Ön savunma hattı her biri 5 ya da 7 sıra halinde dizilmiş üç bandondan oluşuyordu. Bu askerler düşmanın taarruzuyla oluşan ilk şok dalgasını karşılıyorlardı. İlk hattın ardından her biri 8 ya da 10 sıra halinde dizilmiş dört yarım bandondan oluşan ikinci hat vardı. Bunlar ön hattaki bandonların hemen arkasında değil, aralarındaki boşlukta yer alıyorlardı. Böylece geri püskürtülmesi gereken ilk hat aradaki boşluklara çekilebilecekti. Bu iki hattın daha ilerisinde düşmanın göremeyeceği şekilde kamufle olmaya çalışan iki grup asker yerleştiriliyordu. Enedri (Pusuya Yatanlar) denen bu askerlerin başlıca görevi, düşmanın gerisine sarkmak ve ani saldırılarla düşmanın kanat kuvvetlerini taciz etmekti.
Bizans ordusu açık alanda savaşmayı sevmese de, açık alanda savaşmak ve taarruz etmek konusunda da becerikliydi. Orduları silah ve zırh donanımı açısından iyi ancak esneklik ve hareket kabiliyeti açısından hasımlarına oranla zayıftı. Merkez kuvvetlere imparator, kanatlara ve ihtiyatlara ise prensler ve becerikli komutanlar komuta ederdi. Dışarıdan bakıldığında ürkütücü bir görünüm sergilemelerine karşın askerlerin birlik-beraberlik-vatana bağlılık gibi mefhumları önemsemeyişi ciddi bir handikaptı. Zira ortak bir aidiyet duygusu ve ülkü birliğiyle savaşmayan, çoğunluğu maddiyat için savaşan askerlerin zor durumlarda dağılması kaçınılmazdı.
Selçuklu ordusunda da acemi askerlerin eğitimi gayet ağırdı fakat katılım büyük oranda gönüllülük esasına dayandığı için Bizans ordusuna benzer bir dağılma durumu yaşanmıyordu. Toplum içindeki erkeklerin küçük yaşlardan itibaren at ve silah kullanmayı öğrenmesi ordu açısıdan önemli bir avantajdı. Ordunun temel savaş stratejisi doğrudan taarruz ve hareketliliğe dayanmaktaydı. Askerlerin savaş devam ederken yerinde ve zamanında manevra yapabilmesi çok önemliydi. Ordu savaş meydanında daha önceki İslam devletlerine benzer biçimde, merkez (kalp), sağ kanat (meymene), sol kanat (meysere), öncü (mukaddeme pişdar), ardcı (saka-dümdar) düzeninde yer tutuyor, karagâha bölümüne ise Muasker adı veriliyordu. Selçuklu ordusu evvelde Türkmen askerlerden müteşekkilken zaman geçtikçe karışıp, profesyonelleşti. Bilhassa Vezir Nizamülmülk döneminde köle kökenli profesyonel Gulam askerlerinin ağırlığı arttı.
Selçuklu orduları da, tıpkı Bizanslılar gibi, meydan savaşlarını fazla tercih etmemişler, kalabalık düşman birimlerini ani baskınlarla yıpratarak sonuç almayı amaçlamışlardır. Coğrafi açıdan uygun olan arazilerde (dar vadi, nehir kenarı vs.) çevredeki yüksek tepeleri veya dağlara gizlenip, hasmı evvela ok yağmuruna tutarak şoka uğratırlar, düşman ordularını birkaç parçaya bölerek sayı avantajlarını engellemeye çalışırlardı.
Bunlarla birlikte, en çok kullanılan savaş taktiği sahte ricattı. Ani saldırıların akabinde ani geri çekilmelerle düşmana bozgun hissiyatı verilir, kendilerini takip eden düşman askerlerini ise belirli bir mesafeye kadar merkezden uzaklaştırdıktan sonra kanatlardan manevra yaparak çembere alırlardı. Ayrıca çeşitli savaş hilelerini kullanmakta ustaydılar. Düşman ordusu ile karşılaştıklarında muharebe öncesinde gece taarruzları pek yapılmadığından düşmanlarının görebileceği yüksek noktalara ateşler yakıp, sayılarının azlığını belli etmemeye ve hatta aksine sayılarını fazla göstermeye çalışırlardı. Geceleri kurt gibi ulumak, saçlarını kazıyıp düşman önüne atmak, nâra atmak, Davul ve borazanlar çalarak düşmanın cesaretini menfi yönde etkilemek sıkça kullanılan yöntemlerdi. Bunlara geçilen yerlerdeki ekin ve otları yakıp düşman ordusunun hayvanlarını aç – güçsüz bırakmak da eklenebilir.
Muharebeye gelirsek… Savaşın hemen öncesinde Bizans ordusunda bulunan Türk asıllı askerlerden mühim bir kısmın saflarını terkederek, soydaşları Selçuklular’a katıldığını biliyoruz. Bu kişilerin Bizans ordusu hakkında Sultan Alparslan’a verdiği bilgiler savaş esnasında Selçukluların işine bir hayli yaramıştır. Durumun vehametini idrak eden İmparator Diogenes, birliklerinde kalan diğer Türk askerlere sadakat yemini ettirip, komutan olarak görev verdiği Türk asıllı Khrysoskul’u derhal İstanbul’a yollamıştır.
Bizans Piyadesi
Meydan muharebesi başlamadan önce yaklaşık üç günlük bir süreçte Malazgirt Kalesi çevresi ufak çaplı çarpışmalara sahne oldu. Bizans ordugâhını çevreleyen Türk hafif süvarileri özellikle geceleri Bizans askerlerini taciz etmeye başladılar. Bu tacizler Bizanslıların moralini ciddi anlamda bozdu. İlaveten, orduda başlayan yiyecek ve su sıkıntısı askerleri olumsuz etkileyen başka bir unsurdu. Diogenes, etrafını çeviren Türklerin dikkatini dağıtmak ve askerlerini toparlamak için savaş alanına getirilen tüm değerli eşyaları ordugâhın önüne yaymıştır. Böylece ordugâh düşecek olursa, ganimet toplama hevesine düşecek olan Türkler Bizans askerlerinin üzerine gitmeyi göze almayacaktı. Fakat Diogenes’in bu savaş hilesi netice vermeyecek, hatta kendi ordusundaki paralı askerler bu değerli eşyalara göz dikeceğinden henüz savaş başlamadan ordu içerisinde çözülmeler oluşacaktı.
Alparslan yaptırdığı ufak çaplı tacizlerin akabinde ordusunun maneviyatını takviye edebilmek amacıyla büyük meydan savaşını Cuma gününe denk getirdi. Ancak nihai vuruşmadan önce Bizans tarafına son bir sulh anlaşması önerdi. Alparslan’ın İslamî hükümlere uygun biçimde yaptığı bu hareketi Diogenes bir zaafiyet ve korkaklık şeklinde algılayıp, reddetti. Bu durum Selçuklu ordusunun savaş kararlılığını daha da arttırdı. Savaşa başlama anını Cuma namazı vaktine kadar erteleyen Alparslan, kılınan Cuma namazını takiben beyazlar giyip kokular sürünmüş halde askerlerinin karşısına çıktı. Yaptığı konuşmada, şehit düşerse vurulduğu yere gömülmesini ve kendisinden sonra oğlu Melikşah’a biat edilmesini vasiyet etti. Daha sonra muharebeye bir hükümdar gibi değil, basit bir nefer gibi iştirak edeceğini, kendisinin din ve devlet uğruna çarpışmak için orada bulunduğunu ancak isteyen herkesin savaş alanından çekilmekte hür olduğunu ifade etti. Daha sonra söylediklerini tasdik etmek için atının kuyruğunu bizzat bağlayarak, ön saflarda çarpışacağını gösterebilmek niyetiyle ok ve yayını bırakıp, kılıç ve topuzunu aldı.
Aynı sıralarda Bizans ordusunda da dini merasimler yapılmaktaydı. Çadırlardan ilahi sesleri yükselirken, ordu içerisinde bulunan asilzade ve papazlar ellerinde renkli bayraklar ve büyük haçlarla askerlerin maneviyatını yükseltmeye gayret ediyorlardı.
Öğleden sonra her iki taraf da muharebe düzenine geçti. Bizans ordusunun merkezinde İmparator Romanos Diogenes, sağında Bryennios, solunda Aleates yer alırken Caesar İoannes’in (ki Romanos Diogenes’in düşmanlarından biriydi) oğlu genç Andronikos Doukas geride, ihtiyatların başında kalmıştır. Sultan Alparaslan da ordusunu dört ana birime ayırmıştı. Bunlardan daha kalabalık olan iki süvari birimini savaş alanının çevresindeki tepelere yerleştirerek pusuya geçmelerini emretmişti. Üçüncü birimi düşmanın gerilerini tutması için müsait bir mahalde mevzilendirdi. Kendisi ise Diogenes’in tam karşısında yer aldı.
Savaş, Selçuklu merkez kuvvetlerindeki atlı okçuların atışlarıyla başladı. Okçuların atışı altında merkezdeki diğer askerler de hücuma kalktılar. Selçuklu ordusunun sadece dörtte hücum ettiğinden bu cüzzi kuvvet karşısında kat’i muvaffakiyet amaçlayan Diogenes tüm ordusuna taarruz emri verdi ve yavaş yavaş çekilmeye başlayan Türkler’i takibe aldı. Diogenes’in bu hareketi Alparslan’ın ekmeğine yağ sürmek anlamına geliyordu. Zira sahte ricat başarıya ulaşmış, Diogenes’in kuvvetleri Alparslan’ın pusuya yatırdığı askerlerinin ok ve kılıçlarının ucuna düşmüştü. Diogenes hatasını anladığında da iş işten çoktan geçmiş olacak ve Bizans askerleri Türkler tarafından çembere alınacaktı. Bizans ordusunun ihtiyat kuvvetlerinin başında bulunan Andronikos ise mevcut manzarayı bir bozgunmuş gibi aksettirerek firara teşebbüs etmişti. Onu gören başta Ermeniler olmak üzere, pek çok asker de hezimete uğradıklarına inanarak canlarını kurtarmak amacıyla savaş alanından kaçmaya başladılar. Türklerin üstünlük haberi Ahlat’taki Bizans kuvvetlerine ulaşınca onlar da kaçmayı yeğlediler.
Karanlık çöktüğünde Bizans ordusu etkisiz hale getirilmişti. Yaralı olarak esir edilen İmparator Diogenes (Doğu kaynaklarında Diogenes’in köle olan bir Gulam askeri tarafından esir edildiği, bu askerin Diogenes’in imparator olduğunu bilmediği fakat soylu olduğunu düşünerek kimseye kaptırmamak için kendisini gece boyunca saklayıp, ertesi sabah erken saatlerde Sultan Alparaslan’ın huzuruna çıkardığı belirtilir) ve komuta kademesi Sultan Alparslan’ın huzuruna getirildi. Huzura getirilen esirin imparator olduğu gerek Basilakis’in onu görür görmez ayaklarına kapanarak ağlamasından gerekse Bizans karargâhına gönderilen elçilik heyeti ile yüzleştirilmesinden anlaşılınca Alparslan Diogenes’e hürmet gösterip, kendisiyle uzun süre sohbet etti. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Alparaslan, Diogenes’i barış teklifini reddetmesinden dolayı eleştirmiş, Bizans ordusunun yenilmesindeki nedenleri yorumlamış ve nasıl bir muamele beklediğini sormuştur. Diogenes ise öldürüleceğini ya da teşhir edileceğini düşündüğünü belirterek, ufak bir ihtimalle affedilip müttefik sıfatı ile memleketine yollanabileceğini söylemiştir. Aldığı cevabın akabinde Alparslan, Diogenes’i teselli ederek kendisine misafir gibi davranacağını vurgulamıştır. Daha sonra iki hükümdar arasında ittifak muahedesi yapılmış ve Diogenes yanındakilerle beraber bir Türk süvari birliğinin koruması altında ülkesine teslim edilmiştir.
Malazgirt Savaşı’nda Bizans mağlubiyetinin (dolayısıyla Selçuklu zaferinin) farklı sebepleri vardır. Pek çok kişi Bizans ordusundaki Türk asıllı askerlerin savaş öncesinde ansızın taraf değiştirmesini maddi ve manevi anlamda Bizans hezimetinin ana âmili gösterir ancak savaşın en kritik döneminde Ermenilerin kaçması ve bunun diğer askerleri de etkilemesi, Diogenes’ten hazetmeyen Andronikos’un savaş alanını terki, Diogenes’in aceleci ve hatalı idaresi (Oysa ki kendisinden yaklaşık 150 sene önce doğan İmparator VI. Leon’un savaş sanatı üzerine yazdığı meşhur Tactica‘sında düşmanın gücü ve imkanları tam olarak bilinmeden kesinlikle savaşa girişilmemesi belirtiliyordu. Oradaki bilgileri özümseyen bir komutanın Malazgirt’te daha ihtiyatlı davranacağı muhtemeldir.) de Bizans açısından hezimeti getiren etkenlerdendir. Öte yandan, Alparaslan’ın dirayetli sevk ve idaresiyle şekillenen sahte ricat ve pusu uygulaması en az yukarıdaki nedenler kadar savaşın kazanılmasında rol oynamıştır. Alparslan’ın stratejik ve taktiksel bazdaki uygulamaları Bizanslıları hiç alışık olmadıkları bozkır muharebe usülü karşısında çaresiz bırakmıştır.
Modern tarihçilere göre Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunun mevcutu 70 000 civarındayken Selçuklular’ın asker sayısı 20 000 ila 30 000 dolaylarındaydı. İki ordu da büyük çapta süvariden oluşuyordu. Bizans ordusunda miğfer – uzun zincirli zırh (zırh eldivenler ve diz altından topuğa kadar uzanan zırh dahil) kullanan ağır süvari unsurları bulunuyorken bu unsurlar silah olarak geniş bir kılıç, hançer, uzun bir mızrak ve süvari yayı ile teçhiz edilmişlerdi. Bazılarında savaş baltası da bulunuyordu. Selçuklular ise hafif süvariden mürekkep olup, hareketlilikleri en önemli artılarıydı. Kullandıkları silahlar arasında ok ve yay – mızrak – kargı – harbe (kısa bir mızrak türü) – hançer – kama – pala – kılıç – gürz – balta – çekre (dört köşeli, baş parmak kalınlığında, keskin uçlu zırh delici kurmalı ok) vardı. Ayrıca korunmak için kalkan ve miğferler de mevcuttu.
Malazgirt Savaşı’nın stratejik – taktiksel düzeydeki gelişimi hakkında merhum Dr. General Oğuz Turan’ın ” Türklerde Stratejik ve Taktik Düşünceler” adlı çalışması çok değerli bilgiler içermektedir. Biz de bunları paylaşarak konumuza nihayet kazandırmayı uygun görüyoruz:
“… Malazgirt’te Bizans ordusu, cephe taarruzu yapacak şekilde ve ihtiyat olarak düşünülebilecek ikinci kademesini de birinci kademenin gerisine yerleştirmiştir. Alparslan, daha bidayette, bir durum üstünlüğü sağlamak için, süvarilerini iki kanadına almış olup, bunları da arazide gizlemiştir. Cephe, düşmanı tespit edecek kadar kuvvetlidir, ve yarım daire şeklinde düşmanın kanatlarını kavramaktadır. Böylece, daha başlangıçta düşmana bir durum üstünlüğü sağlamıştır.
… Yan kuşatma taarruzu yapacak olan Selçuklu kuvvetleri, biraz önce de belirtildiği üzere gizlenmiştir. Bizans ordusu, ilerledikçe, yan ve gerilerini, daha da bu gizlenmiş Selçuklu kuvvetlerinin tesirine bırakır. Bu Alparaslan’ın harekat planının ikinci safhasıdır. Böylece yanları taarruza elverişli hale gelen Bizanslılara 3. safhada kesin darbe vurulur.
Yan taarruzu için tertiplenmiş olan Selçuklu kuvvetleri düşmanın iki yanına, Selçuklu süvarileri de gerisine, yavaş yavaş geri çekilip, sonra savunmaya geçen cephedeki kuvvetleri de cephesine karşı şiddetle taarruza başlarlar. Böylece bütün Bizans ordusu akşama kadar imha edilir.
… Bu muharebede kanatlardaki kuvvetlerin arazide saklanması, harp hilesi olarak tamamıyla bir dolaylı tutumdur.
… Muharebe alanı olarak seçilen arazi engebeli olup, bu sayede kanatlardaki kuvvetler kolaylıkla saklanabilmiştir.
… Bu muharebede kanatların gizlenerek daha sonra Bizanslıları kuşatması, harp prensiplerinden manevra ve baskın prensiplerinin tatbikine en güzel örnek oluşturur.“