Doç.Dr. Durmuş HOCAOĞLU
——————————-
Siyâsî Milliyetçiliğin Cemiyet’ten Kopuk Dili ve İktidârın Kör Noktası
Siyâsî Milliyetçiliğin kullanmış olduğu dil, ölçekleriyle, mitleriyle, sembolleriyle büyük nisbette, Cemiyet ile intibak kurmasını zorlaştırmaktadır. Nitekim, O’nun hemen ekseriyetle her şeyini makro ölçekte tutarak, mikro ve ehemmiyetsiz addettiği mes’eleler üzerinde yeter miktarda durmamak sûretiyle bir kör nokta yaratarak, mikro mes’eleleri önceleyen kitle-adam ile arasında tatminkâr bir ortak dil ve intibak hâsıl etmekte zorlanmasına dâir verilebilecek en çarpıcı örneklerinden birisi, ülkemizde, siyâsî milliyetçiliğin sürekli “millet” kavramını vurgularken “halk” kavramına karşı göstermiş olduğu bâriz soğukluktur. İmdi, bu bir ‘kör nokta’ yaratmaktadır; çünkü bilhassa siyâsî milliyetçiliğin literatüründe kullanıldığı şekliyle ve felsefî bakımdan doğru bir tesbît olarak, Millet, yaşayan insanlar topluluğu olan Halk’a göre çok daha şumûllü ve çok daha ağır bir kavramdır; daha şumûllüdür, çünkü, Türk milliyetçiliği özel hâlinde, Millet, yâni Türk Milleti, ‘sıradan-insan’ı ürkütecek derecede geniş bir tarihî ve coğrâfî derinliğe sâhiptir, öylesine ki, bu derinlik içerisinde O, yâni, sıradan-insan ehemmiyetsiz bir detaya indirgenir, bütün arzuları, istekleri talepleri, hâsılı hemen herşeyi ile birlikte adetâ kaybolur gider. Bâzı abartılı örneklerinde beşbin, ─hattâ yedibin, hattâ ve hattâ zaman-zaman iyiden iyiye kontrolden çıkmış şekliyle onaltıbin─ yıla kadar çıkarılan bir tarih, kürre-i arzın üç kıt’asını ─ara-sıra zikredilen Kızılderililer de hesâba dâhil edilirse dört kıt’a─ kaplayan bir yayılım ve dipsiz bir umman mesâbesindeki bu tarih ve coğrafyada bâzı kaynaklarda 56 milyon kilometrekareye kadar olduğu ileri sürülen siyâsî hâkimiyet ve hesabı kitabı pek tutulmayan devletler.
Türklerin Dünya üzerinde tarih boyunca hâkimiyet kurduğu sâhalar[1]
Bir kognitif siyâsî milliyetçi, bunlarla yatar, bunlarla kalkar; O’nun “vatan” dediği, en ileri haddinde, belirli bir fizikî sınırı olmayan bu coğrafya, “millet dediği”, ölüsü ve dirisiyle bütün bu tarihî süreci boydan boya kapsayan ve aynı zamanda, el’ân kendisini Türk hisseden ve berhayat olan ve kendilerini Türk olarak tanımlasın veya tanımlamasın Türk-soylu[2] diğer kitle-adamlar topluluğunun mecmû-u yekûnudur. Hâlbuki bütün bunlar, kognitif olmayan, herşeyi blok olarak gördüğü için teferruata in(e)meyen, bu kadar büyük bir “millet”i değil kendisini, âilesini ve biraz da yakın çevresini kâinatın merkezine koyan, hayli ferdî ve aynı zamanda daha mâ- sum, daha sıradan – fakat çok mühim – talepleri bulunan “yaşayan kitle-adamlar topluluğu” olan Halk için pek de o kadar alâka ve heyecan uyandırmaz; hattâ neredeyse ‘hiç’ bile diyebiliriz. O’nun indinde meselâ günümüzdeki Orta-Asyalı Türkler çok müphem, çok flû, bulanık bir görüntüdür ve yine meselâ hemen hiçbiri ne Doğu Türkistan’ı bilir, ne Osman Batur’un destanını ve ne de Uygur Türkleri’ni; duysa da ilgisini çekmez; bütün bunların kâffesi, O’nun “tahayyül ettiği cemaat” olan Türk Milleti’ne hemen-hemen hiç dâhil değildir ve yine O, vatan-severdir, ama bu kadar geniş bir vatanı da kavrayamaz: O’nun vatan anlayışı daha dardır, Türkiye’nin hudutları ile tahdit edilmiştir, hattâ büyükçe bir kısmı için vatan doğduğu yerdir, bâzan da doyduğu yer; şimdilerde Batıkların “German Turks” tâbir etmeye başladığı “Alamancı Türkler” için de artık yavaş-yavaş Almanya’nın yeni vatan olmaya başlaması gibi – hattâ, “Almanya acılı vatan” mesel-i meşhûru üzerinde biraz tefekkür edilince, bunun arkaplanı- nın çok daha gerilere kadar uzanmakta olduğu da görülebilir.
Kör Nokta daha başka birçok kaynaktan da beslenmektedir; kognitif siyâsî milliyetçilerin mitleri, efsâneleri, kahramanları ve sembolleri her zaman kitle-adamınkilerle örtüş- mekte değildir; hattâ, birçok örneğinde vâki’ olduğu üzere, kitle-adam nezdinde itici dahi olabilmektedir. Söz gelimi, Kürşad İhtilâli ve Bozkurt sembolü, yaşayan Türklerin ezici çoğunluğunda indinde bir heyecan ve câzibe uyandırmadığı gibi, Türklerin İslâm-öncesi dönemine âit olmakla bir anlamda “şirk” gibi de algılanabilmektedir.
İşte bu sûretledir ki, siyâsî milliyetçilik ile kitle-adam arasında oluşan kör nokta, her iki tarafın siyâsetleri arasında ciddî bir kopukluk yaratmakta ve iki tarafın yekdiğerinden izole edilmesine sebebiyet vermektedir.
Çünki, siyâsî milliyetçilik kitle-adam’ı ve kitle-adamlar topluluğu olan Halk’ı, O’nun talep ve beklentlerini görmekte zorlanmakta ve hattâ bilinçli olarak, daha mühim olan makro mes’elelere nisbetle tâlî bir mevkıe iterek pek kaale de almamaktadır. Kitle-adam’ın talep ve beklentileri umûmiyetle çok ferdîdir, kendisi gibi mikrodur ve sığdır; ama nasıl ki herbirisi kendi şahsî menfaati için çalışan esnaf, köylü, işçi vesâirenin bu şahsî menfaatlerinin muhassalasından umûmî ve millî menfaat hâsıl olur ise, benzer şekilde işbu ferdî, mikro ve seçkinlerin sığ bulduğu talep ve beklentilerin muhassalasın- dan da içtimâî, makro ve derinlikli siyâsetler hâsıl olur. Kitle- adam “iş” ister, aş ister, ev ister, iyi bir yaşantı, sağlam bir emeklilik, çocukları için iyi bir eğitim ve iyi bir gelecek ister ve bütün bunları da öncelikle ve münhasıran kendisi ve dar çevresi için ister, ama bu ‘basit taleplerin’ muhassalasından sağlam ve istikrarlı bir millî ekonomi talebi doğar – en azından, doğması için gerekli ortamı hazırlar. Kitle-adam hiçbir demokrasi teorisyenini okumamıştır, ama “demokrasi” ister; O’nun demokrasiden anladığı, bütün dünyada kitle-adam- ların anladığı ile aynı şeydir: İnsan muâmelesi gördüğü, önemsendiği, adam yerine konduğu, küçümsenmediği bir yönetim sistemi. İşte hepsi bu! Evet; heepsi bu ve bu kadar, ama burası fevkalâde mühim; mühim, çünkü, seçkinci cumhuriyetçilerin “halka ödün vermek”, yâni daha açıkçası “halkı gereksiz yere şımartmak” şeklinde aşağılayıcı bir nitelendirme ile tanımladıkları ve bütün olumsuzluklarımızın handiyse baş müsebbibi addettikleri 14 Mayıs 1950 Demokrasi Devri- mi’nin isimsiz kahramanları onlardı: Oy verdikleri partinin adını bile doğru düzgün telâffuz edemediğinden “Demür Kırat” diyen kitle-adamlar. Yine kitle-adam “insan hakları” kavramının ne tarihî serancâmını bilir, ne kavram olarak ne demeye geldiğini, ne de yazar ve düşünürlerini tanır; O’nun insan haklarından anladığı, teorik tartışmalar değil, güven içinde hakkını arayabilmesi, itilip kakılmaması ve meselâ, gecenin kör vaktinde evinin zilini çalan polisin sert bir şekilde karakola celb ettiği değil, önce vatandaşlık haklarını nezâketle sıraladıktan sonra, “avukatın olmadan konuşmayabilirsin, avukat tutacak paran yoksa devlet sana barodan bir avukat tâyin edecektir” diyerek aynı nezâketle karakola dâvet ettiği ve hâne halkının da, başına bir iş geleceğinden endîşe duymayacağı bir güven ortamı demektir ve yine meselâ, O’nun bu kavramdan anladığı iri-iri fikirler değil, arslan gibi erkek evlâdı vatan sınırlarını beklerken, suna gibi kız evlâdının ve/ya bir ömür boyu aynı hayâtı paylaştığı hayat arkadaşının ve dolayısıyla da kendisinin, “başörtüsü” yüzünden ikinci sınıf, “parya” değil, saygıdeğer bir yurttaş muâmelesi gördüğü âdil ve iyi bir yaşama sistemidir.
Hâsılı, kitle-adam, ferdî seviyede ele alındığında küçük ve basit telâkkî edilen şeylerin adamıdır, fakat okyanusların minicik damlalardan oluşması gibi, o küçük ve basit şeyler de büyük şeyleri oluşturur. Kendi referans sisteminde ne kadar değerli olursa olsun, hep büyük ve makro fikirlerle iştigal eden siyâsî milliyetçilik, Ziya Paşa’nın “Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim / Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde” beyti ile hicven ifâde ettiği gibi, hep yıldızlara bakarken önündeki küçük, ama aslında çok büyük ve mühim, “Demokrasi” ve “Sâ- ir” mes’eleleri, sıkıntıları ve talepleri farkedemeyen turfa müneccim gibi davranmakta, gerçekten daha da büyük ve mühim mes’elelerin halli için behemehâl lazım olan büyük enerjinin, yâni İktidar’ın dahi, o kaynaktan elde edilebileceğini farkedememekte ve bu da o kaynak tarafından farkedilmemek sonucunu hâsıl etmektedir.
Böylelikle, işbu kör nokta, manifest siyâsî milliyetçilerin ürettiği siyâsetin kısmı âzâmı îtibâriyle cemiyette bir karşılığının bulunmaması netîcesini hâsıl etmektedir ve tabiatiyle mâkûsundan bakıldığında, cemiyetin siyâsî taleplerinin ise yine kısmı âzâmı îtibâriyle manifest siyâsî milliyetçiliğin ajandasında bulunmaması ile özdeş olmaktadır ki bu durumda, manifest siyâsî milliyetçiliğin, kendi cemiyetinden niçin iktidar vizesi alması gerektiğinin tatminkâr bir cevâbı da olmayacaktır ve olması da beklenemez. Zîra, manifest siyâsî milliyetçiliğin ürettiği siyâsetin toplumda karşılığının olmaması ve bunun mukabilinde ise toplumun siyâsî talep ve beklentilerinin de siyâsî milliyetçilerin ajandasında yer almaması, toplumun, manifest siyâsî milliyetçiliği siyâseten vekâlet verilmeye lâyık görmemesi netîcesini hâsıl etmektedir.
————————————————
Önemlidir:
Bu makaleye atıf yapılmak istenirse, aşağıdaki kaynağın mehaz gösterilmesini önemle rica ederiz.
Türk Kimliği, Ayvaz Gökdemir’e Armağan-2, Editör: Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir, Ötüken Neşriyat, ISBN 978-975-437-715-6, İstanbul, 2009, Sf. 667-762
[1] Harita, şu eserden alınmıştır: T. Yılmaz Öztuna., Büyük Türkiye Tarihi – Türkiye’nin Siyasî, Medenî, Kültür, Teşkilât ve San’at Tarihi., Ötüken Yayınevi., İstanbul 1983., Cilt: 1, s.46