Hz.Peygamber, Mi’râc yolculuğundan dönüşünde, şâhid olduğu mûcizeyi etrâfındakilere anlatınca, bir kısım Mekkeli, Hz.Ebûbekir’e gelerek, buna inanıp inanmama husûsunda fikrini sorduklarında, “Sıddıyk” sıfatlı büyük insan: “Eğer Allâh’ın Elçisi Muhammed öyle diyorsa, doğrudur. O söylüyorsa doğrudur.” cevâbını vermişti.
İnanmak, güvenmek işte böyle bir şey. Hz.Ebûbekir’in tavrı, inanan insanın modeli olarak târîh galerisindeki yerini aldı.
İnanmayanların veyâ inanmış görünüp de arkadan dolananların, dâimâ ellerinde çamur, eteklerinde taş bulunur.
İslâm târîhi literatürüne “Garânik Vak’ası” diye geçen tereddüd kumkuması, bu tarz bir pusu hikâyesidir ve bütün insanlığın işine yarayacak mesajlar taşımaktadır.
“Beyaz su kuşu, kuğu, turna, beyaz tenli genç-güzel kız” mânâlarına gelen “gurnûk / gırnîk” kelimesinin çoğulu olan “garânik”; mecâzî olarak, Kureyş kabîlesi putları için kullanılmıştır. Kâbe’yi tavâf eden Kureyşli müşrikler; “Lât, Uzzâ ve Menât” için “Garânikü’l-Ûlâ ( Ulu Kuğular )” derler ve onlardan şefaat beklerlerdi.
Necm sûresinde, bu üç putun adının geçtiği 19. âyet nâzil olunca, izleri günümüze kadar gelen birtakım zihin bulandırma seansları düzenlenmiştir. Şeytan’ın vahye müdâhale ettiğinden tutun da, Hz. Peygamber’in ilâhî koruma dışına çıkarılması gayretlerine kadar, akla ve îmâna ters düşen kocaman bir “garânik” dosyası teşekkül ettirilmiştir.
Hz.Ebûbekir’in duruşu, bütün Müslümanlarda olsaydı, îmâna ziyân “garânik” külliyâtı yükselir miydi?
Aynı şey, ne yazık ki, farklı isimler telâffuz edilerek, Türk milletinin mâzîsine yapılıyor. Hem milletimiz, hem de devletimiz, hiçbir derinliği bulunmayan, acınası bir ekibin bühtânlarına hedef oluyor.
Bir def’â, şunu peşînen bilmek lâzım ki, “devlet” müessesesinin devamlılığı söz konusudur. “Dün, bugün, yarın” dediğimiz zaman dilimleri, devletin indinde aynı bohçanın çamaşırlarıdır.
Bugünü temsîl edenler, kalkıp dünü – gayr-ı şuûrî de olsa – hatâ ile ithâma yeltenirlerse, devlet dinamiğinin kimyâsı bozulur. Burada aslolan, Hz.Ebûbekir’in Allâh Resûlü’ne bakışındaki îmân duruluğunu, Türk Devleti’ne gösterebilmektir.
Birkaç kaleme, sayıya gelmez yalan ehlinin propagandasına aldanıp yine Türk’ün ecel senaryolarının yazıldığı mâlûm merkezlere şirin görünmek uğruna, devletimize cephe almak, çok ileriye gitmeden, gaflettir.
Ayrıca, devletin icraatının fotoğrafını çekerken, zaman ve şart mefhûmlarını dâimâ göz önünde bulundurmak gerekiyor. Söz gelişi, Yavuz Sultan Selîm, Şâh İsmâil’e “hodri meydân” demenin yolunu, 2000’li yıllarda, 1514’deki gibi seçmezdi. Daha teknolojik vâsıtalar kullanırdı. Fakat Osmanlı- Safevî gerginliğinin sebebini, farklı mecrâlarda aramazdı. Çünkü değişen sebep değil, teferruâttır.
Zavallılığın başladığı yer de, yazık ki, bu teferruât çöplüğü oluyor. Önüne gelenin konuştuğu bu hurdalıkta, mesâfe almak da zor, devlet haysiyetini korumak da.
“Garânik” rûhunu Şeytan’la birleşip borsaya yatıranlar, farkında olmadan Türk devlet ve milletinin çelik irâdesine çarpıyorlar. Daha önce bunu deneyenler, iflâh olmadı…