Batı bugün bütün insanlık için problemdir

Batı Gerçeği ve Gerçek Batı

Prof.Dr. Yumni SEZEN

Batı bugün bütün insanlık için problemdir

Psikolojik anlamdan ziyade sosyolojik anlamda mağdur ve geride olanlar, başkaları için değil, kendileri için problem olurlar; galip ve ilerde olanlar başkaları için de problem olurlar. Batı böyle olmuştur. Sömürüsüyle problemdir, komplolarıyla, yandaş tedarikiyle, din ve maneviyatı bozmasıyla problemdir. Bahane uydurarak işgal etmesiyle, katliamlarıyla problemdir.

Bugünlerde Fransızların yaptıklarından dolayı, Batılı, adeta yeniden değerlendirilmeye çalışılıyor, milli duygular ön plana çıkıyor, muhalif muvafık birleşiyor. Bu arada menfaatten ötesini görmeyenler ve riyakârlar takıye yapıyorlar. Bu son olayla da Batıyı artık tanıdığımızı, bundan böyle tanıyacağımızı hiç zannetmiyorum. Hem Batıyı tanıyıp da ne yapacağız? Biz kendimizi bile tanımıyoruz. Fransa’nın yaptığı, kendi tabiatına ve Batılının genel karakterine uygundur. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Son olay ne ilk defa vuku bulmuş bir olaydır, ne son olacaktır. Bu da bir şekilde atlatılacaktır. Neleri atlatmadık ki. Çanakkale Savaşlarını mı, İstiklal Savaşını mı? Atlatamadığımız şey, içimize ektikleri nifak tohumlan ve hainlik fideleridir. Ayrıca ikiyüz yıldır Batıya sığınma, neredeyse şiarımız olmuştur. Kimi zaman doğrudan onun gücüne sığınma, kimi zaman anlayışına ve izanına sığınma şeklindeki bu tavır bugüne dek devam etmiştir. Laiklik adıyla sığındık, dinlerarası diyalog diyerek sığındık, sanat yoluyla veya Avrupa Birliği aşkıyla sığındık. Her seferinde hayal kırıklığına uğradık, yine sığındık. Bir türlü kendi benlik ve şahsiyetimizle dik durup işlerimizi göremedik. Şimdi de çağdaşlık ve küresellik diye allayıp pullayıp, acımasız liberal-kapitalizmin, bunu da en iyi şekilde kullanan Batının ve milletler arası şirketlerinin esaretine doğru yol alıyoruz.

Batının analizi

Gelin şu Batı ve Batılı gerçeğini analize çalışalım, iki gerçek karşısındayız. Batı Gerçeği ve Gerçek Batı. Bu ifadeler biri sosyolojik, yani bilimsel, diğeri ideolojiktir. Kendi tarihî, fikrî, felsefî, siyasî, sosyolojik süreci içerisinde bir Batı gerçeği mevcuttur. Beğenelim-beğenmeyelim, tenkit edelim-etmeyelim, hayran olalım veya düşman olalım, bu gerçek, bu duyguların dışında, yaşanmış ve yaşanmakta olan bir gerçektir. İnsanlığa kazandırdığı birçok şeyi olan tecrübeye ve atılımlara sahiptir. Bunların neler olduğunu burada saymaya gerek yoktur. Bilinen şeylerdir. Peki insanlığa kaybettirdikleri yok mudur? Zarar verdikleri söz konusu değil midir? İşte bu konu da, Gerçek Batı diye ifade ettiğimiz konudur. Tabiatıyla burada, “diğerleri”nin, yani Batı dışındakilerinin onlara bakışından, onları tahlil etmesinden, onları değerlendirmesinden söz açıyoruz demektir. İşte bunun için bu ifade tarzına ideolojik dedik. Bu alana yalnız Batı dışındakilerin değerlendirmeleri değil, kendilerinden olanlar da dâhildir. Bu otokritiğin büyük önemi vardır. Meselâ, Claude Farrere, Türklerin Kurtuluş Savaşı başlarında şöyle demişti: “Yunanlıların zaferi, medeniyetin gerilemesi demektir.”[1]

Bizler bu iki gerçeği de görmek, bilmek ve tanımak mecburiyetindeyiz. Başarının yollarından biri, kendini bilmek ve tanımaksa, diğeri, öbürünü bilmek ve tanımaktır. Karşıdakini tanımak da iki şeye yol açar. Biri ondan istifade etmek, kendi yanlışlarını düzeltmektir. Diğeri onun zaaflarını ve yanlışlarını görüp, zararlarından korunmak, gerekirse onu zararsız hale getirmektir. Batılı, hemen söylemeliyiz ki, bu ikincisini çok iyi yapmış ve başarılı olmuştur.

Yine genel çerçevede insan için başkası demek olan tabiatı ve toplumu, belirli ölçülerde iyi tanımış olan Batılı, objektif, soğukkanlı incelemeler yapmış, birçok ürün vermekte başarılı olmuştur. Tabiata ve topluma zarar da vermiştir derseniz, bunu, herşeyi hoyratça kullanmaya, sadece kendini düşünmeye bağlayacağız ki zaten ikinci gerçek dediğimizle anlamaya çalıştığımız şey budur. Batı bu gerçeği aşacak ve kendi kendini terbiye edecek bir felsefeye ve inanca sahip olamamıştır.

Sömürüyor… İmha ediyor…

Diğer insanları ve toplumları tanımaya çalışırken Batı, sağladığı başarıyı, onları zararsız hale getirmekte, onları sömürmekte, gerekli gördüğünde onları imha etmekte kullanmıştır. Çünkü onların zayıf noktalarını keşfetmiş, bu arada her türlü strateji ve taktiği kullanmaktan çekinmemiştir. Belki bilimsel-felsefî üslupla şöyle söylemek mümkündür: Yukarı çekmeye kendini hiç mecbur hissetmediği “hayat mücadelesi kanunu”nu, tam olarak uygulamıştır.

Bizlere gelince, kendimizi ve değerlerimizi iyi tanımadığımız gibi, muhatabımızı da iyi inceleyemedik ve tanıyamadık.

Batı nedir, nasıldır? Batılı kimdir? İyi bakmak, doğru değerlendirmek lâzımdır. Dün Batı ne istedi, bugün ne istiyor? Ancak bundan önce sizin kim olduğunuz, kendinizi nasıl gördüğünüz, neyi isteyip neyi istemediğiniz önemlidir. Batıyı anlamaya çalışırken siz neye dayanıyorsunuz? Malûmdur ki, bir şeye dayanmadan söyleyen, hiçbir şey söylememiş demektir. Kriterleri koyamaz, doğruyu ve yanlışı belirleyip değerlendiremezseniz, tanımanın bir anlamı kalmaz. Sadece tasvir ve tesbitte, yani fotoğrafçılıkta kalmış olursunuz. O da iyi tesbit edebilmişseniz.

Dayanaklarınız olmazsa, tarihî, ilmî, ahlakî, millî, dinî kriterleriniz yoksa, doğru tesbit de yapmış olsanız, değerlendirmenizin bir anlamı olmaz. Meselâ, güncelliği de göz önüne alarak:

  • Zinayı suç görmeyen, nikâhı kabul etmeyen,
  • Domuz eti yemekte beis görmeyen,
  • Milli kimlik neymiş diyen,
  • Porno serbest bırakılmalı diyen,
  • Giyim-kuşam sınırlarını tanımayan,

Ve bunlara benzer bir zihniyetin, Batıyı değerlendirmesi, onu sevip sevmemesi, kabul veya reddetmesi, bize göre bir anlam taşımaz.

Veya meselâ,

  • Bilim zihniyetine hiç yer vermeyen,
  • Araştırma ve incelemeyi küçümseyen,
  • Kulaktan dolma bilgilerle yetinen,
  • Bilim ve ahlâk yerine siyaseti tercih eden, birinin de Batıya bakışı önemli değildir.

Batılının ataları…

Her kültür ve medeniyet, kendi insan tipini oluşturur ve geliştirir. Genel insan tabiatının üzerine bina edilmiş ama bağlı bulunduğu kültür, eğitim ve medeniyet unsurlarıyla serpilip gelişmiş bu tipin ruhî derinliğini, inanç sistemi sağlar. Şimdi Batılıya bakalım: Oldukça vahşi atalar. Belki her kavmin geçmişinde var ama, onlar bütün geçmiş zamana, medeniyetlere, eğitime rağmen bugün hâlâ öyleler. Haçlı seferleri süresince, Kurtuluş Savaşımız sırasında Batı Anadolu’yu işgallerinde, Japonya’da, Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta yapılanlara, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında birbirlerine karşı işledikleri cinayetlere bakınca, mesele anlaşılır. İnsana tapan medeniyet motifleri onlara aittir. Hırsızları koruyan tanrı (Hermes) anlayışı onlara aittir. Hıristiyanlığı Roma putperestliğine mağlup eden onlardır. Kendi kendisine tepki ile doğmuş, yine kendi eserleri olan bir felsefe ve ideolojinin dünyayı kasıp kavurması (Marksizm) bu defa başka gerekçeyle, on milyonlarca insanın öldürülmesi, yine onlar yüzünden olmuştur. Mafya ve terörü icat eden onlardır. Bunun kelime ve kavramları da, eylem örnekleri de onlara aittir. Sonra her tarafa bulaştırmışlardır.

Kilişenin zulüm ve işkenceleri

Kilisenin birkaç yüzyıl boyunca yaptığı zulüm ve işkenceler Batıya aittir. Peygamberlere iftira ve hakaret eden onlardır. Sömürme usullerini dünyaya onlar tanıtmışlardır. Irkçılığı onlardan öğrendik (Nietzsche, Gobineau, Hitler vs.). Milliyetçiliğin harami gibi önünü kesen ırkçılık, kavram karışıklıklarının baş mimarı olmuştur. İşin kötüsü Batılı, kendi dışındaki toplumlara da bunları öğretmiş, cazip hale getirmiştir. Onların içlerinden hayranlar ve işbirlikçileri ihdas etmiştir. Neden böyle olmuştur? Çünkü devrine göre maskeler, perdeler ve cilalar kullanmıştır. Hürriyet, demokrasi, insan hakları, kölelik karşıtlığı gibi. Bir defa şekillendirip yaydığı kapitalizm, bu söylemleri lafta bırakacak bir karaktere sahiptir. En önde gelen filozofları bile bunlara inanmamıştır. Yahut, hemen her alanda olduğu gibi çifte standart kullanmışlardır. Kant’a göre Afrikalı üçüncü sınıf insandır. Vatandaş olarak üçüncü sınıf değil, insan olarak üçüncü sınıf. Nietzsche’ye göre hastalar, yaşlılar, acizler, sakatlar öldürülmelidir. Çünkü onlar insan ırkının seçkinleşmesine ve yükselmesine engeldir. Onun için doktorluk mesleği lüzumsuzdur. Dr. Alexis Carrel’e göre, avının üstüne atlayan hayvan gibi olan Batılı, müstesna bir sinir sistemine, biyolojik farklılığa ve üstün özelliklere sahiptir ve bu, olumlu bir şeydir. Ama kendini insafla sorgulayan Batılıya, mesela Roger Garaudy’ye göre Avrupa, peygambersiz, peygamberlerden mahrum bir topluluktur. Bu iddia, tartışılabilir ve İslam’ın verdiği bilgilere uymasa da, en azından son bir iki bin yıllık süre için doğrudur.

Batı gerçeğinin yanında “Gerçek Batı” budur. Artılarını birkaç defa götürecek eksilerinin dökümü daha uzun sürer.

Türk’e hep düşman oldu

Gerçek Batı, aşağılık duygusuna kapılmış kişi ve toplulukları kullanmasını iyi bildi. Emperyalizmin maksada ulaşmadaki metotlarından biri, hedef toplumu, onların kendi kültür ve medeniyeti hakkında, aşağılık duygusuna düşürmektir. Batı, oralarda yandaş, şımarık, küstah, aydın ve yöneticilerin çoğalmasına yardımcı oldu.

Bugün Batı, bütün insanlık için problem olmuştur. Psikolojik anlamdan ziyade sosyolojik anlamda mağdur ve geride olanlar, başkaları için değil, kendileri için problem olurlar; galip ve ilerde olanlar başkaları için de problem olurlar. Batı böyle olmuştur. Sömürüsüyle problemdir, komplolarıyla, yandaş tedarikiyle, din ve maneviyatı bozmasıyla problemdir. Bahane uydurarak işgal etmesiyle, katliamlarıyla problemdir.

Yakıp yıkmadan önce, çok ince taktikler kullanır. Karakteri, hileye, sahteciliğe, ikiyüzlülüğe müsait hale gelmiştir. Mesela 1952-53 yıllarında Avrupalı, radyoda, “Türk öyle yüksek bir kavimdir ki, Allahın bir adı daha olsaydı Türk olurdu” diyebilmişti. Oysa o günden bu güne Batılının Türk düşmanlığı, giderek artmıştır.

Batı, kendinden olmayan herkese düşmandır

1853 yılında Türkiye’yi dostane gezen ve hatıralarını “Türk Sularında Seyahat” adıyla kitaplaştıran, İngiliz devlet adamlarından George William Frederick Howard, şöyle diyor: “…. Ayasofya kaç değişik nağmeyle yankılandı…. Minareden müezzinin ezanı duyuluyor! Evet o ezan daha ne kadar sürecek? Ayasofya Türklerde mi kalacak ilelebed? Batı bu duruma göz mü yumacak hâlâ?”

Batılı, kendi hayat tarzına uymayan, hele kendisine engel olmak isteyen herkese düşmanca tavır almaktadır. Refahını ve hakimiyetini tehlikeye sokacak herşeye karşı tedbir almıştır. Batılı toplumlar, kendi hayat alanlarını genişletmek, ulaştıkları rahatlık ve refah düzeyini kaybetmemek, arttırmak ve devam ettirmek için tehlikeli gördüklerini bertaraf etme faaliyeti göstermektedirler. Meselenin aslı yine hayat mücadelesi kanununun tezahürü ise, neden kınayalım, diye düşünebiliriz. Ama onların, bunu aşacak ve üstüne çıkacak insanî gayretleri olmadı, bunu kınıyoruz. Var görünen büyük felsefecileri bile, kendi dışındaki insanlan, ikinci, üçüncü sınıf insan gibi gördü. Batılı, bu olumsuz alanda, âdeta özel bir karaktere sahip oldu ve dinî ve ahlakî çevreleri de bunun için seferber etti. İnsanlık değerlerini sadece istismar etti. Tecrübeler hep bunu göstermiştir. Hedeflerinde, akıl ve zekâ ürünleri vasıtasıyla kurulmak istenen egemenlik bulunur. “Bize düşmandırlar” psikolojilerimizi bu özde aramak gerekir. Doğal mücadele ilkesinin destursuzca ve düstursuzca kullanımı söz konusudur. Özel düşmanlık hislerini de zikretmelidir.

Avrupa ülkelerinde, çocuklarına öğretilen şarkılarda Türk düşmanlığı işlenmektedir. “Bir Türk’ü yere vur, suratlarını dağıt. Dişlerini sök. Kaçmasına izin verme. Camilerini havaya uçur” vs. Bunlar çocuklara öğretilen dans şarkılarıdır. Bu şarkıyla büyüyen çocuk yetişkin olduğunda Türk ve Türkiye’ye nasıl bir duygu besleyecektir?

Düşmanlığa bir örnek

Bu şekilde yetişmiş Batılının, bize objektif ve tarafsız baktığını zannetsek de, o, içindeki duyguları hiçbir zaman gizleyememiştir. Geçmişte de gizleyememişti. 1853 yılında Türkiye’yi dostane gezen ve hatıralarını “Türk Sularında Seyahat” adıyla kitaplaştıran, İngiliz devlet adamlarından George William Frederick Howard, şöyle diyor:

“…. Ayasofya kaç değişik nağmeyle yankılandı…. Minareden müezzinin ezanı duyuluyor! Evet o ezan daha ne kadar sürecek? Ayasofya Türklerde mi kalacak ilelebed? Batı bu duruma göz mü yumacak halâ?”[2]

Batılı, tarihî, millî, dinî düşmanlıklar taşımaktadır. Sonuçta, ahlakî, dinî insanlık değerlerini öne çıkaran toplumlar, Batıyı emperyalist, sömürücü, medeniyeti kötüye kullanan, kan dökücü, tahakküm edici olarak gördü. “Biz insanları İsa Mesih’in kurtuluş yoluna çağırıyoruz” diyen Batı ile yukarıda tanımlamaya çalıştığımız Batı arasında çelişki olduğu zannedilmemelidir. Bu iki Batı, birbirini kullanarak, birbirini tamamlayarak, birbirinden yardım ve destek alarak, üzerimize gelmektedir. Seküler, siyasî, iktisadî dünyası da, din dünyası da karşılıklı birbirinden istifade etmektedir. Bu destekle önce Avrupa, sonra Amerika, Avustralya, daha sonra Afrika’nın yarısı Hıristiyanlaştırıldı. Şimdi Asya için kolları sıvadılar. Gaye Hıristiyanlığı yaymanın ötesinde bir düşünce, tutum ve tavra sahiptir. Her türlü vasıta ve stratejiyi de meşru görmektedirler.

Batı, Yugoslavya’yı dağıttı. Uluslararası sermaye, kapitalizm ve buna hakim olan Batının menfaatleri için böyle gerekiyordu. Kullandığı aletler, hürriyet ve demokrasi oldu. Irak’a demokrasi için girdi, sonrası malumdur. Bir milyon beş yüz bin ölü, birkaç yüz bin hanımın ırzına geçme. Ayrıca ayrımcılığı, Arap-Türkmen-Kürt, Sünni-Şiî ayırımcılıklarını ihmal etmedi.

Demokrasi ideolojisi, Batlı için önemli bir vasıtadır. Sovyetler Birliğinin dünyada Marksizmle yapmak istediğini, ABD ve Avrupa demokrasi ile yapmak istiyor.

Türk Devleti güçlü olmamalı.

Batılının özel olarak Türk milletine yönelmiş tarihî ve güncel düşmanlığın sebebi, güçlü bir Türk Devleti istememesidir. İslam dünyasına örneklik ve önderlik edecek bir Türkiye istememektedir. Sadece demokrasi, laiklik, ılımlı İslam taşeronluklarıyla İslam Dünyasının önüne çıkarmak, örnek yapmak istemektedir, öbür taraftan düşmanlıklar, bugün yeni metot ve taktiklerle devam etmektedir. ABD’de bir şirket, tuvalet fırçalarını “Türk Kafası” etiketiyle satışa çıkarmıştır.[3]

Batının Türk düşmanlığını Batılılar da itiraf etmektedir. Naumark der ki, “Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı, hıristiyanların hücrelerine sinmiştir.[4] Bunun örneklerini yaşadık ve yaşıyoruz. “Avusturya’da ırkçılar camiye benzin döküp yakmak istedi”; “Yunanistan’da Türk imam dövüldü”; “Almanya’da polisin dövdüğü Türk genci öldü”, vs.[5]

Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle…

Batının Türk’ü istememesi, ileri giderek ona düşman olması, İslama tepkisiyle birlikte değerlendirilmelidir. Türklük ve müslümanlık, Batılı için, biri diğerinin temsilcisidir. Batılı köklerinin din ile ilgili sabıkası, Kutsal Kitabımıza geçmiştir. Bir kısım Batılı köklerin yaptıkları tahrifat, Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde ifade edilmektedir. “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirdiler (Kitaplarını tahrif ettiler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevratın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün… (Maide 13)”. Hemen müteakip ayette (Maide 14) aynı durum Ehl-i Kitabın diğer kolu, Hıristiyanlar için de zikredilir.

Modern çağda düşmanlık veya karşıtlıklar da modernleşmiştir. Stratejik siyasete bürünmüştür, özünden saptırılmış, bozulmuş, kendine yabancılaşmış bir zihniyetle işbirliği ve iş arkadaşlığı yapmak bunlardan biridir. İstememe çehresi yerine “isteyen bir maske” kullanma daha kolay olmaktadır. “Ilımlı İslam” böyledir. Türkleri böyle bir zihniyete alıştırmak ve hatta göreve hazırlamak, işlerine gelmektedir. Muti bir iş arkadaşlığı, uygun bir yoldur. Bu yol, yapılabileceklerin daha kolay ve korkutmadan yapılabilmesini sağlar. Müslüman olacaklarsa, ılımlı, sıka sıka posası bırakılmış, Hıristiyanlıkla çatışmayan, misyonerliğe açık, Batlının menfaatlerine zarar vermeyen, her konuda çoğulculuğu kabullenmiş, siyasette iş arkadaşı, mesela böyle bir Türkiye istiyorlar.

İşte Türkiye, bu tip bir Batı’ya yönelmek, onu benimsemek, onu taklit etmek istemiştir. Buna “Batlılaşmak” adını vermiştir. Durumun farkına varanlar, imrenilen iyi, doğru ve güzel şeylerin, Batlının babasının malı olmadığını, insanlığın müşterek birikimi olduğunu, her kültür ve medeniyetin birşeyler katarak bugüne gelmiş bulunduğunu, Batılının yıkmaya çalıştıklarını ise, olumlu rol ve katkılarının karşılayamaz hale geldiğini, anladılar ama anlatamadılar.

Batı’ya yönelmede iki tip…

Türk toplumunu yönetenlerde ve aydınlarında, Batıya yönelmede iki tip teşekkül etti. Biri, dini sorumlu tutan, Batının değerlerini tartışmasız kabullenip millî olanlarla bütünleştirmeye çalışanlar. Diğeri dine bağlı kalarak, milliyi sorumlu tutan ve fakat yine Batının değerleriyle bütünleşmek isteyenler. Milliyetçi dindarlar, dine mesafeli duran ulusalcı vatanseverler, laik liberaller, millici solcular, Marksist solcular, sırf dinî radikaller, vb. ara tipler oldular.

Dini sorumlu tutan Batıcı-millici birinci tipin temsil ettiği görüş, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundan başlayıp, gittikçe zayıflamak üzere, 1990’lu yıllara kadar sürdü, ikincisi, 1990’lardan önce kökleri olan, ama 1990’dan sonra güçlenerek devam eden görüştür. İkincisi birincisini, birçok olumsuzluktan, kendi vatandaşıyla didişmekten, onu şekillendirmeye çalışmaktan, baskıcı olmaktan, maneviyat ihmal etmekten sorumlu tutarak mahkûm etmeye çalışmaktadır, ikisi de birbirini suçlamaktadırlar. Biri milliliğe, diğeri dine sığınmaktadır. Ancak bugün Batıcılıkta ve Batıya sığınmada, ikincisi birincisini geride bırakmıştır. İlgi çekici görünen, Batlının bugün birincilere değil, ikincilere destek vermekte oluşudur. İslama karşı olduğu halde Batlının, bunu bazı hesapları için yapmakta olduğu bellidir.

“Biz Batlılaşıyoruz”, bir görüntüdür. Gerçekte biz Batlılarla savaş halindeyiz. Bu savaşı onlar sürdürmektedir. Savaş kodları İslam ve Türk’tür. Her an, her olay bunu gösteriyor. Hz. Peygamberle ilgili karikatür meselesi, bunun son örneklerinden biri olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti, din hayat dahil olmak üzere her alanda, geçmişe maddî ve manevî yönden ve fakat ayıklayarak, şuurlu şekilde bağlı olduğu nisbette başarılı olmuş, oradan kopuk olduğu nisbette başarısız olmuştur. Köksüz ve suni yaklaşımlar, beklentileri gerçekleştirememiştir. Bozulma alanlarını arttırmıştır. İlgi çekici gelecek ama yine de söylemeliyiz ki bugün bizim için tehlike, yukarıda tasnife çalıştığımız tip ve ara tiplerden hiçbiri değildir. Çünkü imkan dahilindedir. Küreselciliğin esareti altına aldığı, kimliğe boş veren, yahut çok değişken kimlikli, özgürlükperest (özgürlüğe tapan), nemelazımcı, toplumsal ve ideal anlamda son derece bencil, tipler asıl tehlikedir. Bunlar kendi yaşadığı yerden hiç ayrılmamış olsa da, milletlerarası insanlardır. Hele yaşadığı yerin dışına çıkmışsa, daha açık seçik bir milletlerarası varlıktır. Bir Türk, Alman hanımla evlenir, doğan çocuk Fransa’da eğitim görür, bu çocuklardan biri Suudi Arabistan’a göçer, orada yaşar, ama Arap da değildir, Fransız da, Alman da. Müslümanlığa da diğer dinlere de belki teğet geçer veya hiç ilgisi yoktur. Rusya’da bir iş bulur. Rusça öğrenir, ama Fenerbahçe spor kulübünü tutan kardeşi Galatasaraylıdır, eğer işe yarar görmüşlerse mason derneğine üye olur. Hanımı Beşiktaşlıdır ama, Türkiye’yi hiç görmemiştir. Yeğenleri Fransızca bilen ve kendilerini Fransız kabul eden bir tiptir. Bu tip, geleceğimiz için tehlike saçmaktadır.

Soru nedir?..

Sosyal gerçekliğin içinde, değişim adacıkları, gittikçe büyüyebiliyor, bambaşka safhalara girebiliyor.

Sosyal kimlik sembollerinin, kültür süreçlerini oluşturan normal bir sosyal verasetin ortadan kalkıp, toplumun, tek tek fertlerin matematik bir toplamı haline gelmeye başladığını artık gözleyebiliyoruz. Tartışılamayacak olan, bütün toplumlarda, özellikle Batı dışındakilerde tehlike ve problemlerin gün geçtikçe arttığıdır. Bütün abesliklerin devlete sığındıklarını da unutmamalıdır. Acaba sonunda bu devlet, André Malraux’nun sözünü ettiği, “her isteyene istediği geçişi veren, trafik polisi devleti” mi olacaktır? Soru budur.

[1] Claude Farrere, Türklerin Manevi Gücü (çev. Orhan Bahaeddin), ts., s. 11.

[2] George William Frederick Howard, Türk Sularında Seyahat (çev. Şevket Serdar Türet), İstanbul 1978, s. 31.

[3] Yeniçağ gazetesi, 23.06.2009.

[4] Bkz. Hürriyet gazetesi, 09.06.2002.

[5] Bkz. Tercüman gazetesi, 04.03.2008.

Prof. Dr. Yümni SEZEN, Yeniçağ, 29-30 Aralık 2011

“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”

 

Yazar
Yumni SEZEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen