Osman OKTAY
Aslında iddiamın ana fikri de özeti de yalnızca bir cümlelik: “Eğer devletimiz kendi israfını önlerse Türkiye en az iki kat büyür!”
Yakın çevremdeki dostlarım, arkadaşlarım bilirler ki bu iddiamı yıllardan beri seslendirir dururdum da devletimizi yönetenler, iktidara gelenler bunu neden, niçin, nasıl fark edemezler bir türlü akıl erdiremezdim; ta ki 17 Nisan 1915 günü Bursa’da verilen bir yemekte konuşan zamanın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şu ifadelerini duyana kadar: “13 yıllık iktidarımız süresince en başarısız olduğumuz konu Lüks ve İsrafı Önleyememiş Olmamızdır. Eğer Bunu Önleyebilseydik Vatandaştan Vergi Almak Zorunda Kalmazdık!” Demek ki biliyorlarmış, farkındalarmış da… İşte bütün mesele yalnızca iki harften oluşan o “da” da gizli. Ama orada bulunan partililerden, iş adamlarından, gazetecilerden biri de çıkıp “Madem farkındasınız da niye gereğini yapmadınız?” diye sormayınca o söz uçtu gitti, gazetelere yazılanlar da piknik sofralarında israf malzemelerini sarıp sarmalayıp çöpe atıldı. Derken, hemşerim olduğunu Geçici Seçim Hükümeti’ne Bakan olarak atandıktan sonra öğrendiğim Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşen Gürcan’ın şu açıklaması geldi: “Bakanlığım son dört yılda toplam 203 Milyon 40 Bin 800 TL Bina ve Taşıt Kirası Ödedi!”
Malum, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, “yandaş” olduğu söylenen bir işadamı/müteahhidin yaptığı binada kiracı olarak oturuyor. Buna benzer pek çok devlet kuruluşu da her nedense kirada… Mesela bir Eti Holding meselesi anlattılar ki “Tüyü bitmedik yetim haklarının” nasıl yendiğini kör gözlere sokmaya, sağır sultanlara duyurmaya yeter de artar bile. Bu kurumun Ankara Sıhhiye’de, Hanımeli Sokağın hemen başında bir binası vardı. Birkaç yıl önce tadilat için milyarlarca para harcanmış. Bu arada –her nedense- bir devlet kuruluşu olan Eti Holding’in başka yere taşınmasının daha uygun olacağı düşünülmüş ve Eskişehir Yolu’nda yeni bir bina yapılması için karar çıkmış. Bu da yetmemiş; yani, “Bina yapılana kadar hazır tadilatını yaptırdığımız bu binada oturalım” dememişler ve Etlik’te “Anteras” adıyla bilinen yerde yıllığı 17 milyona mı ne bir yer kiralayıp oraya taşınmışlar. Bir de baktık ki, Sıhhiye’deki asıl binayı yıkıyorlar. (Şimdi orası otopark olarak kullanılıyor) İşin özeti devletimiz, o binalara verilen yalnızca bir yıllık kira bedeli ile en az yüz yıl kullanılacak binalar yapmak yerine birilerini zengin ederek milletin emeğini çöpe atmayı tercih ediyor. Gerçi, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına yaklaştığımız sıralarda devletin hâlâ binaya ihtiyacı olması da ayrı bir konu ya…
Bir de malum, “Makam aracı saltanatı” var… Türkiye’de 183 bin civarında makam aracı olduğu söyleniyor. Bunların dışında bir de son yıllarda yaygınlaşan kiralama metodu var. Resmi dairelerce kiralanan sivil plakalı binlerce araç trafikte dolaşıyor ve hangi makama ait olduğu, nereden gelip nereye gittiği bilinmiyor. Dolayısıyla özel işlerde kullanılıp kullanılmadıklarının kontrolü de mümkün değil. Milletvekili, Bakan, Bürokrat olmadan önce mesela İmam, Müftü, Vaiz olup da cemaate hitaben, “Ey Cemaat-i Müslimin, Cenab-ı Allah her günahı affeder de kul hakkını affetmez. Sakın Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmayın”, “Lüks ve israf dinimizce haram kılınmıştır”, “Devlet malından bir toplu iğne bile almak doğru değildir”, “Hz. Ömer, Devlet işlerini görürken devletin mumunu kullanır, arkadaşları ile sohbet ederken kendi mumunu yakardı. Bu konuda çok dikkatli olmak lazım..” gibi vaaz ve hutbeler irad edip fetvalar yayınlayanlar bütün bu söylediklerini unutmuş olmalılar ki makamlarına üç yüz beş yüz metre mesafede bulunan camilere Cuma namazı kılmaya giderken bile devletin arabalarını kullanmaktan çekinmiyorlar. Varın gerisini hesap edin artık. Oysa Müslüman olmayan Avrupalıların resimleri yayınlanıyor ve görüyoruz; Almanya Maliye Bakanı, İngiltere Başbakanı bisiklete binmiş, evrak çantalarını da yanlarına almış, makamlarına gidiyorlar. Uzun yıllar Fransa’da öğretmenlik yapan bir arkadaşım, çalıştığı kentin (Bellegarde) Belediye Başkanı’nın metro ile gelip gittiğini, çoğu zaman ayakta kaldığı için ona yer verdiğini ve bu yüzden aralarında bir dostluk oluştuğunu söyleyince hayret etmiştim. Son günlerde internete bir resim daha düştü. 2015 yılında “Dünyanın en güçlü lideri” olarak ilan edilen Rusya Devlet Başkanı Putin, buralardaki lüks merakı yüzünden tutulmadığı için piyasadan çekilen Lada marka otomobili ile akaryakıt istasyonuna gitmiş, elinde pompa, benzin dolduruyor. Bizde ise bırakın bu işlere çekidüzen verip tasarrufa gitmeyi, resmi kurumlardaki araçların birkaç yılda bir model ya da markaları değiştiriliyor. Hal böyle olunca gel de Sayın Arınç’ın kulaklarını çınlatma! Hani şöyle demişti ya: “13 yıllık iktidarımız süresince en başarısız olduğumuz konu Lüks ve İsrafı Önleyememiş Olmamızdır. Eğer Bunu Önleyebilseydik Vatandaştan Vergi Almak Zorunda Kalmazdık!”
Devletimizin bir türlü önleyemediği ve üstelik her geçen yıl artan bir iştiha ve hırsla adeta cılkını çıkardığı israf konularından biri de Personel ve Üniversite Politikası…
Devletin pek çok kurumu var ve insanlar haklı olarak Devlet Kapısı’nda iş bulmak için can atıyorlar. Bunun için okullara gidiliyor ve Devlet de Mesleki Orta/Lise Öğretimine ağırlık vermek yerine adeta yangına körükle gidip her ile Üniversiteler açıyor. Altyapısı olmayan, yeterli öğretim elemanı bulunmayan sözde Üniversiteler Kasaba Ortaokulu seviyesinde öğretim hizmeti veriyor ve oralardan “Ne doktorlar, ne Mühendisler” çıkıyor! Devlet, hiç bitmeyen ve azalacak yerde giderek artan siyasi mülahazalar sonucu kalifiye elemanlarını, APK, İAK, SGD vb birimler icad ederek oralara kaydırıyor ve yandaş/candaş tabir edilen liyakatsız kişilere yer açıyor. APK’nın yaygın adının “Arka Planda Kalanlar”, İAK’nın, “İncele-ME, Araştır-MA, Koordine Et-ME”, SGD’nin de “Strateji Geliştir-ME Dairesi” olduğunu, o birimlerde çalışanlar ve başka personel tarafından da öyle ifade edildiğini herhalde yetkililer de biliyorlardır. Dolayısıyla, hemen her kurumda yüzlerce kişi adı şatafatlı/havalı ama içi boş olan bu Kurul ya da Başkanlıklarda istihdam edildiği için emeklere yazık oluyor.
Piyasada iş imkânları yaratılır, insanlar üretime teşvik edilir, iç ve dış pazarların önü açılırsa herkes devlet kapısına koşmak zorunda kalmaz. Devlet büyük bir yükten kurtulacağı için Türkiye’nin en az iki kat büyümesine yol açılır. Unutmayalım; büyüme boş oturtulan memurlarla değil, üretimle kalkınır.
“Üretim” denilince akla gelen bir diğer konu da, devletin ümit vadeden projelere destek olmasıdır. Daha pek çok israf kalemi sıralanabilir tabii. Okuyucular bunlara ek yapıp konuyu zenginleştirebilirler. Burada ele aldığımız devlet tarafından fahiş fiyatlara kiralanan binalardan, ekonomisi bizden çok çok büyük olan ülkelerdekinin en az üç – beş katı fazla olan makam araçlarından ve kiralama metoduyla kullanılan araçlardan feragat edilir, personel politikasında ahbap/çavuş uygulamasından vazgeçilip adama göre iş değil de işe göre adam politikasına işlerlik kazandırılırsa yapılacak milyarlarca/trilyonlarca liralık tasarruf projelere destek olarak kullanılabilir. Böylece, yakın gelecekte dünyada kabul gören markalarımız oluşur ve özlenen büyümeyi gerçekleştirebiliriz.
Evet, iddiayı sevmem ama bu konuda iddialıyım; devletimiz kendi israfını önlerse Türkiye en az iki kat daha büyür.