Ahmet Midhat (1844-1912) şöyle yazmıştı:
Türkistan’dan bir Türk ve NECİD’den bir ARAB ve Şiraz’dan bir Acem (İranlı) getirsek, edebiyatımızdan en güzel bir parçayı bunlara karşı okusak hangisi anlar? Şübhe yok ki hiç birisi anlayamaz.
Tamam, işte bunlardan hiç birisinin anlayamadığı lisan bizim lisanımızdır diyelim. Hayır, anı da diyemeyiz. Çünki o parçayı bize okudukları zaman biz de anlayamıyoruz. ..
Pek a’lâ, ne yapalım? Lisânsız mı kalalım? Hayır, halkımızın kullandığı bir lisân yok mu? İşte ânı (onu) millet lisânı yapalım…
Arabça ve Farsçanın ne kadar izâfetleri (isim tamlamaları) ve ne kadar sıfatları (sıfat tamlamaları) varsa kaldırıversek, yazdığımız şeyleri bugün yediyüz kişi anlıyabilmekde ise yarın mutlaka yedi bin kişi anlar. (Basîret, 4 Nisan 1871; Levend 1972:123)
Gerçekten; Türkçemizde, tamlamalar, dilin yapısına uygun olarak kulluanılınca iş kolaylaşıyor:
Askerî Hastane yerine doğru olarak Asker Hastanesi deniliyor. Türkçeyi iyi bilmeyen diplomalılarımız, Arapçada kullanılan nisbet î sinin yerine, Batı dillerine özentinin etkisiyle -sel, -sal getirip, ünlü deyimle dilimizi sala koyup sele veriyorlar. Onlara göre Askerî Hastane, Askersel Hastane olmalıydı, yâni, karşı oldukları Osmanlı Türkçesini sözde Türkçeleştiriyorlardı.
Aynı şekilde: Kırsal kesim yerine kır kesimi, veya kırlık kesim; Siyâsî durum, siyasal (komik lafını kullanıyorlar) durum yerine siyâset durumu denilebilir, denilmelidir de.
Kısacası: Arapça nisbet eki î den kurtulmak isteniyorsa, Arapça sıfat tamlaması, (ad tamlaması) yapılırsa iş biter:
Askerî Hastane’nin geldiği yer: el Musteşfâ el Askerî (sıfat tamlaması; musteşfâ isim, askerî sıfatı sonra geliyor) Osmanlı Türkçesine aktarılınca: Hastâne-i Askerî oluyor, sonra Farsça izâfet i si bırakılarak: Askerî Hastane oluyor. Aşağılık duygusuna kapılmışların anlayışına göre Askersel Hastane olurdu ama, şükürler olsun ki sağduyu üstün gelmiş de Türkçe yapısına uygun olarak Asker Hastanesi olmuş.
Arapçadan dilimize girmiş nisbet, mensûbiyet î sine bir karşılık bulmak isteyenler, -sel, -sal ucûbelerine sarılacakları yerde biraz düşünseler şunu görürler:
Çin milletinden bir kişiye, Çin’le ilgili, Çin milletinden demek için Çinli; Yunan’a âid, Yunan’la ilgili demek için Yunanlı diyoruz: Çinsel veya Yunansal demiyoruz. Arnavutların yaşadığı yere, onların yurduna; Arnavutlarla ilgili, Arnavutlara Âid demek için Arnavutsal değil, Arnavutluk diyoruz. Vefât etmiş bir Müslümanı rahmete nisbet etmek, onu rahmetle ilgili kılmak için rahmetli veya rahmetlik diyoruz. Demek ki: nisbeti (mensubiyeti/bir yer, millet vb. le ilgiyi) anlatan î nin karşılığı, Türk dilinde liğ/lığ dır; sondaki ğ düşüyor veya k oluyor. Yasa (Mongolca)yı alıp yasal yapmışlar; kanûnî karşılığı olarak.
Tarımsal ilâç denilmemeli; tarım ilâcı, doğrusu. Türkçede, Ad tamlaması kullanılıyor, sıfat tamlaması değil. Şu gerçek, gereği gibi anlaşılsa, iş çok kolaylaşacak.
Kanûnî durum: yasal durum yerine : kanun/yasa durumu.
Kırsal yaşantı yerine : kır hayatı.
Kamusal alan : kamu alanı.
Ziya Gökalp yeni mefhûmlar (kavramlar) için yeni kelimeler türetmeğe Arapça ve Farsça’ya gidilmeli; Batı Avrupalıların (kendi klasik dilleri olan) (eski) Yunanca ve Latinceye gittikleri gibi demiş. (Geoffrey Lewis, The Turkish Language Reform, p. 79)
Dilimizle biraz ilgilenen, bugün için bilinen en eski sözlüğümüz Dîvân-ı Lügaati’t Türk’de (1071 de veya birkaç yıl sonra yazıldığı kabul ediliyor) on, yüz, bin, tümen (ön bin) sözlerinin bulunduğunu görür. O yıllarda, günümüzün büyük dilleri sayılan Avrupa dillerinin sözlüğü de yoktu, grameri de yazılmamıştı. Daha, İslâm dünyasından sıfır kavramını da almamışlardı (İngilizce zero, Fransızca şifr kelimelerinin sıfır sözünün o dilleri konuşanlarca değişikliğe uğramış şekli olduğu mâlûmdur.) Avrupalı, sıfırı Müslümanlardan öğrenip kullanmadan önce, günümüz ilkokul çocuklarının kullandığı
Latin rakamlarıyla 2014 le 2014 ü çarpmayı bir denemeğe kalkışmak, sıfırın, hesaplamada ne büyük çığır açtığının görülmesine yeter. Böyle olunca, zihin de gelişmiyordu: bunun en canlı örneği, Fransızcada 80 demek için 4 yirmi (katr ven), 90 demek için hâlâ 4 yirmi 10 (katr ven diz) denilmesidir. Demek ki, Frenk çoban, 80 domuzu saymak için o hayvanları 20 şerli 4 öbeğe ayırıyordu! 90 domuz olunca da bu sayıya 10 ekliyordu.