Teknolojinin hayâtımıza kazandırdığı kolaylıklar saymakla bitecek gibi değil. Neredeyse dijital bir ömür sürmeye başladık. Bâzen; “ İnsan bu gelişmelerin neresinde duruyor? “ diye soruyoruz. Etimizle-kemiğimizle, rûhumuzla, dimâğımızla, kalbimizle, gönlümüzle hangi CD’nin, hangi DVD’nin içine, hangi hâfıza kartına girdik? O, basit ama rahat, ferah, huzûr ve vitamin dolu günleri hayâl perdesinin gerisine mi attık?
Kitap, mecmuâ, ansiklopedi sayfalarını devire devire araştırma yapılan dönemler geride kaldı. Milyon, milyar, trilyon mefhûmları, parmak ucunun iki tık sesiyle önünüze serilip, bütün imkân ve hazînelerini ikrâm ediyorlar.
Bu arada, lisanlar arasında gidip gelmenin, birinden diğerine tercüme yapmanın teknolojisi de çocuk oyuncağı seviyesine indi. Gayreti, yorulmayı, en çok da fedâkârlığı ucuzlatan, hattâ lüzumsuz kılan böyle bir öğrenme şekli, kalıcı izler bırakır mı? Bilinmez. Fakat türlü yorgunlukların bedeli olan bir tâlim ve terbiye tarzı, eskilerin tâbiriyle rahle-i tedrîs, çimento olarak harca karıştığı için, hayâtın kendisine ilişiyordu.
16. Yüzyılda yaşamış Muğlalı Şâhidî Dede ( ölm. H.957/M.1550 ), Tuhfe-i Şâhidî adını verdiği manzûm lügâtinde, bütün yaşlardaki okuyucusuna Farsça öğretiyor. İşte, bir taşla kaç tâne kuş vurulabileceğini gösteren Şâhidî mısrâları:
“Bu sözümi ezber it gönlünün aç pasını,
İn sühânem yâd kün jeng-i dilet mi-zedây
Müfte’ilün fâ’ilün müfte’ilün fâ’ilün
Kim bu kitabı okur, ilm olur âna kolay”
Bu dörtlüğün ilk mısrâı, pırıl pırıl bir Türkçe ile yazılmış. İkinci mısrâ, bir önceki o akıcı Türkçe sözün Farsçası. Üçüncü mısrâ, manzûmenin veznini, hiç gizlemeden açığa vuruyor. Son satırda ise, Şâhidî Dede’nin yoğurt satma seansı ile reklâm arası bölümü var.
Görüldüğü gibi, kıvrak ve parlak insan zekâsı, her devirde komprime öğrenme metodları peşine düşmüş. Daha Orta Asya mekânında İslâm dinini öğretme faaliyetine satır arası Kur’ân tercümeleriyle başlayan Türk milleti, bu yakınlaştırılmış tâlim tarzını pek benimsedi. Şâhidî Dede’nin, otuz iki kısım tekmili birden kitabı, bahsedilen geleneğin, şirin ve eğlenceli bir şûbesine mensup. Lügât veyâ tuhfe denilen edebî tarz, çok öteleri gören dijital özellikler taşımaktadır.
Fânîliğinin farkında olan insan, aynı zamanda gayret sâhibidir. O gayret yekûnudur ki, fânîyi ebedî yapar. Zâten:
“Ecel kasabının kimse halâs olmaz bıçağından
Ne zâlim pehlivan olsa, tutar bir gün kuşağından”
diyen anonim halk muhayyilesi, mukadder âkıbeti zihinlere çoktan kazımıştır. Âşık Hayâlî (meşhûr dîvân şâiri Hayâlî Bey değil) de, aynı son mizansenini kefen plânında ekrana taşımış:
“Her neye gitsem bile peşimde
Benim ile yoldaş oldu hayâli,
Bu gece seyrettim beyazlar giymiş,
Salındı karşıma geldi Hayâlî…”
Ardında iz bırakan fânilere ne mutlu! Onlara âdemiyyet bahçesinde her dâim rastlanması, sırf bu iz yüzü suyunadır.
Yaşanılan ânın imkân parıltıları, Şâhidî Dede ve emsâlinin iğneyle kazdıkları kuyunun dibinden çıkan suyun hâreleridir. Bunu fark etmeyen ve de hak teslîminde bulunmayan, âkıbet kendi suyunu ısıtır.