Beklenen oldu, Kamışlı’da yapılan güdümlü toplantıda, Suriye’nin kuzeyindeki 25 Kürt siyasi hareketi ve parti bir araya gelerek, ‘Kuzey Suriye-Batı Kürdistan Federal Kurucu Meclisi’(Kürtçe: Meclisa Damezrener A Fedaraliye A Rojova-Bakûre Suriye) ’nin kurulduğunu tüm dünyaya ilan ettiler. Zaten hazırlıklıydılar, birilerinin düğmeye basılmasını bekliyorlardı. Ve de beklenen oldu, düğmeye basıldı.Bu genel bakış açısında bir şeyi önemle vurgulayalım.“Suriye PeKaKa’sı” Uydu Devletçiği konusunda Cenevre sürecinin ötanazi ile ortadan kalkmasına neden olan Astana sürecinin üç aktöründen biri olan RF’ nin desteğini alınmış olduğunu bir yerlere not edelim.Efendim şu gerçeği de büyük harflerle ifade etmekte yarar var. Kimse kimseyi kandırmasın, eğri oturup doğru konuşalım. Öncelikle ve önemle söylemek gerekirse, TürkiyeCumhuriyeti, RF’nın,bölgede kalıcılığını pekiştirmesi amacıyla, bölgeye geldiği ilk andan itibaren Suriye PeKaKa’sına sadece “dilediği gibi davranma hakkı” (carte blanche)verildiğine inanmıyor, sahada, alan araştırmalarıyla gördükleriyle açık verilerle bunun doğruluğunu teyit etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Rusya’nın bu düzenlerini, onun geleneksel politikasından, yakın geçmişte İdlip’te, Suriye’de, Libya’da oynamış olduğu rolden ve izlemiş olduğu tutumdan; yasadışı Kürt örgütleriyle ve hatta DAİŞ’le çevirdiği dolaplardan ve İran’la birlikte Türkiye’yi ablukaya alma girişimlerinden haberdardır, bilmektedir ve de durumu iyice kavramıştır. Çok öyle derinlemesine değil ama bazı bilinmesi gerekenler nedense Türk kamuoyunun gözlerinden kaçırılmaya çalışılmaktadır. Örnek mi, istiyorsunuz? İşte örnek. İkinci Dünya Savaşı hemen sonrasında Rusya’nın Doğu Anadolu’daki toprak istemleri, Türk Boğazlarında ayrıcalık talepleri hep bilinir ve söylenilir de nedense Rusya marifetiyle dolaylı bir biçimde Türkiye’ye yönelik 1946 yılında İran’da kurdurulan‘Mahamat Cumhuriyeti’macerası ve bunun perde arkası nedense belirli mahfiler tarafından bilinir de, pek dillendirilmez. Bilinmelidir ki, girilmiş olunan ittifak ve paktlarda tüm vecibelerini eksiksiz yerine getirme devlet geleneğinde olan ve tarafları dost ve müttefik görülmesi anlayış sistematiğinde RF’nı aynı kategoride görülmemeli ve de mesafe hep korunmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, “Doğu Sorunu” kapsamında her zaman yapılageldiği biçimde yayılmacı güçlerin dolap ve düzenlerine hedef oluşturan başlıca ülke, Osmanlı Devletinin ardılı Türkiye Cumhuriyetidir. “Hastalıklı Adam” sistematiğinde olduğu gibi, hedef her türlü tehdide karşı duyarlı, hassas ve hatta zayıf bir Türkiye’dir. Aslında onlar, kapalı kapılar arkasında oluşturulan bu birliktelikle Türkiye Cumhuriyetini hazırlıksız yakalamak istiyorlardı, deyim yerindeyse bir punduna getirmek istiyorlardı ama olmadı. Dolar kurunu yukarı çekme çabası içerisine giren Londra merkezli küresel sermaye, BDDK ve Merkez Bankası’nın, TL’nin değerini korumak için almış olduğu bir dizi tedbirleri içine sindiremediğini, adeta Türk piyasalarına meydan okuyarak rest çektiğini hep birlikte izledik. Ama görüldü ki, küresel salgın ve yaratılmağa çalışılan yapay finansal kriz, bütün bunlar kriz yönetiminde deneyimli Türkiye’ye vız gelip, tırıs gitti. Yapılmaya çalışılan, doymak bilmeyen çıkarlarıyla, bu kapsamda büyük satranç tahtası üzerindeki yoğunlaştıkları jeostratejik hamleleri hep bu nedenledir. Şimdi bütün bunları bir an için bırakmış olduklarını düşünelim, kapalı kapılar arkasında Türkiye’ye karşı kumpas kuranlar, Suriye halkının önceliklerini düşünen bir akil vizyona sahip olmadıklarını,-onlar hiçbir zaman itiraf etmeyecekleri için- bizler büyük harflerle ifade edelim. Tabii bu arada Büyük Karıştıran ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve DAİŞ’le Mücadele Koalisyonu Temsilcisi James Jeffrey’nin önemli roller üstlendiği bu “temsili oydaş zihniyet”tiyatrosundan da bundan fazlasını beklemek oldukça zordur.
Peki, şimdi sormak lazım değil mi? Nerede burada yaşayan, fakat güdülenen yasadışı örgütler vasıtasıyla zorla, zorbalıkla kaçırttığınız diğer halklar?Yoksa sizler, Suriye Anayasasında yazıldığı gibi, Suriye halkının istemleri öncelikle ele alınması gerekir denilmesi gereken, âkil düşünceden tamamen mi vaz geçtiniz? Ya da eser miktarda bile olması gereken bu düşünce iklimini hiç mi bırakmadınız? Efendim, onların varsa da yoksa da bütün düşünceleri yasadışı Kürt örgütlerini kullanarak Türkiye’nin önüne set çekme ve de Türkiye’ye yönelik terör üretme etkisini, tıpkı Kafkaslar ’da, Balkanlar’da yaptıkları gibi kullanmaktır. Şimdi sormak lazım değil mi? Hem Osmanlı Devletinin tarihsel mirasına konmaya çalışacaksın, hem de o bölgeye Osmanlı Devletinin ardılı olan Türkiye Cumhuriyetini insani ölçülerle olsa bile girmesine müdahale edeceksin. Bunun akıl ve izanla açıklanması mümkün değil.
Irak’ın Kuzeyinden başlamak üzere Suriye’nin kuzeyi öyle bir hale sokulmuştur ki, burası yasadışı Kürt örgütlerinin kaderine terk edilmiştir. Hele ki, Suriye’nin kuzeyi. Bir Arap Şairin dediği gibi, “Ayn-ül Arap’a gittim. (Orada) ne pınar ne de Arap bulamadım.”(zehebtû ila Ayn-ul Arab; lem ecid âynen, la Arab’en)Su kaynaklarını yitirdiğiniz yetmez gibi, bölgede yaşayan bütün halkları da buharlaştırdınız? Arap şair sanki sanatçı kimliği ile geleceği alnında hissetmiş, onlarca yıl öncesinden olacakları bir “Nostradamus kâhinliği”ile bizlere bildirmektedir. Efendim, bölgede yaşayan halklar kuşkusuz buharlaşmadılar, yasadışı Kürt örgütlerinin zelilliğinden kaçtılar, kaçmak zorunda kaldılar, kaçırttırıldılar, kaçırıldılar, tüm yaşam koşulları ellerinden alındı, Türkiye kucak açmasıydı onlar da kıyıya vuran cansız Aylan bebeğin bedeniyle bütünleşeceklerdi. Türkiye Cumhuriyeti buna izin vermemiştir, vermeyecektir de. Böyle bir şey olsaydı, dünya kamuoyu derinden sarsılır mıydı? Hayır dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Her ne kadar Türkçe olarakkendileriniTürk halkına ters gelmeyecek bir biçimde“Kürt Ulusal Birliği Partileri”adlı bir oluşum olarak tanımlasalar da bu oluşumun en büyük özelliği, Suriye’nin kuzeyinde yaşayan tüm halkları yok hükmünde saymaları, görmezden gelmeleridir. Oradaki halklar eski deyimle ifade edelim, onlara göre “butlan”dırlar. Yani demek istenilmektedir ki, onların indinde “kaç kaç”a tabi tutulan bölgedeki otantik halklar, o bölgede sanki hiç yaşamamışlardır. İşte bu yüzden, oradaki halklar butlandırlar, “keen lem yekûn” durlar, o bölgede hiç yaşamamış kabul edilmişlerdir, yok hükmünde sayılmışlardır. Bölgedeki bu yasadışı Kürt örgütlerinin neden Nüfus İdarelerindeki kimlik belgelerini, Tapu ve Kadastro Müdürlüklerindeki tapu belgelerini yaktıkları şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Ne diyelim, bütün bu yapılanlar profesyonelce, doğrudan acımasız bir istihbarat servisi işidir.
Gözlerden kaçırılmaya çalışılan ikinci husus ise kör gözüne sokar gibi ‘Federal’sözcüğü ile ‘Kurucu Meclis’ (Meclisa Damezrener)ifadesidir. Bu arada söyleyelim, Arapça çevirisi ile de bir o kadar oynanmış ve bir o kadar masumlaştırılmaya çalışılmıştır. Kürt ve Kürdistan sözcükleri Arap halkları üzerindeki olumsuz düşünceden adeta arındırılarak, ‘cızz’denilerek hiçbir şekilde kullanılmamış, Araplara hoş gelecek bir üslup seçilmiştir: ‘Demokratik Birlik Düzeninin Kurucu Meclisi’(Arapça: El Meclis-i Tesisi Lil Nizam-ı El İttihad-ı El Dimokratiyye)
Dört parçada Kürdistan idealinin ikinci ayağı olan ABD-RF destekli AB’yi Fransa’nın temsil ettiği “Suriye PeKaKa’sı” Uydu Devletçiği kuruluş çalışmaları devam ederken, Osmanlı’dan devralınan bir biçimde İsveç’teki ayrılıkçı Kürt mirasına kulaklarımızı kabartmış, gözlerimizi de fiyortlar ülkesine dikmiştik. Biliyorduk ki, 1898 yılından İkinci Meşrutiyetin ilanına kadar Stockholm ortaelçiliğinde on yıl görev yapan Fransızca “Beau Şerif” (güzel şerif)lakabını “boş herif”e çıkaran Şerif Paşa zamanında ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin merkezi olmuştu, İsveç… Mutlaka oradan da Türkiye aleyhine bir çıkış bekliyorduk. Peki, beklenen orada da gerçekleşti mi? Hiç olmaz olur mu? ‘Dört Parçada Kürdistan’ideali İsveç Parlamentosunun da bir şekilde gündemine sokuldu. Nasıl mı? Şöyle: TBMM Ana Muhalefet Partisi İstanbul İl Başkanının yakın arkadaşı ve de kendisinin davetiyle ülkemize gelen, bu arada Sayın Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı ve İstanbul BB Başkanına da samimi ziyaretlerde bulunan ayrılıkçı Kürt kökenli İsveçli Parlamenter Sultan Kayhan’ın yaptığına birlikte bir bakalım mı? Başrolde olarak bu konuda kendisine verilen rolünü bihakkın yerine getirdiğini öncelikle söyleyelim. Kendisinin önderliğinde, ayrıca 13 İsveçli milletvekilinin de imzalarının bulunduğu ‘Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkı’ başlığı ile Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de ‘Kürdistan’ devletinin kurulması istedikleri bir öneri İsveç Parlamentosuna sunulmuştur. Sizce de zamanlama manidar değil mi? Tabii bu arada Avrupa Birliğini bütünüyle, TSK’nin ‘Suriye PeKaKası’na yönelik operasyonlarına karşı çıkarken, AB kurumları ve üye ülkeler de terör örgütünü evrensel bir demokratik güç olarak hoşgörü göstermeye devam etmekte olduklarını da hiç ama hiç unutmayalım.
Bütün bunlardan sonra, demem o dur ki, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve DAİŞ’le Mücadele Koalisyonu Temsilcisi James Jeffrey’i, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) ve DAİŞ Karşıtı ABD Öncülüğündeki Koalisyon’un temsilcilerinden şimdilerde Jeffrey’in yardımcısı 28 yıldır deneyimli Büyükelçi William Roebuck’u öncellikle kutlamak gerekir(?). Bu arada RF’nuna, Putin’e de ayrı bir parantez açmak lazım geldiğini unutmamak gerekir. Efendim sizleri de bütünüyle kutlarız, Türkiye’nin başına yeni bir çorap daha ördüğünüz ve bölgede kolaylıkla çözülebilecek sorunları ‘Arap Saçı’na çevirdiğiniz için, sizlere de şükranlarımızı arz ederiz (!!). İsrail’in âmâline, büyük hedefine hizmet edecek yeni bir oluşum oluşturduğunuz ya da kısaca “Suriye PeKaKa’sı” Uydu Devletçiğini tekrardan gündeme soktuğunuz için. Ancak unutmayalım ki, Türkiye Cumhuriyeti bu prematüre oluşumun neşv-i neva etmesine asla izin vermeyecektir, haberiniz olsun.