Türk Muhafazakârlığında “Müslüman Türk” ve “Türk Müslüman” Çatışması

Sayın Doç.Dr. Ahmet Baran DURAL tarafından 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce kaleme alınan aşağıdaki makale, bâzı tespit ve müşahedeleri itibâriyle hâlâ güncelliğini koruduğundan, yayımlanmasında yarar görülmüştür (Kirmizilar.com).

 

Doç. Dr. A. Baran DURAL[i]

İçine girilen yeni seçim süreci, ikinci bir değerlendirmede bulunmayı, hatta bir önceki yazının muhasebesini yapmayı şart koşuyor. Bu noktada daha fazla ilerlemeden, Haziran seçiminin sonuçlarını ekonomik saiklerle oy kullanan yeni seçmen kitlesinin belirlediği, özellikle CHP’de kümelenmekle beraber aşağı yukarı her partide belli oranlarda yekun teşkil eden, ekonomik saikler yerine “öğretilmiş/ öğrenilmiş” değer yargıları doğrultusunda oy veren bir kesimin de seçmen topluluğu içerisinde varlığını koruduğu vurgulanmalıdır. “Geleneksel(öğretilmiş/ öğrenilmiş)” değer yargıları çerçevesinde oy kullanan seçmenlerin doğal seleksiyon yoluyla, yani her seçim dönemi oy hakkı kazanan genç seçmenlerin genel seçmen eğilimlerini birinci grup lehinde tartışmasız olarak değiştirdiği anımsandığında, şu sonuca varılabilir: En çok bir kuşak zarfında değer yargıları ekseninde oy veren seçmenlerin artan tasfiyesiyle, ekonomik beklenti/ talepler oy vermede birinci etmen yani bağımsız değişken hüviyeti kazanırken, “vatan, din, milliyetçilik, laiklik, siyasal ahlak, töre” gibi değer yargıları, birincil yani ekonomik etmenin hemen altına yerleşerek, ancak birincisiyle ilintilendirilmesi/ koşullandırılması halinde işlevselleşebilecek noktaya geriliyor. Bu sonuç bir yandan modernleşme ve gelişme açısından Türkiye’nin hanesine bir kazanım olarak yerleşirken, değerlerin ekonominin bağımlı değişkenine dönüşmesi beraberinde pekçok sosyal- siyasal anomi ve çatışmayı da sürüklüyor. Bu bağlamda sanılanın aksine yeni seçmen kitlesinin bağımsız değişken haline gelmesi, ülkedeki temel değer yargılarını ortadan kaldırmayacak ama değer yargılarının fütursuzca istismar edilmesinin önünü alacak.

Yukarıda özetlenen ve bir önceki seçimlerde ağırlığını hissettiren bu hipotez, 7 Haziran’da alınan seçim sonuçlarıyla neredeyse bütünüyle tescil edilmiş oldu. 10 yıl boyunca halkın ekonomik taleplerine yanıt vermeye çalışan ama ekonomik çıkarların mütemmim cüzü olan siyasal- toplumsal açılımlarda büyük bir bozguna uğrayan AKP ile giderek pazara “sek Atatürkçülükten” başka bir ürün sunamayan, kurucu liderinin arkasında tutucu- sinik bir siyaset izleyen CHP, 7 Haziran seçimlerinin iki yenileni olurken, kimlik politikasının yanısıra farklı toplumsal kesimlere, çıkarlara seslenebilmeyi başaran MHP- HDP’nin başarısı hiç de sürpriz sayılmamalıdır. Tam da bu noktada bu yazının ilk hipotezine yani bir önceki seçimde gelişigüzel oy atmadığı hatta varılan sonuç ve kopardığı toz yeli ne denli kapsamlı olursa olsun, Türk seçmeninin 7 Haziran’da oldukça olgun- bilinçli bir biçimde oy kullanarak, ülke için en iyi siyasal tabloyu yarattığı noktası belirtilmelidir.

İktidar ve muhalefet sözcülerinin propaganda döneminde siyasal ortamı yekdiğerine karşı bir “huruç” operasyonuna dönüştürme ya da dönüştürebilecekleri vesvesesine karşın ekonomik- toplumsal çıkarları AKP ile bütünleşen seçmenler, iktidar partisinden yüz-geri etmezlerken, çıkarları AKP ile düşümdeşmeyen seçmen, kaale aldığı değer yargılarından hareket ederek, muhalefet partileri arasında bir dağılım gösterdi. Açılımların başarısızlığı ve özellikle Kürt açılımının samimiyetsizliği AKP’nin oylarında gerilemeye neden olurken, Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’ın ısrarıyla başlatılan, 1 Kasım 2015 seçim sürecinde de mevcut tablonun çok fazla değişmeyeceği ihtimali giderek güç kazanıyor. Burada daha fazla ilerlemeden, 15-23 Ağustos arasında yapılan seçim anketlerinin sonuçlarına dikkat çekmek yararlı olacaktır.

Anketler ve İslamcı Görünümlü Liberal Parti

Yukarıdaki veriler ve benzerleri kabul edildiğinde iktidardaki İslamcı görünümlü liberal partinin cüzzi oy artışına rağmen kendisini tek başına iktidar yapmaya yetmeyecek bir düzeyde seyrettiği, araştırma yapan kuruluşun siyasal algısına göre CHP’nin ya yerinde saydığı ya ufak miktarda oy artışı kaydettiği, MHP’nin aşağı yukarı eski oy oranında tutunduğu fakat kimlik politikalarının diğer önemli oyuncusu HDP’nin belli oranda oy kaybettiği görülebilir. Cumhurbaşkanı’nın zorlamasıyla her türlü koalisyona kapıyı kapayan hatta koalisyon kurmaya hayli azimli bir anamuhalefet partisinin varlığına rağmen hükümeti kurma çalışmalarını oyalama sürecine dönüştüren İslamcı görünümlü liberal parti, yine kurucu liderinin eliyle bir kumara zorlanıyor. İslamcı görünümlü liberal AKP’nin ezeli ve ebedi kurucu liderinin daha Anayasa oylamasından bugüne kurguladığı, “Seçimleri birbirine ekle ve hepsini al” politikası, bu parti tarafından ödünsüz bir biçimde işletiliyor. Ne var ki, siyasal alanın hiçbir düzleminde, “hepsini almaya” elverişli bir ortamın bulunmaması, siyasetin doğası gereği zaman zaman her oyuncunun kaybedip kazanabileceği bir oyun şeklinde kurgulanıp oynanması, AKP’nin gündüz düşlerinin siyasal gerçeklerle sınanması zorunluluğunu gündeme taşıyor.,

Görünen o ki siyasal İslamcı görünümlü liberal AKP,, bir önceki seçimde önceden oy verdiği halde, 7 Haziran seçimlerinde kendisini desteklemeyen muhafazakar seçmenlerin nedamet getirerek ve pişmanlık göstererek “yuvaya dönmeleri”ni bekliyor. Erdoğan’a bağlılıkları/ sempatileri AKP’ye nazaran son derece kuvvetli olan bu kesimin oylarının tekrar partiye kazandırılıp kazandırılmayacağı olgusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seçimlerde taraf olmaya ve “eski” partisinin seçim kampanyasına müdahale etmeye koşulluyor. Böylelikle 1 Kasım seçimleri, Erdoğan’ın AKP adına propaganda yapmasının partiye olumlu/ olumsuz katkısı yani Cumhurbaşkanı’nın telaffuz ettiği “fiili durumun” halk nezrinde yeterli taban bulup bulmadığı hususunun da güven oylaması olacak hiç kuşkusuz. Kamuoyunda yansıtıldığının aksine HDP’ye verilen emanet oylardan kendisine ikbal devşirmeye pek umut bağlamayan -düşük ama düşürülemeyen- iktidar partisi, AKP’de umduğunu bulamayarak HDP’ye emanet oy yağdıran liberallerin ya aynı tutumu sürdüreceklerini ya da CHP’ye “kerhen” destek sağlayacağını iyi biliyor. Sonuçları ve gerçekleşme şartları son derece sorunlu olacak Güneydoğu seçimlerinde normal şartlarda HDP’nin tüm rakiplerini sileceği ihtimali gitgide daha yoğun hissedilirken, büyükşehirlerde eksilecek HDP oylarından, ancak CHP’nin artıklarıyla yetineceğini de anlayan siyasal İslamcı görünümlü liberal parti ve onun doğal önderi, bu seçimlerde düğümü çözecek unsurun, muhafazakarlık-içi bir çatışma olacağını gayet bilincinde.

Böylelikle, bir süredir tarafımca savunulagelen, yakında siyasetin yönünün, muhafazakarlığın içine yuvalanman “Müslüman- türk seçmen profiliyle”, “Türk- müslüman seçmen profili” arasındaki kapışmanın sonuçlarına göre belirleneceği öne sürümü üzerinde durulmayı hak ediyor. Bu iddia her ne kadar yazının başında dile getirilen tezle çelişiyor gibi görünse de aslında “kriz anları”nda, siyasetin bıçak-sırtı dengede seyrettiği dönemlerde yani yüzde 2-3’ün bile yaşamsal öneme haiz olduğu anlarda; bağımlı değişken olan değer yargıları doğrultusunda oy verme eğiliminin, ekonomik saiklere nazaran görece önem kazanacağını, en azından Türkiye’nin yakın 10 yılı için söylemek mümkün. Üstelik değer yargılarının herşeye rağmen tek belirleyici olamayacağı günümüzde, din- millet algısını, ekonomik saiklerle en iyi bütünleştirebilen partinin, bu yarışı galip bitireceği olgusu, tek başına değer siyasetinin muhafazakar sağı çözümsüzlüğe iteceği unsuruyla birleştirildiğinde, aslında ikinci tezle birinci tezin çelişmek yerine, birbiriyle düşümdeşleşeceği gerçeğini göstermektedir.

 

Muhafazakar Sağ’da Değer Yargısı Bunalımı

O zaman değer yargılarıyla – ekonomik saikler arasındaki dengeyi unutmaksızın, muhafazakar sağın içindeki değer paradoksuna değinmek yerinde olacaktır. “Müslüman- türk” seçmen değer yargıları itibarıyla hem din hem milliyetçiliğe değer vermekle birlikte, ilk ögeyi yani dinsel değeri, ikincisine nazaran daha fazla önemseyen seçmen tipidir. Bunun aksine “Türk- müslüman” seçmen ve/ veya yurttaş tipi –ki gelinen noktada seçmenlik yurttaşlığın doğal uzantısıdır- yine hem dinsel hem ulusal değerlere önem verdiği halde, son kertede ulusal değerleri, dinsel söyleme (dine nazaran değil) kıyasla bir parça daha dikkate alan, heyecan eşiğini ulusal değerler ekseninde daha yoğun harekete geçirebilen seçmen tipidir. Daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk Ocağı çevresinde filiz veren Türkçülük- İslamcılık akımları Cumhuriyet Türkiyesi’nde, her ikisinden de görece özerk ve baskın bir ana damar Türk muhafazakarlığının oluşumuyla, siyasal eksenin çevresine/ çeperinde itilmişti. (DURAL, 2010: 55-84) Bu iki akımdan milliyetçilik Kemalizmle kurduğu “çekinceli ittifak” sebebiyle, anadamar Türk muhafazakarlığında daha avantajlı bir konum elde ederken, siyasal İslam ötekileştirilmişti. Bu bağlamda Kemalist milliyetçilik, Kemalizm’in altı ana ilkesi içinde baskın rol oynayan milliyetçilik hedefiyle, Türk milliyetçiliği arasında köprü kurmuş, bu süreçte devrimleri halka anlatma/ benimsetme görevini üstlenen milliyetçi aydınlar, Kemalizm’in felsefi altyapısını kurmakla görevlendirilmişlerdi. Bu dönem muhafazakarlığın İslamcılıkla “kirlenen” sicilinin, milliyetçilik üzerinden silinmeye çalışıldığı bir süreci imliyordu.Gerek Türk Ocakları gerekse Kemalist atılım dönemlerinde Türk milliyetçiliği rakibi siyasal İslam’ı iki kere hem de, “evire çevire” ideolojik yenilgiye uğratmıştı. Siyasal İslam’ın ötekileştirilmesi sorunu, İslamcı kadrolarca, ancak; 28 Şubat sonrasında çözümlenebilmiş, adı geçen hareket İslamcı içeriği görüntü, liberalizmi töz biçiminde kurguladığı yeni teorik zeminiyle, ayakları üzerinde yükselebilmişti.

 

Türk Muhafazakarlığında Sukesimi Çizgisi: Demirel İmgesi ve Ötesi

Belki Menderes değil ama Süleyman Demirel imgesinin siyasete ağırlığını koymasıyla beraber sağlam- popülist bir partiye sahip olan Türk muhafazakarlığının ana damar versiyonu,, AP- DYP üzerinden Türkiye’de merkez sağ siyasetin temelini oluşturdu. İleride ANAP’ın da katkı sağlayacağı bu yapıda temelleri atma, ana ilkeleri (Kemalizme- milliyetçiliğe ve siyasal olmayan bir İslam’a karşı tutum) saptama, sağın merkez/ merkezkaç unsurlarını belirleme açısından AP-DYP ekolü ve Süleyman Demirel imgesi başat önemdeydi. Özellikle muhafazakarlık üzerinden İslami bir takım değerleri zaman zaman fazlasıyla zorlayan Demirel’in, son kertede partisinin hiçbir biriminde siyasal İslamcılara prim vermemesi, parti kadrolarını- yönetimini laik tutma çabası, Erbakan’dan ziyade adı geçen konularda neredeyse birebir örtüştüğü Türkeş ile daha samimi ilişkiler kurması, burada önemli eşik temsil ediyor. Buna karşın milliyetçiliğe dört eğilim arasında yer vermesine rağmen MÇP- MHP çizgisi ve onun lideri Türkeş’i dışlamaya (muhafazakarlık içinde ötekileştirme) azami çaba sarfeden ANAP’ın kurucu lideri Özal’ın, siyasal İslam’a yakın tutumu, devlet kadrolarında siyasal İslamcılara iltimas sağlanması politikaları ise muhafazakar anadamar politikalarda bir diğer eşiği oluşturur. Bu bağlamda belki de Türk siyasi yazınında hep dile getirilen DP-AP-ANAP- AKP şablonun bir kenara bırakılıp DP- ANAP- AKP üçlemesine karşı her ne kadar kronolojik olarak Menderes’in devamı olsa bile, ideolojik kaygılarla, AP- DYP çizgisinin kendi içerisinde incelenmesi önerilebilir. AKP’nin günümüzde “ataları” arasında saydığı Menderes- Özal- Erbakan isimlerinin arasında Süleyman Demirel’e yer vermeyişi de hayli önemli bir kayıt olarak not düşülebilir. Yine de ortada anadamar muhafazakarlığı temsil edecek, AP-DYP-ANAP gibi bir kitle partisi bulunduğunda, gerek bu partiyle ilişkiler gerekse diğer muhafazakar gruplardan oy devşirmek siyasetinde, İslamcı ve milliyetçi siyasal oyuncuların takındığı karşıt gruba saygılı tutum, muhafazakar anadamarın büyük kısmını elinde bulunduran merkez- sağ partiler ortadan kalkınca, yerini, muhafazakar piyasanın diğer iki aktörü arasında sert bir mücadeleye bıraktı. Merkez sağda patlak verip tüm sağ grupları etkisi altına alan organik krizi çözmek için AKP “doğal lideri”nden kaynaklanan bir sertlik politikasıyla, önce Türkiye’de sanki kökten ırkçı- kavimci bir parti varmışçasına, MHP’nin karşısına bir kavmiyetçilik heyulası dikti. Bu yeterli gelmeyince kah milliyetçiliği ayaklarının altına alıp üzerinde “tepindi”, kah aynı söyleminin yanına, “en büyük milliyetçi biziz” arsızlığını ekleyerek kendisini savunmaya kalkıştı. Buna karşın MHP ise daha soğukkanlı bir tavırla dine karşı hassasiyeti ısrarla anımsatmakla beraber, siyasal İslam’ın Türkiye’nin başına gelen en büyük belalardan biri olduğunu, daha uygun bir dile ifade etmeye çalıştı. (Bahçeli’nin milliyetçi siyasal yazına iyice oturttuğu, “AKP ve Erdoğan, Türkiye’nin önündeki en büyük engellerdir” söylemi)

İki tabanı zorunlu olarak birbirinden ayırma gerekliliği, siyasetin pratik yol çizgisine uygundu. Zira merkez sağ partinin yokluğunda, Türk siyasetinin kalıcı ve başat unsuru olmak, diğeriyle ortaklıkları sıralamaktan ziyade farklılığını ortaya koyup, diğer tarafa üstün gelmekten geçiyordu. Tıpkı Türk Ocakları’nda ve yeni Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde olduğu gibi ilk adımı atan 1999 seçimlerinde Devlet Bahçeli önderliğindeki milliyetçi kanat olmuş, böylelikle Türk muhafazakarlığının sakat ve yarınsız “teslis” inancını bozmanın doğruluğunu kanıtlamıştı. (anadamar muhafazakarlık/ milliyetçilik/ siyasal İslam) Ne var ki MHP bunu oldukça yumuşak hatta kırılgan bir söylemle gerçekleştirirken, özellikle Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde AKP, aynı politikaya çok daha sert hatta kırıcı bir tutumla ulaşmaya çalışmıştı. Ancak üslup farklılıkları üzerine tartışılsa bile her iki partinin tutumu da siyasal düzlemde doğruydu. Özellikle yakınçağ tarihi anımsandığında, dinle milliyetçilik arasındaki ilişkinin bir ve/ veya ilişkisinden çok bir ya/ ya da ilişkisi olduğu, yani bir siyasal öznenin son kertede kanaatini oluştururken, her iki değerin de etkisinde kalarak değil, bunlardan birisini diğerine tercih ederek görüşlerini yapılandıracağı sonucu ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda Hobsbawm’ın tarihin en kanlı- sert mücadelelerinin, dikkat edin milliyetçilik ve dinselliğin değil ya dinsellik ya da milliyetçiliğin önderliğinde gerçekleştiği tezi (HOBSBAWM, 2010: 7-62),hiç de yabana atılacak bir iddia değildir hiç kuşkusuz.

 

İki Seçmen Tipinin Yapısökümü

Genel olarak Müslüman türk ve Türk müslüman seçmenlerin hastalıklı bir şekilde sanayi toplumunun kazanımlarına meftun, modernizmin nimetlerinden azami şekilde istifade etmeyi önemseyen, geç alıştıkları kent hayatına katılırken “kaybettikleri”ni varsaydıkları bir takım değerlerin özlemini çeken ortak bir tipoloji sergiledikleri kaydedilmelidir. Aynı tipolojinin, adeta posasını çıkardıkları modern yaşamın girdilerinden,“karından konuşarak” dert yanan, üstelik bu tavırlarının son derece ikiyüzlü bir tutum olduğunu farkedemeyecek kadar naif kişilerden oluşan bir kitleyi imlediği söylenebilir. Safça hoparlörden ezan okunmasının sakıncalarından, gençlerin saygısızlığından dem vurur ama son model IPhone’u almak için herkesten önce sipariş verir, zikirmatikle/ ezan okuyan duvar saatine gıptayla bakar. Weber’in kuramlarını Tanrı’nın buyruğuymuşçasına benimseyen Müslüman türk kanat, Weber’in şu Protestanlık- kapitalizm arasında kurduğu su götürür ilişkinin, kendi yurdunda bile yoğun eleştiri aldığını görmezden gelerek, Nakşibendiliğin mi yoksa Nurculuğun mu kapitalizmin ruhuna daha uygun olduğu gibi zorlama bir tartışmanın girdabında savrulur gider. Bu kesimin başucundan ayırmadığı Weber ve “İslam Ahlakı/ Ekonomisine” ilişkin tuhaf tezler, YÖK tez arşivinde neredeyse külliyat oluşturur. Bununla da yetinmez:İslam gibi Tanrı karşısında ve sosyal ilişkilerde sultanla tebaasına aynı camide dizdize namaz kıldıran sosyal eşitlikçi bir dinin, sosyalizmden farklılığını, Weber’in sınıf çatışmasını statü onuruyla aşmaya çalıştığı, ancak kısmen geçerli bir anlatıya dayandırır. “Hz. Weberyanizm”den kaynaklanan akıl oyunları”arasında yorgun düşen Müslüman türk akıl, daha Ortaçağ’da siyasal çıkışını kilise dolayısıyla Tanrıya ihanete borçlu olan liberalizmle müttefik olunabileceği, hatta siyasetin zırhını İslamcı söylem, hedef- eylem pratiğini ise liberalizmden devşirerek paydaşlarına şirin gözükebileceğini varsayar. Etrafındaki tüm müslüman topluluklara mutlak parçalanma ve felaketten başka bir şey vaat etmeyen liberal dünyayla, onun politikalarında yer alarak eşit mesafeden konuşabileceğini zanneder, ama;kendisine bahşedilen bu “imtiyaz” geri dönüşümünün, ancak rakipleriyle birlikte bir labirente bırakılmış farenin, labirentte gizli peyniri bulması oranında gerçekleşebileceğini görmezden gelir. Soğuk Savaş dönemi sonrası palazlanması itibarıyla diğer muhafazakar kesimlerde hakim olan ve yer yer paranoyak bir nefrete dönüşen toplumsal algının dışında kalabilmiştir. Ne var ki soğuk savaş dönemi dışından konuşmanın ne büyük bir avantaja dönüştürülebileceği noktasında son derece iktidarsız ve başarısızdır. Tuhaf bir kuşkuculuk ve güvensizliğe sahip olmakla beraber genelde iyiniyetlidir.

Buna karşın Türk müslüman elit Weber’e bir “Anadolu piri- dervişi” muamelesi yapar. Bu “müridan Weberyanizm” ve saplandığı gerçeküstü tarih yazını kendisini bazen yanıltsa da, o elinde; milliyetçiliğin terminolojisini oluşturan temel metinler olduğu halde,kendisini, sağ gözü Weber’e göz gezdirirken sol göz farkında olmadan sol literatüre kaymış halde yakalar. Statü onuru ve tabakalaşmanın değerini bilir ama son kertede her sorunsalın ekonomik dönüşümle çözüldüğü bir ortamda, statü onuru kaygısıyla birleşen sınıf savaşımının en geçerli akçe olacağını,afaki olarak tahmin eder. Kafasının bir yerinde Marx’ın temel hedefinin insanlığın türsel olarak özgürleştirilmesi olduğu kazılıdır. Doğada ve toplumda her olgunun tersiyle birlikte malul olduğunu öğrendiğinden, türsel özgürleşmenin başarılamamasının insanlığın büyük kısmını türsel köleleşmeyle yüzyüze bırakacağı çıkarımında bulunur ve liberalizmle mütemmim cüzü kapitalizmle arasına mesafe koyar. Bunları belki çok bilinçli olarak yapmaz ama özellikle ortayaş kuşağı ve altında yer alanlar, dünyayı daha iyi okuma bakımından Soğuk Savaş dönemindeki öncüllerini geride bırakmışlardır. Yine de tiksindiği Darwin’in toplumsal ilişkilere tersyüz edilmiş boyutunu temsil eden Herbert Spencer ve Sosyal Darwinizmi, milletlerin gelişimi- çöküşü hakkında temel kuram olarak seslendirme tuhaflığından kaçamaz. Geçmişinde yaşadığı ağır tecrübe ABD, liberalizm gibi unsurları melekleştirmesini engeller, bu onu daha gerçekçi kılarken, bazen milliyetçi septisizmin boyutlarını, bağlandığı romantisizmin etkisiyle paranoya noktasına taşımaktan kaçınmaz. Genelde iyi niyetlidir.

 

Merkez Sağda Kitle Partisinden İdeolojik Omurgalı Kitle Partisine

Yukarıda birleştikleri/ ayrıldıkları noktaları çok kısaca somut örnekler üzerinden tartışılan Müslüman türk ve Türk müslüman seçmenin, kendi içinde ayrışması sancılı ama sağlıklı biçimde devam ediyor. Demirel’in ana damar muhafazakarlığı temsil ettiği bir coğrafyada, Demirel tarafından siyasal dizge içindeki yerleri iki aşırı uç olarak konumlandırılan milliyetçi ve siyasal İslamcı siyaset,yine Demirel eliyle, sadece devlet yönetiminden değil aynı zamanda muhafazakarlığın içinden de yüzgeri edilerek, bu defa muhafazakarlığın çeperine itiliyordu. Demirel bu anlamda yani siyasetin modernleştirilip dönüştürülmesi anlamında en az Kemalizm kadar önemli bir şekillendirici rolü üstleniyordu. Bir yandan siyasal İslamcı ve milliyetçi unsurların oylarının büyük bir kısmını soğurarak her iki kanada ancak,“yaşayabilecek” kadar oy desteği bırakan Demirel, bir yandan partisini muhafazakarlığın temel adresi konumuna yükseltirken diğer yandan aynı parti dolayımıyla Türkiye’de muhafazakarlığın kolay anlaşılmayacak bir sis perdesi işlevi görmesine olanak sağlıyordu. Sonuçta muhafazakarlık tanımı altında birbirleriyle kısmen ilişkili ama hayli derin çelişkiler barındıran anadamar Türk muhafazakarlığı, Türk milliyetçiliği ve siyasal İslam barınma fırsatı buluyordu. (AKŞİN, 1995) Özellikle muhtıra- darbe gibi dönemlerde muhafazakarlığın bu muğlak görüntüsü bütünsel bir savunmaya imkan sağlıyor (Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz), zor zamanlarda muhafazakar partiler arasında inanılmaz hızda ittifaklar kurulmasına (I.- II. MC, MHP destekli Demirel hükümeti, MÇP destekli DYP- SHP hükümeti, RP- MÇP- IDP ittifakı, ANAP- BBP ittifakı, DYP- MHP ittifak girişimi, vs.), Türk sağının Türk soluna nazaran daha bütünlüklü bir görünüm vermesine yol açıyordu.

Merkez sağı bütünleştirici partiler ortadan kalktıktan sonra kendi kimliğiyle merkezdeki boşluğu doldurmak, sık sık itildikleri çevreden, siyasetin merkezine kalıcı bir biçimde yerleşebilmeleri açısından ellerine geçen fırsatı kullanmakta zaman kaybetmeyen milliyetçi ve siyasal İslamcı elitler derhal harekete geçtiler. Demirel’in aksine taşınacakları merkezde neredeyse silik, her kesimin kabul edebileceği seçmeci bir kimlikle tutunamayacaklarının bilincindeydiler. Dolayısıyla her iki elit grubu destekledikleri partinin kimliğini öne çıkararak, merkez sağdaki eğilimin kitle partilerinden ideolojik omurgalı kitle partilerine evrilmesini sağlamış oldular. Artık orta yaş muhafazakar seçmenin kimliğini bir potada eriten, sağ seçmenin oy verme eğilimini neredeyse ailevi/ yarı- töresel bir alışkanlığa çeviren kitle partisinin yerine oynayan iki ayrı ideolojik omurgalı kitle partisi örneği vardı ve tabanların sağlıklı bir biçimde bir kuşaktan ötekisine evrilebilmesi için muhafazakar seçmen,Müslüman türk ve Türk müslüman kimlikleri arasında tercihe zorlanmalıydı. Böylelikle her iki parti hem siyasette yakın dönem su kesimi çizgilerinden birisini temsil eden 80 öncesine nazaran, kemik oylarını; iki hatta üç katına çıkaracak hem de dışarıdan gelebilecek türedi bir merkez sağ liderine, beklenmeyen bir misafire, tabanlarının (ikinci Uzan örneği endişesi), önemli kısmını kaptırma tehlikesini bertaraf edeceklerdi. Bu bağlamda Türk sağının ülke geneline dağılı oy oranının yüzde 65-70 olduğu düşünüldüğünde, bu kapışmanın aynı zamanda siyasal iktidarın belirlenmesinde en önemli etmen haline yükseleceği de bir kehanet sayılmamalıdır elbet.

 

Bahçeli’nin Oyun Planı Erdoğan’ın Cevabı

7 Haziran’dan sonra MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çok eleştirilen AKP’li ve HDP’li koalisyonun her türlüsüne karşı katı tutumu, ayrışan tabanların bir daha karışmasını engellemeye yönelik çok iyi hesaplanmış bir politikaydı. Seçim kampanyası boyunca AKP önderliğini, Erdoğan’ın yakın çevresini de kapsayacak şekilde yargılaya teslim edeceğini dile getiren Bahçeli, böylelikle iki tabanın sadece ideolojik çıkarımlar açısından değil, ahlak, siyasal girdi- çıktılar ve menfaat birliği de taşımadığını göstermek için insanüstü bir çaba sarfetti. “Yargı önüne çıkarmayı” vaat ettiği bir siyasal hareketle koalisyon kurma ihtimali bile izlenen kampanyadan sonra, MHP açısından, ilkesizlik anlamına gelecekti. Üstelik bu MHP liderinin, AKP önderliğinin geçmişteki uygulamalarının yargıya taşıyacağını ileri sürdüğü, zaman zaman vatana ihanetle bile suçladığı, propaganda metinlerinde AKP adını sıklıkla yolsuzluk ve ahlaksızlıkla birlikte andığı andığı ilk seçim kampanyası da değildi. MHP lideri son iki genel seçim ve aradaki tüm seçim- referandum süreçlerinde aynı çizgiyi izlemişti. Seçim gecesi yaptığı konuşmada CHP ve HDP ile birlikte, “Osloculuk”la suçladığı AKP’ye kapıyı kapatan Bahçeli, tabanların ayrıştırılması ve karşı tabanın içinin boşaltılması hamlesinde sarsılmaz kararlılıkla durmuştu. Böylelikle muhafazakar sağda bir adım öne geçen Bahçeli’nin, süreç boyunca izlediği ödünsüz politika, siyaseti gündelik manevralarla değil, süreçler içinde uzun erimli perspektiften izleyenler açısından neredeyse kusursuzdu. Bahçeli kurduğu siyaset oyunun gerektirdiği tüm hamleleri doğru bir şekilde uyguladı, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu çok zor durumda bıraktı ve AKP heyetiyle yaptığı görüşmelerde muhatabının tutumuna rağmen zamana oynamadı, koalisyon trafiğinin mutlak dışında kalmayı başardı.

 

Sonuç: Müslüman Türk taban Türk Müslüman Tabana Karşı

Ne var ki, Tanzimat’tan buyana Türkiye’de bilinen bir gerçek vardır ki o da Türk siyasetinde rol alan tüm aktörlerin kendi oyun planlarını neredeyse kusursuz bir biçimde uygulamalarıdır. Bugün sıklıkla Türk siyasetçilerini iş bilmezlik, beceriksizlikle suçlayan genel yargının yanlışlığı, Ankara SBF’te doktoraya başladığım gün, başta hocam Sina Akşin olmak üzere, tüm öğretim üyelerince müşahhas örneklerle aktarılıyordu. Hatta mütareke döneminde sadece Ankara hareketinin değil İstanbul hükümetlerinin ve işgal güçlerinin bile kendi oyun planlarını nasıl kararlılık ve kusursuzlukla uyguladıklarını öğrenmek isteyenler, Prof. Dr. Akşin’in, “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele” üçlemesine başvurabilirler. (AKŞİN I-II-III: 2010) Nitekim Başbakan Davutoğlu’nun MHP karşısında gerilemesini hazmedemeyen doğal kurucu Genel Başkan Erdoğan, yanından ayırmadığı ve kalitesini siyasal konjonktüre her müdahalesinde bir kez daha tanıtlayan (örneğin siyasi çözüm açılımı bu danışmanlarca en zor zamanda Erdoğan’ın siyasi kariyerine akıtılan değirmen suyuydu. Ne yazık ki kimlik politikalarında siyasal İslam’ın zayıf siyasal içeriği sebebiyle, bu açılım da tamamına erdirilemedi ama siyasal çözümün yürürlüğe sokulduğu dönem AKP’ye beklenen nefes alma fırsatını da tanıdı) danışmanlar heyetiyle bir kez daha partisinin yardımına koştu. Başta Tuğrul Türkeş olmak üzere HAS parti, MHP ve BBP’den yaptığı transferlerle AKP safları berkitildi.Dolayısıyla Bahçeli’nin oyun planı büyük ihtimalle Erdoğan’ın müdahalesiyle bozuldu. Erdoğan tipik Özalvari bir politikayla, muhafazakar kesimin her hasbahçesinden birer gül kopararak, belki de MHP’nin en istemeyeceği kabineyi, kurdurmayı başardı. Şimdi Müslüman türk seçmene, “HAS partiden gelenekselcilere oradan yenilikçilere sizin her renginiz partimizde mevcut” mesajı verildi.

Tuğrul Türkeş’i Başbakan Yardımcısı, BBP kurucularından Yalçın Topçu’yu Kültür ve Turizm Bakanı yapan üst akıl, böylelikle Türk müslüman seçmene de göz kırptı ama Demirel’inki gibi bir politikayla değil. Hatırlanacağı gibi Özal liberalizmle uyuşmaları önkoşuluna bağlı olarak milliyetçi siyaseti, partisinin içerisinde soğuruyordu. Erdoğan aynı siyaseti, siyasal İslam’la uyuşma ön-koşuluna bağlı olarak milliyetçi kesimin önüne götürüyor. Dolayısıyla AKP’de ikbal gören veya adı geçen partiye umut bağlamayı düşünen milliyetçi seçmene, kendi birincil değer yargılarını ikincisisin terkisine bağlamaya zorluyor. Artık AKP’de ikbal arayacak milliyetçiler, girdiği partinin siyasal gelişimiyle tezat oluşturan söylemini zımnen kabul etmiş olacak. Hata bununla da yetinmiyor, CHP’de gerçekleştirdiği Özkes operasyonuyla, “Müftü de bende müftünün laiki de bana gelmek için sırada bekliyor” çıkışıyla, CHP’nin, “inançlara saygılı, dindarlara bünyesinde yer veren sosyal demokrasi” söylemine ironik ama ağır darbe indiriyor (kullanım değeri sona erince bu isim üzerinde ve arkasında durmaktan vazgeçiliyor. Rakip unsurların partinin hakim söylemi içinde işlevsel bazda kullanımı ve katarsisin gerçekleştirilmesi). En az MHP ve Bahçeli’nin hamleleri kadar başarılı ve sonuç alıcı adımlar bunlar.

Tüm bu iç- dış gerilimler içinde Türkiye sağlıklı biçimde yürütülüp yürütülemeyeceği muamma bir seçime ilerliyor. Bu seçimde sağ seçmen yukarıdaki çatışmalarla sarsılacak ve karar verecek. Üstelik bu karar önümüzdeki 10 yılın tüm seçimlerinde belli oranda değişecek ve değiştiği oranda önem kazanacak. Tabanlar sonra oturuşacak. Bu yüzden de seçimin kaderine büyük ihtimalle bu gerilimler damgasını vuracak. Gerilimin ve kıyasıya rekabetin pratik sonuçlarıysa Kayseri, Gaziantep, Konya, Kahramanmaraş, Tokat, Elazığ, Sivas, Erzurum, Yozgat, Erzincan, Kilis gibi Anadolu şehirlerinin yanısıra Batıda bulunmasına karşın kent merkezleri itibarıyla oldukça yoğun muhafazakar yığınlara ev sahipliği yapan Uşak, Afyon gibi illerdeki gözlenen AKP’den MHP’ye/ MHP’den AKP’ye kaymalarda görülebilecek. Böylelikle de daha önce Sözcü gazetesinde yayımlanan aşağıdaki haritadaki yer değiştirmeler, muhafazakar sağın kapıştığı/ kapışacağı cephenin sınırlarını çizecek.

 

KAYNAKÇA:

AKŞİN, Sina (2010), İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele I-II-III (İş Bankası, İstanbul)
AKŞİN, Sina (1995), Türkiye Tarihi- IV: Modern Türkiye 1908-1980 (Cem, İstanbul)
DURAL, A. Baran (2010), Türk Muhafazakarlığı ve Nurettin Topçu: Başkaldırı ve uyum (Kriter, İstanbul)
HOBSBAWM, Eric (2010), Milletler ve Milliyetçilik: Program, Mit, Gerçeklik (Ayrıntı, İstanbul)
KOL, Emre (2014), “Seçim Sonuçlarına Bir de Böyle Bakın”, Sözcü 1 Nisan 2014 (Sözcü, İstanbul)
—————— (2015), “ANDY-AR Bugün Seçim Olsa seçim Anketi””, http://www.yeniulke.net/son-secim-anket-sonuclari-kim-onde-2015-orc-p2-aid,162.html#galeri, Erişim Tarihi: 26-08-2015
—————— (2015), “SONAR Bugün Seçim Olsa seçim Anketi””, http://www.yeniulke.net/son-secim-anket-sonuclari-kim-onde-2015-orc-p2-aid,162.html#galeri, Erişim Tarihi: 26-08-2015

 

 

Kaynak:

http://kemalistler.gen.tr/doc-dr-a-baran-dural-turk-muhafazakarliginda-musluman-turk-ve-turk-musluman-catismasi/2913

 

[i] Doç.Dr. A. Baran DURAL, TC Trakya Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesidir

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen