Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI
İlk oturumdaki tebliğlerden biri doğru bir saptama yapıyor gibi görünüyor: “Mümtaz Turhan’ın öğrencileri olarak sayabileceğimiz kişiler olmasına karşılık, Erol Güngör’ün öğrencisi diye sayabileceğimiz kimse pek yoktur.” (Hasan Bacanlı’nın “Aynı Mahalleden Olmak” başlıklı bildirisi, s.53) Ancak soru bir başka zaman, örneğin yirmi yıl öncesinden sorulsa belki değil muhakkak Erol Güngör’ün onu aşkın ciddi takipçisinin, öğrencisinin olduğunu söylemek mümkün olacaktı. Bu sorun üzerinde ciddi olarak tartışmak anlamlı olabilir. Onun bugünlerde takipçileri olmamasını bazı noktalara, nedenlere bağlamak düşünülmelidir.
Erol Güngör’ün entelektüel kimliğinin en belirgin özelliği Batı sosyal bilimine açıklığıdır. Ancak düşüncelerinin olgunlaştığı 1960’lı yıllarda bu yaygın bir nitelik olarak belirmemektedir. Özellikle kendisinin bağlı bulunduğu siyasal düşünce dünyası içinde. Türkiye o dönemde önemli ölçüde içine dönüktür. Gerçekleştirdiği tercümeleri bu çerçevede düşünmek gereklidir. Ancak ölümünü müteakip Batı sosyal bilimine açıklıktan ziyade bir teslimiyet söz konusudur. Bu noktada bildiri metinlerine, somut metinlere gönderme yapmak yakışık almaz ama bu böyledir. Türkiye’de son dönemde Erol Güngör’ün takipçisinin, takipçilerinin olmaması bu nedenledir. Son dönemde düşünsel metinlerin Türkiye coğrafyasında nelere tekabül ettiği konusunda endişe duyulmamakta gibi görünmektedir. Türkiye’de son dönemde moda olan düşünsel eğilimler karşısında belli bir eziklik yaşandığı açıklıkla görülmektedir. Dolayısıyla bu değişik dönemlerin başat özelliklerine aykırı düştüğü için Erol Güngör’ün iki dönemde de yeterince önemsenmediği anlaşılmaktadır.
Aydınlarımız, izmlerimiz…
Belki de Erol Güngör’ü tanımanın en emin yolu Hilmi Ziya Ülken’in ölümü üzerine kaleme aldığı yazıdır. O yazıya yönelik olarak en eleştirel yazıyı yazan kişi de Cemil Meriç’tir. Cemil Meriç söz konusu makalesinde Hilmi Ziya’nın takipçisi olmadığını eleştirerek yazmaktadır. Erol Güngör Hilmi Ziya’nın metinlerinin derinliğine gönderme yapmaktadır. 0 fırtınalı 1974, 1975 yıllarında birçok üniversite hocası aynı gazetede, Ortadoğu’da heyecan dozajı yüksek metinler yazıyorlardı. 1980’li yılların başlarında çevresindeki insanlara Sabri Ülgener metinleri yayınlamayı salık verir ve Aydınlar İzmler başlığı altında onun makalelerinin bir bütünlük içinde kitaplaşarak yayınlanmasına vesile olur. Zaten mesele ana hatlarıyla değerlendirildiği zaman tarihsel ve sosyolojik tahlilleri açısından Erol Güngör’ün Mümtaz Turhan’dan daha çok Hilmi Ziya Ülken ve Sabri Ülgener’in takipçisi olduğu söylenebilir. Güngör’ü bir sosyal psikolog olarak nitelemek yerine bir kültür adamı olarak nitelemek söz konusu ise durum ister istemez böyledir. Düşünsel, siyasal çizgisi itibariye Mümtaz Turhan’a daha yakın dursa da Batı sosyal bilimine açık olması ve Batı sosyal biliminin etkisi altında ezilmemesi anlamında Hilmi Ziya ve Sabri Ülgener’le frekansları daha fazla uyuşmaktadır. Bu anlamda da Türk düşünce hayatında Güngör’ün düşüncesini etkileyen çok sayıda entelektüel vardır. Aynı zamanda Cumhuriyet döneminin değişik dönemdeki farklılaşmalarını ve bu çerçevede 1938-1946 yılları arasındaki değişik durumu başka entelektüellerle paralel bir şekilde değerlendirmektedir. Cahit Gelekçi’nin makalesi karşılaştırmalara yönelmese de bu doğrultudaki saptamasını doğru yapmaktadır.
Mesela bir dönem Sabri Ülgener’in eserlerini yayınlatmak için teşvik ettiği aydının tutumuna bakmak ve onu değerlendirmek anlamlı olabilir. Onun Ülgener yayınlanmadan önce yazdığı metin Aybar üzerinedir. Aybar üzerine metnin ana fikri de Leninizm reddiyesi şimdi de Marx reddiyesiyle tamamlanmalıdır şeklindedir. Bu durum da memleketteki entelektüel iktidarla uzlaşma şeklinde tezahür etmiştir. Bu tarz bir yönelim son dönemde ortaya çıkan yeni tarz milliyetçilik anlayışlarıyla da bir uzlaşma haline girmiştir. Son dönemde İslami eğilimle modernist eğilimin frekansları uyuşma halinde gibi görünmektedir. Hatta onun etkilediği aydınlardan birinin düşünceleri dönemlere bağlaması da meseleyi doğru anlamanın anahtarlarından biridir. Dolayısıyla Batı sosyal bilimine açık olma özelliği ile telaffuz edilen düşüncelerin Türkiye’de neye, nelere tekabül ettiği meselesi ciddi olarak tartışılmalıdır. Her iki anlamda da zaman içinde kısmen değişse de her iki mecrada seyreden düşüncelerinin bariz bir süreklilik taşıdığı rahatlıkla söylenebilir. Her iki tavrında da ısrarlıdır. Belki de zaman içinde İslam’ın düşünceleri içindeki yeri bir ölçüde daha artabilirdi. Ama Batı ve Batılılaşma konusundaki düşüncelerinde daha bir istikrar olabileceği de rahatlıkla söylenebilir. Düşüncelerinin merkezinde İslam’ın yerinin daha fazla artacağının/artabileceğinin en büyük kanıtı son iki eserinin mahiyetidir. Ancak Türk kültürünün Batı doğrultusunda değişme potansiyeli olmasına karşı direnç özelliği son dönemde Batı’ya direnç konusundaki tutumun aşılabileceği şeklindeki ortak anlayışa karşı durabileceğini, bu tür temayüllere aykırı tutum takınabileceğini göstermektedir. Bu tarz bir genelleme de son dönemde Batı’ya karşı olumlu tutum takınan Batı- dışı modernlik gibi adlandırmalarla Erol Güngör’ün dünya görüşünün hiçbir suretle örtüşmeyeceğini/ örtüşemeyeceğini göstermektedir.
1960’ların atipik temsilcisi
Belki de bir genç öğrencinin sorduğu ve Suna Başak’ın derste karşılaştırmayı vaadettiği Erol Güngör ve Cemil Meriç’in düşünce dünyalarının farklılığı tam da meselenin bam telidir. Cemil Meriç’in söylediği bir cümle sorunu ele vermektedir. Benim ana eksenim Batı karşıtlığı ve fakat bana sahip çıkmalarının nedeni Batı hakkındaki birikimim. Nitekim siyasal olarak Erol Güngör’le aynı siyasal çizgiden gelenlerin Erol Güngör’den hiç söz etmezken Şerif Mardin ve Cemil Meriç hakkında methiye yazmaları frekanslarının nelerle uyumlu olduğunu apaçık göstermektedir. Zaman içinde düşünceleri detaylara inerek tartışıldıkça ve kendisiyle benzer ve ayrı noktalarda bulunan entelektüellerle karşılaştırıldıkça Erol Güngör daha iyi anlaşılacaktır. Ona aykırı noktalardaki entelektüellerin benzer saptamalar yapmaları çözüm önerileri farklı olsa da en olmadık aydınları Türk toplumunu anlamakta ortaklaşa bir tutuma yöneltecektir. Bunun emarelerini görmek de mümkün.
Türk düşünce tarihinin geleneğinden süzülüp gelen Erol Güngör’ün belki de bizim önemli sosyologlarımızdan daha önce, özellikle kendi kuşak sosyologlarından daha önce sosyolojik genellemeleri tarihsel boyutları çerçevesinde gerçekleştirme şeklinde bir eğilimi olmuştur. Sosyolojik tahlillerin tarihsel temellendirmesi temel tercihi olmuştur. Bu çerçevede tarihsel temellendirmeyi daha bir meselenin Türkiye’de nelere tekabül ettiğine işaret etme anlamında yeri daha önce gibidir. Örneğin Doğan Ergun ve Baykan Sezer’e göre daha belirgin bir biçimde Türkiye tarihine yaslanmaktadır. Dolayısıyla sosyolojik tahlillerini daha bir ete kemiğe büründürmüştür. Aynı anlama gelmek üzere onlardan önce Osmanlı güzellemesi yazıp Cumhuriyet dönemi değişikliklerine nispi olarak daha eleştirel bakmıştır. Bunların yanında Türk düşünce geleneği konusunda daha duyarlı olup Sabri Ulgener ve Hilmi Ziya Ülken konusunda daha önce metinler yazıp bunlara karşı göreli olarak daha az eleştirel bir tutum takınmıştır. Bir de doğal olarak tahlillerinin kültürel boyutu daha bir belirgindir. Bu anlamda son dönemde öne çıkan tahlillere daha bir yakın durmaktadır. Aslında 1960’lı yıllar koşullarının şekillendirdiği ortamın atipik bir temsilcisi sayılabilecek Erol Güngör’ün düşüncelerinin 2000’li yıllar Türkiye’sinde nerede durduğu ciddi bir araştırma konusu olabilir. Bu araştırma sürecinde Şerif Mardin’in bizim aydınlarımızın toplu halde fikir değiştirme alışkanlığını değerlendirdiği, ifadelendirdiği bilgece tahlili üzerinde ciddi olarak düşünmek gerekecektir.
——————————————————-
http://www.stargazete.com/acikgorus/turk-dusunce-dunyasinin-takipcisi-olmayan-filizi-erol-gungor-haber-
315559.htm