde yükselir. Mağduriyette şiddet olgusu vardır. Şiddete uğrama. Bölge insanında da bu fazlasıyla var. Kimin tarafından uğranıldığı önem taşımıyor. Peki şiddeti kimin yaptığı ne zaman önem kazanıyor? Bu olayların faillerinin, asıl sebep olanların kim olduğu sorusuna halk cevap vermeye başladığında önem kazanır. Her zaman için kimin propagandası güçlü ise o yönde bir yaklaşım benimsenir. Yani PKK propagandası ağırlık kazanırsa ki öyle olacak, bu durum devletin kaybetmesi yani suçlanması anlamına gelecek. En önemlisi de toplumun hem psikolojik hem de sosyolojik yarılmasını tahkim edilecek böylece.
Devleti yöneten Yeni Türkiye güvenlik bürokrasisi, maalesef paralel denilen yapıyla mücadeledeki ciddiyeti ve kararlılığı PKK ile yürütmediği görülüyor. Mesela nasıl paralel yapının mali ve ekonomik kaynaklarıyla insanı hayrete düşüren bir mücadele yürütülüyorsa bakıyorsunuz PKK’nın mali ve ekonomik kaynaklarına karşı mücadele yok. Bu örnekteki gibi, devlet bölgede de PKK’nın aleyhine ve yöre halkının topluma entegrasyonunu tahkim edecek çalışmaları söz konusu değil. PKK’nın –hala dokunulmayan- gazeteleri, televizyonları ve sitelerine baktığımızda Kürt kimliği üzerinden inanılmaz bir mağduriyet yaratıldığını görüyoruz. Öldürülen, “Kürt çocuklar”, “Kürt Kadınlar” “Kürt Coğrafyasının Kuşları” gibi sözler üzerinden kurdun, kuşun ve otun dahi Kürt kavramı üzerinden bir söylem benimsenmiş. “Tamam biz Kürdüz, hayvanlar da Kürt mü? Onları niye öldürüyorlar?“… gibi başlıklar atılabiliyor. Ve bu üslup yaygınlaştı. PKK dili aydının dili haline geldi. Hükümetin baskı kurduğu grupların çokluğu ve bunların gücü nispetinde de bu dil hakimiyet kazanmaktadır. Hükümetin yayın organı gibi çalışan gazete, televizyon ve sitelerde yazarların da PKK’yı tanımlamak için “Kürt Hareketi”, “Barış”, “Kürt Bölgesi” gibi bir dil benimsemiş olması durumu daha da hassaslaştırmaktadır.
Yandaşı ve muhalifi ile aydınların kullandığı dil öyle bir hal aldı ki, sanırsınız yabancı bir ülke ordusu Kürdistanı işgal etmiş, burada katliam yapıyorlar. İşgalci güçler o kadar gaddar ve zalim ki insanları sırf Kürt olduğu için öldürüyorlar. Hatta o kadar Kürt düşmanı ki, bu işgalci Türk ordusu, Kürtlerin hayvanlarını, kuşlarını dahi Kürtlere ait olduğu için yok ediyorlar.
Bu PKK’yı haklı çıkaran bu propaganda dili sadece örgütü bağlı site ve gazetelerde, televizyonlarda değil, İslamcı ve sosyalist yayınlarda da aynı üslupla devam ediyor. “Kürdistan Bombalanıyor”, “Kürt Çocukları Öldürülüyor”, “Kürtlere Zulmediliyor”, “Direnen Halk Yok Ediliyor”….
Elbette basın yayın organlarındaki bu propagandanın dışında esas tehlike KCK’nın milis güçleri. Halkın içindeki elemanları, taraftarları. Hükümetin Çözüm Süreci gafletiyle başlattığı ve bugün devletten dahi daha güçlü olduğunu gördüğümüz alan hâkimiyetleri. Maalesef bu güçlerini propaganda alanında çok iyi kullanıyorlar. İşte bütün bunlar uzun vadede Türkiye’nin sosyal psikolojik ve kültürel alandaki bölünmesinin zeminini oluşturuyor. Bu tehlike önlemez değil. Ama bu sorun siyasal elitler tarafından bir “AKP Sorunu” değil toplum sorunu olarak değerlendirilmelidir. Hükümet artık meseleyi kısa vadeli parti çıkarı konseptinden uzun vadeli toplum çıkarı konseptine oturtmalıdır.
Bölgede sosyolojik bir kırılma yaşanıyor. Camiler kullanılamaz hale getirilirken, vatandaş dini ihtiyaçlarını bile karşılayamaz halde. “Suriye’de Emevi camisinde Cuma namazı kılacağız” diyerek kapasitesinin çok üstünde konumlanan Yeni Türkiye’nin siyasal elitinin Diyarbakır Ulu Cami’de Cuma kılamaması üzüntü vericidir. Rusya’ya kafa tutan bir siyasal elitin Şırnak’ın, Diyarbakır’ın ilçelerine günlerce bilmem kaç generalle operasyon yapıp girmekte zorlanması oturup üzerinde düşünmemiz gereken sorunlardır. Türkiye’yi yönetenlerin en büyük sorunu, kendi partililerine, seçmenlerine yönelik duygu okşayıcı hamaset politikaları yüzünden toplumun ve devletin genelinin çıkarlarını feda etmeleridir. Büyük büyük sözler edilmesi, ülkenin siyasi ve sosyolojik yapısının uzun vadeli beklentilerinin göz ardı edilmesi bizi bekleyen en büyük tehlikelerin de kaynağıdır.
Camilerin, okulların, hastanelerin yakılması, bombalanması bize gösteriyor ki, PKK Kürtlerin menfaatini düşünmemekte, değerlerine hassasiyet duymamaktadır. Savaş hukukunda bile yeri olmayan hastane, dini ibadet mekânları, okulların yok edilmesi terör örgütü PKK’nın “Halk İçin Yürüttüğü Savaş”ta gerçek yüzünü göstermektedir. Fakat bu yıkımların devletten daha etkili bir propaganda gücüne sahip olan PKK’nın “devlet güçlerince bombalandığı” propagandası ile PKK’nın değil devletin üzerinde kalacağını da şimdiden öngörebiliriz.
PKK’nın gerçek yüzünü şimdi görüyor değiliz. Öğretmenlerimiz, imamlarımız, doktorlarımız PKK’nın ta başından beri düşmanıdır. Güvenlik mensuplarımız dışında en çok şehit veren meslek grubumuz öğretmenlerimizdir. Esas olarak sormamız gereken Kürtlerin değerlerini hiçe sayan bir örgütle hala müzakerelerin masada olmasıdır. PKK’nın Kürtlerin temsilcisi statüsünde tutulmasıdır. Öcalan’a hükümet partisinin mensupları tarafından övgüler düşülmesidir. Esas sorgulamamız gereken hükümetin bu politik tutumudur. Ciddiyet yoksunluğudur.
Bölgeden öğretmenlerin çekilmesi, sosyal hizmetlerin bitmesi demek devletin bölgeden çekilmesi ve bitmesi demektir. Şu anda devlet bölgede, söylemesi zor ama “Var Olma Mücadelesi” veriyor. Kime karşı var olma mücadelesi veriyor? Çözüm süreciyle yerleşmesine göz yumduğu ve inanılmaz bir gaflette terk ettiği PKK’lılara. Şimdi TOKİ oralarda iç savaştan çıkmış bir ülke gibi yakılan, bombalanan, yıkılan evleri yeniden yapacakmış. Önemli olan yukarıda belirttiğim gibi gönüllerin yapılması, yeniden inşasıdır. Kalıcı olan gönül yarasıdır, sevgisizliktir, bu ülkeye yabancılaşmadır. Bu kalıcı yaraların yok edilmesi, tedavi edilmesi, gönüllerin alınmasıdır. Bütün bu sorunların ana kaynağı olan ve yaralar açarak hep açık bırakan PKK’nın mali, ekonomik, siyasi desteklerinin yok edilerek bitirilmesi zorunludur. PKK, hükümetin bir takım politik tasarrufları için “Araçsallaştırılan” aktör konumundan derhal çıkarılması gerekir.
1 Nuray Sarp, “TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU NEDİR?”, https://www.psikonet.com/travma-sonrasi-stres-bozuklugu-nedir_nedir-240.html.
2 Gönül Acar, TRAVMA NEDİR?, https://www.psikonet.com/travma-nedir_nedir-198.html
3 Altan Eşsizoğlu, Hüner Aydın, İsrafil Bülbül, “Terörist Saldırılar Sonrasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Bir Gözden Geçirme”, Klinik Psikiyatri 2009; 12: 100 (s. 99-104)
4 Altan Eşsizoğlu, Hüner Aydın, İsrafil Bülbül, “Terörist Saldırılar Sonrasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Bir Gözden Geçirme”, Klinik Psikiyatri 2009; 12: 100 (s. 99-104)
5 Altan Eşsizoğlu, Hüner Aydın, İsrafil Bülbül, “Terörist Saldırılar Sonrasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Bir Gözden Geçirme”, Klinik Psikiyatri 2009; 12: 101 (s. 99-104)
Kaynak :
http://turkhaber24.com/pkk-ic-savas-psikolojik-travma-5468.html