vı
Küçük Mustafa Kemal, Topçu Kolağası Mehmet Tevfik ve Yüzbaşı Mustafa Beyler Ak Hocanın vaaz verdiği camiye vardıklarında cami dolmaya başlamıştı. Ak Hoca, Seyyid Hoca’nın talebesi idi. Seyyid Hoca’yı Balkanlarda bilmeyen yoktu. Her tarafta öğrencileri mevcuttu. 1813’de Mısır’da dünyaya gelmiş 1887’de Usturumca’da vefat etmiş ve istirahatgahı orada idi. Bir çok alim ve ariften ders almıştı. Seyyid Hoca, Hanefî fıkhı ile Maturidî akaidine sıkı sıkıya bağlıydı. Nakşîbendî, Halvetiyye-i Şabaniyye, Ekberiyye, Üveysiye gibi birçok tasavvuf yolunun seyri sulukundan icazetnamesi vardı. 1843 yılında Hacca gittiğinde ise Trabzonlu Mustafa[1] Efendiye intisap etti. Melâmet neşesini onunla tamamladı. Dini ilimlerin zahir ve batın her cihetine hakkıyla vakıf oldu. Trabzonlu Mustafa, Ahmed Yesevi’den Hacı Bayram-ı Veli’ye gelen Horasan Türk tasavvuf anlayışının temsilcisi idi. Seyyid Hoca, düşünce, hayat ve eserlerinde vahdet-i şuhud ile vahdet-i vucud’u tevhit etti.
Seyyid, Manastıra davetli geldiği zaman Ak Hoca da onun ilminin feyziyle tanışmış büsbütün değişmişti. Seyyid Hoca, Manastır Askeri idadisindeki hocalara aylarca ders vermiş sohbet etmişti. Müşir Çerkes İsmail Paşa Seyyid’e gönülden bağlıydı ve hocayı çok severdi. 1860’da onu Manastır subaylarını eğitmek, irşat etmek için çağırmıştı. Manastır İdadisi’nden mezun olan her askeri öğrencide Seyyid Hoca’nın fikirlerinin kalıcı etkileri olmuş ve yıllar boyu da devam edecekti. Bu Tevhidî anlayış Manastır Askeri İdadisi muallimlerini ve talebelerini geleceğin her türlü zorluğuna ve güçlüğüne hazırlıyordu. Daha sonra bu subaylar kurmay olacak ve “Yeni Türk Devleti”nin temellerine kendilerine öğretilen “Tevhit harcını” koyacaklardı.
Ak Hoca o gün cemaate “kader” konusunu anlatıyordu. Özellikle Hasan-el Basrî[2]’nin “Kader Risalesi[3]”nden bahsediyordu. Dinledikçe küçük Mustafa’nın içi ısınıyordu. Ak Hoca, Mustafa’nın ortaokul eğitimi için gittiği Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ndeki Arapça öğretmeni Kaymak Hafız’a benzemiyordu. Ondan sopayla yediği berbat dayağı unutamıyordu.
Küçücük haliyle Ak Hoca’nın ilmi derinliğini anlıyordu. Üstelik genç ihtiyar, kadın erkek her insanın zihnini meşgul eden “kader meselesine” öyle açıklamalar getiriyordu ki; adeta Mustafa aklına gelmiş ve gelebilecek her sorunun cevabını buluyordu. Ak Hoca “ey cemaat-i müslümin” “”men âmene bi’l-kader emine mine’l keder” yani “kadere inanan kederden kurtulur”. Devam ederek açıkladı bu sözü: “ bu bir mükellefin suçu, ihmali ise cezası vardır”, “geri getirilemeyecek tabiî bir sonuç ise; sebebini, hikmetini bizim bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz Cenab-ı Hakk’ın hükmü ve yaratmasıdır” “hiç birimiz doğarken kaşımızın gözümüzün rengini seçemeyiz, uzun boylu kısa boylu olalım da diyemeyiz. Her insan, bir birinden zihni ve bedenî farklılıkla dünyaya gelir. Anne karnında geçirdiğimiz devrelerin başlangıcından hitamına kadar hangi yollardan geçeriz? Bir düşünelim” “yahut hiç kimsenin kaçamadığı ölüm hakikati” Bunları akılla anlayamayız: “Hükmullah”’tır. “Allah hükmü’dür” “Bu hükm-ü ilahiye’ye kulların rızası gerekir”. “Aklın anlayacağı anlayamayacağı, gönlün kavrayacağı kavrayamayacağı vardır”.
“Allah Allah’lığını kimseye vermez Ey Cemaat!” Sadece insanlar say-u gayret gösterdikçe, ilim terakki ettikçe var oluşun basamaklarını hak eden insanlara “Hakk” esması ile sunar. Müslüman, hristiyan şu veya bu inançtan hatta inançsız olsun fark etmez. Allah çalışana verir. Hak etmeyenlere asla! Bu ilahî hakikat unutuldu Alem-i İslâm’da. “De ki Rabbim ilmimi artır”(Taha suresi/114.) ayetini ve diğer ilim ayetlerini hayatımıza geçiremedik, şahsımıza ve cemiyetimize intikal ettiremedik. Küçük Mustafa “koyun (iç) cebinden çıkardığı sarı yapraklı küçük deftere hemen bu ayeti not etti. İlerde “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir fendir” sözünün Kuranî kaynağı olacaktı bu. Henüz kendi de bunu düşünmemişti. Sadece içinden gelmişti o an yazmak. Tekrar Ak Hoca’nın sözleri kulaklarına çalındı: “Artar mı sabit olan? Çalışarak, iradeyi çalışmanın hizmetine vererek; artırırsın ilmini!” “diğer bir saha ise “Esma-ül Hüsna”nın kulun gayret ve atacağı adımları ile tecellileri, zuhurudur. Bu noktada sözlü ve özellikle de fiili dualarla şekillenir kader” “kader sayla-çalışmakla-neşvü nema bulur, tebeddül eder” maalesef “Alem-i İslâm’da gördüğümüz miskinliğe götüren teslimiyet, tembellik kader değildir”. Bu Allah’a bühtan olur iftira olur”. “Kaderde ne varsa başa gelir şeklinde düşünmek miskinliktir.” “Haşa Allah hidayeti ve delaleti kura ile belirlemez Cemaat-i Müslümin! ” (Hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler derler ki: Onun üzerinde Rabbinden bir işaret olsaydı ya? De ki: Elbette isteyen kimse, Allah’ın hakikatlerini bırakıp dalalete sapar ve isteyen kimse de O’na yönelip, hidayet yolu bulur. Rad suresi/27.Ayet-) Görüldüğü üzere kendisine yöneleni hidayete erdirir. O Adil’dir. Kuran-ı Kerim’de mahv (silme) ve ispat (sabit tutma) kavramları vardır; Cenab-ı Allah Celle Celaluhu buyuruyor ki “Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır, Ana kitap O’nun katındadır”(Rad Suresi/39.Ayet) Cenab-ı Peygamber “Kaderi ancak dua değiştirebilir, ömrü de ancak iyilikler uzatabilir” demektedir. Duayı da sadece sözlü dua sanmayalım cemaat; fiili dua olmadan sözlü dua’nın hiçbir kıymeti yoktur.” Cenab-ı Pergambere “mademki Allah’ın bir takdiri var, artık biz neden çaba gösterelim ki? diye soranlara “Siz çalışın, herkes ne için yaratılmış ise onu yapabilmeye muktedirdir” demiştir. “Bir millet kendi özellikleri içindeki özellikleri değiştirmedikçe Allah o milleti değiştirmez” (Rad suresi/11.Ayet) “var oluş ve değişim bitmiş, sabit, değiştirilemez ve mazallah[4] “kullar gölge oyununun” şuursuz varlıkları olsaydı, aziz müminler bu ayet nazil olurmuydu”? Cenâb-ı Hak yine: “Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür suresi/8. Ayet) “Artık, Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin, eğer (gerçekten) Allah’a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.” (Nahl sures/114. Ayet) buyuruyor.
Küçük Mustafa Ak Hoca’nın ak zihnine ak gönlüne hayran olmuştu. Manastır İdadisine geldiğinde cumaları Ak Hoca’nın vaazlarını kaçırmayacaktı. Cuma ezanı okunmaya başlamıştı. “Bu mesele önemli cemaat, yine devam ederiz diyerek” sözlerini tamamladı. Ak Hoca genzini “öhö öhö” ile temizledi. Çok şakacı da idi Ak Hoca; “Cemaat-i Müslümin, bir genzi temizlemek için en hafif haliyle “öhö öhö” gerekiyor. Varın gerisini siz hesap edin. İbnü’l Kayyim[5] de der ki: tercih hürriyeti ve irade üzerine “Adam gibi adam kadere teslim olan değil, Allah’ın daha hoşuna giden bir kaderle diğer kadere karşı gelendir” Tebessüm ederek kürsüden inerken “büyüyünce adam gibi adam olacak Mustafa Kemal’le” göz göze geldiler. Cemaatin çokluğundan kapanmayan kapıdan içeri giren rüzgârla Kemal’in saçları dalgalandı. Adeta bir anda Ak Hoca’nın Ak saçlarına altın sarısı saçları ile selam gönderdi; karşılıklı gözlerle gülüştüler konuştular. Bu hocayı çok sevmişti. Sarı Deniz’le Ak Deniz bu cuma buluşmuş cem olmuştu.
KAYNAKLAR
[1] Abdülhâlık Efendi halîfelerinden Şeyh Mustafa b. Mahmûd Trabzonî
[2] Hasan el Basrî (642–728), Bedir Savaşı’nda muharebe eden yetmiş Sahabe dahil birçok Sahabe ile tanışmıştır.
[3] Günümüzde çeşitli Türkçe tercümeleri yapılmıştır. Örnek: Prof. Dr. Faruk Beşer, Kader Meselesi ve Hasan Basrî’nin Kader Risalesi Metni ve Tercümesi, Nun Yayıncılık, İstanbul, 2015.
[4] Allah’a sığınırım demektir.
[5] İbn Kayyim El-Cevziyye (1292- 1350)