Tıp fakülteleri, akranları arasında takriben ilk on bine giren talebelerin kazanabildiği, hikmet sahibi olan hekimi, işinin ehli olan tabibi yetiştirecek olan, ülkemizdeki en önemli ‘‘sanat’’ okullarından birisidir. Şuansa ülkemizde 90’dan fazla tıp fakültesi, yirmi binden fazla tıp fakültesi öğrencisi (hekim aday adayı) bulunmaktadır.
Zarfa değil mazrufa bakılması gerektiğininse en güzel örneklerinden biridir tıp fakülteleri; Akreditasyon belgeleri, tam teçhizat laboratuarları, önemli akademik kadrosu gibi tamamen ‘‘zarfı’’ dolduran sıfatlarıyla birçok öğrenciyi cezp ederek üniversite tercihleri arasında da önemli bir yere sahiptir. Tabiî iş garantisinin olması, maddi imkânlarının da tatmin edici olması yapılan tercihlerde öneminin belirlenmesinde etkili bir yere sahiptir. Aslında böyle nefse yönelik, maddi etkiler bu mesleğin değerini giderek azalmasına sebep olmaktadır. Galen’e göreyse tabip nefsinden kurtulmak zorundadır, kurtulduğu andaysa filozof olmaması için sebep kalmamaktadır.[1]
Burada dikkat edilmesi gereken mesele ünvanın değil mesleğin değerinin azalmasıdır. Tıp fakültesini kazanan çoğu öğrenci buna muhakkak şahit olmuştur; annelerinin, babalarının, ablalarının, ağabeylerinin ağzından ‘‘benim çocuğum/kardeşim doktor çıkacak’’ sözü hiç eksilmezken ‘‘acaba iyi bir hekim olabilecek mi ?’’ sorusu ebeveynlerin zihninde cüzi bir miktar ihtiva etmektedir. Bu konuda insanların ünvana verdikleri değerin altında aslen hekimlik sanatının geçmişten günümüze getirdiği kutsiyetin yer aldığının bilinmesi gerekir; lâkin günümüz maddeci dünyasında sanattan felsefenin çekilmesiyle sadece kuru bir unvan kalmaktadır. Hâlbuki Hipokrat, dönemin Pers kralının davetini, sahip olduğu ünvandan kaynaklı olduğu için reddetmişken dönemin Makedonya kralının hastalığını iyileştirebilmek içinse kralın karşısına çıkmayı kabul etmiştir. [2]
Verilen eğitimlerdeyse belirttiğim felsefeden maalesef ki, neredeyse hiç bahsedilmemektedir. Belki de daha kötüsü verilen eğitimin insanın ‘‘madde’’ olarak görülmesinin sağlaması, hekim aday adayının aldığı eğitimle arasında oluşan bağın kopmasına veya bağın hiç oluşmamasına sebebiyet vermektedir. Böyle bir durumda da diplomasını eline almış olan hekim adayının dünya görüşü ilkokul sıralarında oynanan ‘‘tıp’’ oyunundan öte gidememektedir. Bu neticenin oluşmasında yukarda belirtmiş olduğum nefse yönelik etkilerin ve verilen eğitimin yetersizliğinin ehemmiyetli bir yere sahiptir. Çünkü bu etkilerin neticesinde öğrencinin zihni belirli bir vaktin sonunda kısır bir döngüye girmektedir. Çoğu kişinin de hobi denilen, yaptığı işten farklı, uzun soluklu bir meşgaleye sahip olmaması bu döngüyü desteklemektedir.
Hâlbuki insanlarla mütemadiyen birlikte olan, sosyalleşmenin ehemmiyetli bir yer ihtiva etmesi beklenen bir meslek grubunun zihnen insanlardan uzak bir hayat yaşaması ne kadar üzücü. Birkaç yıl içinde artış gösteren sağlık çalışanlara yönelik şiddette bu net bir şekilde görülebilmektedir. Vuku gösteren bu olaylarda sağlık çalışanının omzuna bütün yükü yüklemekse büyük bir hata olur çünkü bu olaylar bir iletişim bozukluğundan kaynaklanmaktadır da. Sağlık çalışanlarının hatalarında da aldıkları etik dersleriyle çalışma koşulları arasındaki tezatlığın, ağır çalışma koşullarının neticesinde oluşan zihni bunalımında göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Yaşanılan bu olayların hekim tarafının iç yüzündeyse felsefe yer almaktadır.
Hekim kelimesi hikmet sahibi, felsefeyi bilen kişi olan filozof mânâsına gelmektedir. Felsefeyse mesleğin sanat olmasını sağlayan yapıdır, ruhudur. Nitekim insanların zihninde yer eden bir müzisyenle, sıradan bir müzisyen(!) arasındaki fark sahip oldukları kâbiliyet, ruh yani felsefeyse, hekimlik sanatını yapacak olan kişiyi hekim yapacak olan özellikse sahip olması gereken ruh, bilmesi gereken felsefedir. Tabiî bu felsefeyi bilmesi, kişinin sofistlerden günümüze bütün felsefe tarihini, filozofları bilmesi gerektiğini değil en azından organların ‘‘ruhlarını’’ bilmesi gerektiğini gösterir ki bu ruhun bilinmesi Farabi’ye göre hekimle tabiî bilim uzmanını ayıran noktadır.
Bana kalırsa da hekim üç aşamadan gelişir:
Tıp fakültesini kazandığı anda kişi hekim aday adayıdır. Diplomasını aldığı anda da hekim adayı olur. Bu sanatı yapabilecek kâbiliyete sahipse, yani işin ruhi kısmını, felsefesini idrak edebildiyse ancak o zaman hekim olur.
Nitekim Claudios Galenos’un söylediği gibi: Erdemli tabip, erdemlerden birini kazanıp, diğerlerini kazanmamazlık etmemelidir. Zira erdemlerin hepsi doğru bir çizgi üzerinde dizilmiş gibidir. Tıp tahsil etmek isteyenin, evvela zaruri olarak felsefe öğrenmesi, sonra da tecrübe kazanarak bilgi becerilerini artırması ve nihayet filozof olması gerekir. Bunun için herhangi bir burhan getirmeye gerek yoktur.
KAYNAKLAR
[1] Tıp Felsefesi ve Etiği Üzerine- İsmail Yakıt
[2] Tıp Felsefesi ve Etiği Üzerine- İsmail Yakıt