Prof. Dr. Kulbek ERGÖBEK
Kazak Türkçesinden çeviren: Cemal ŞAFAK
Edebiyatta sıradan şeyler çok, ama yenilik çok az seyretmekteydi o günlerde. Büyük yazar Muhtar Avezov’un “Abay Jolu” (Abay Yolu) epopesi Kazak edebiyatındaki tekrarlanamaz yeniliktir. Bu yenileşmeye bağlı tarih inceleniyor. Böylece yenilikten yenilik doğar, tarihten tarih irtibata geçer. “Egemen Kazakistan” gazetesinde “Abay” (1942) romanının redaktörü, şair Kuvandık Şangıtbayev’in “Abay” romanı nasıl ortaya çıkmıştı?” (“Egemen Kazakistan”, (21.08.1992) adlı hatıra makalesi bu gelişmeleri hatırlatıyor bize. Bu makalede Beysembay Kenjebayoğlu’nun bu eserin ortaya çıkmasına nasıl yardım ettiği söz konusu ediliyor. Bu makaledeki anlatılanlara göre, kitap yayınladığında Beysembay Kenjebayoğlu Muhtar Avezov’a sevinçle ve ağlayarak haber vermiş.
Beysembay hocamla alakam olduğunu öğrenen bazı edebi çevreler, gazete ve dergi yazı kurulları K.Şangıtbaev makalesinden sonra “Arşiv ne diyor, sen ne diyorsun?” diye yüzüme bakıp bir şeyler beklemeyi adet haline getirdiler, makale yazmam için lütufta bulundular. Zor zamanlarda eziyet çekmiş ruhları rahatsız ederek, solgun ihtiyarları yormayayım desem de tarihi gerçekler bunları açıklama zorunda bıraktı beni. Sonunda bu duygular elime kalem aldırdı. Böylece büyük insanın yaptıkları ruhani iyiliklerinin sırrını açıklamak istedim. Ama bunu biraz uzun konuşmak gerekir.
Çağdaşları milletimizin ulu maksadı diyerek ömür süren iki büyük insanın bağlantılarını ilginç durumda hatırlıyorlar. Bu iki büyük insan, yazar M. Avezov ile alim B.Kenjebayoğlu’dur. Anlatacaklarım, onların dostluğu ve edebi ilişkilerinin seyridir.
Aslında tabiatta ilginç bir olay var. Tarih, olgun ve büyük insanların sıradan birisine yaptığı iyiliği, yardımı her zaman dile getirir. Sıradan yapılmış bir şeyse tamam. Büyük adamın sıradan birisine yaptıkları, hemen herkesin ağzından duyulur, efsaneye döner. Ama, sıradan bir insan, ünlü birine ne kadar iyilik yapsa da görünmez, duyulmaz. Sıradan birisinin yaptığı iyilik çok büyük olsa da göze görünmez, tabii bir olay gibi görünür geçer. Kimi bilir, kimi de bilmeyebilir bunu. Büyük düşünürün önüne çıkan her türlü karışıklıklardan geçerek yaşadığı belli değil mi? Şuradan buradan her tarafını sarmış çemberden sapa sağlam kurtulması hilekarlık gibi geliyor mu? Milletini seven Şairi, milleti sevmedi, zor zamanda yardım etmedi diyebiliriz. M. Avezov zor durumda kaldığında yardım edenler, yerine kendisini bırakarak kaçmasına ön ayak olan insanlar az değildi. Muhtar’a yardım eden kişiler çok oldu desek de, habersiz kaybolmaları kafaları karıştıran bir gelişmeydi.
M.Avezov ve B.Kenjebayoğlu arasındaki dostluk, kardeşlik ve saygı görünürde var olmasına rağmen, madalyonun diğer tarafında farklı gelişmeler yaşandığını söyleyebiliriz.
Bu iki edebi şahsiyetin çağdaşlarının anlattıklarına bakılırsa M. Avezov hep birlikte oldukları bu bilim adamına biraz da şımartacak ölçüde saygıyla “Beşim”[1] dermiş. İkisinin ortak arkadaşlığını bölmek ve onları birbirine düşürmeye çalışan sözde ortak bir dostlarının Muhtar Avezov’a gelip B.Kenjebayoğlun’nu kötülemeğe çalıştığında, kapı önündeki adamın ayakkabısını getirip yazı masasına koyduktan sonra:
-Senin konuşman bana böyle etki etti. Suçsuz insanı suçlama! Başkasına inanmayabilirim ama Beşim’e inanırım”- demiş.
Büyük adamın yuvasındaki sırlarını yazarın eşi Valentina Nikolaevna, çocuğunu emzirdiği dönemlerde Menjamal anamıza kırgın bir tarzda söylemiş. (Menjamal, Valentina Nikolaevna’da süt olmadığı için onun bir çocuğunu emzirmiş. K. E.)
Yıllarca Kazak Devlet üniversitesinde beraber öğretim üyeliği yapmışlar. Kaç defa Beysembay Muhtar’a “Kazak edebiyatı” kürsü yöneticiliğini kabul ettirememiş. Muhtar öğüt verip, delil göstererek bu işi Beşim’in kendisine kabul ettirmiş. Kendisi onun nezaretinde profesör olarak çalışmış. Bu iki insanın dostluğu o kadar sağlammış ki, birbirinden yüksek görevi de kıskanmıyorlarmış.
Beysembay’a, hediye edilen kartal dolgusu, yazar masasının üstünde uzun zaman durdu. Vefat ettiğinde de yazı masasının üzerinde kaldığını Aleksey Bragin 1970’li yıllarda “Ogonek” [2] dergisinde yayınlanan hatıra türü hikâyesinde yazmıştı. Yazar hayatının önemli bir bölümü olduğunu, iki insanın arkadaşlığına önem vererek yazdı.
Küçük şeyleri önemsemeyip çok önemli konuları kaleme alan Abdijemil Nurpeyisov da, büyük ve kabiliyetli Muhtar’ın kendisine en yakın olan insanların küçücük bir hatalı davranışını hoş görmemesine rağmen Beysembay’ı çok sevmesi hayret edilecek bir şey diyordu- bir konuşmasında.
Sabit Mukanov’un edebi mirası hakkında özel araştırmalar yaparken, 1982 yılında Moskova’da ilginç bir edebiyatçı olan Viktor Şklovskiy’e uğradım. Kazak milletine, Kazak halkına büyük ve aşırı bir hürmetle bakan, kendisi savaş zamanında ailesiyle beraber Almatı’da kalan edebiyatçının sorduğu insan da “Avezovla ikimizi tanıştırmıştı” dediği B.Kenjebayoğlu idi.
Hem M.Avezov, hem de B.Kenjebayoğlu’nun çağdaşlarını ve sonraki evlatlarını hayran bırakan ilişkilerinde nasıl saygı, sezim ve sabırlılık; nasıl berrak bir sır vardı. Takdir etmemek mümkün değildi.
Kaderi büyük Abay’la ilişkili, bu nedenle M.Avezov’la irtibata geçen, ilgi kuran, bu büyük insana hayatında sonsuz bir saygı duyan Kayım Muhamethanov da:
-Beysembay M.Avezov için her şeye hazırdı. Neler görmedi ki onun için? Akademik (Ordinaryüs) olması gereken insan, Muhtar’ı koruduğu için bu unvandan mahrum kalmıştı. Öyle unvana heveslenecek birisi de değildi. Beysembay’ı Avezov kendisi 1959 yılında “Edebi mura ve onu zerttev” (Edebi miras ve onu araştırma) konulu Kazak CCP ilim akademisinin tertip ettiği Konferansta, “Kazak Edebiyatı Tarihini araştırmak için, Eski Türk halklarına bağlı kalıp çok eski dönemlerden başlayarak bakmak gerekir.” dediği için çelme takanlar çok oldu diye ikinci bir sırrını da açıklamış.
Hayattayken bu büyük adama, yazar M.Avezov her yayınlanan yeni eseri için ona hitaben görüş yazarak hediye ediyormuş. Onlardan bazılarına bakalım:
“Beysembay’a!
Kitabımın ortaya çıkmasında harcadığın emek ve dostluğun için, kardeşlik duygularımı gönülden ileterek bu kitabı size hediye ediyorum.
Muhtar 31/8/42” (M. Avezov. “Abay”,1942).
“Asil kardeşim Beysembay’a. Arkadaşlığımız için.” (imzasını atmış) 17/III-48)” (M. Avezov. “Abay”, ikinci kitap, 1947.)
Değerli Beysembay’a, daima dost gönülle… (İmzalanmış)10.06.1956 (M.Avezof, Abay Yolu, 2.Kitap 1947)
Evet, bu satırlarda zaman geçtikçe artan, bununla beraber âlimin de değerini, insanlığını gelecek nesillere aktaran örnek sırlar vardır(?!) Terazinin hangi tarafı ağırsa o tarafa geçiyorlardı Kazak yazarları. Muhtar hangi tarafta kalsa da, yense de, yenilse de onun yanında Beysembay vardı ve O’na dostluğunu yüreğiyle sunmuştu.
Takdir bekleyecek, hediye soracak insan, Beysembay değildi. Yani, âlimin kütüphanesindeki böyle hediyelerin hepsi yazarın kendi gönül isteğinden çıkan duygulardır.
Şimdi de bu yazılan satır aralarından sır almaya çalışalım. “Kitabın ortaya çıkmasına verdiğin emeğin için” satırı doğrudan “Abay” romanına bağlı. “Öz kardeşim” insaniyet, insanlık yaradılışını hoş görmek. “Arkadaşlığımız için” kitaptan kitaba geçen bu satırlarda derin anlamlar mevcuttur. Kazak yazarları arasındaki hasret dolu tartışmaları hatırlatıyormuş gibi.
Büyük Avezov ile Kenjebayoğlu arasındaki dostluğu zamanında arkadaşları ister kıskançlıkla olsun isterse ilgiyle olsun, kabul etmişlerdi. Âlimin kütüphanesindeki ikinci bir hatıralar gurubu şöyle devam ediyor:
“Büyük Muhtar’ın arkadaşı, ilmi ve edebi mirasçısı değerli Beysembay’a, yazardan (imzası atılmış) 9.V.1976”. Bu, ulu yazarla yoldaş, arkadaş ve dost olan gazeteci Ğaysa Sarmurzin’in “Önege”[3] adlı kitabına yazıp, hediye ettiği hatırası.
Değerli Beysembay!
Muhtarı nasıl seversem, sizi de aynı onun gibi seviyorum. Bu acizane makalemi gerçek hediye olarak kabul etmenizi istiyorum. (İmzası atılmış). 6/XI- 1968. Bu, Amen Aziev’in “Jez Tavlar”[4] (Bakır Dağlar) adlı kitabındaki hatırası.
“Beyseke, uzun yıllar bizim ailemizle devam ettirdiğiniz arkadaşlığınız ve hürmetiniz için, yazardan. 14/ l- 1970.” Bu, büyük yazarın kızı, tanınmış âlim Leyla Avezova’nın “Abay İstoriçeskie osnovı epopei “Puvt Abaya” (Abay Yolu) adlı kitabında yazılan hatırası.
Değerini bilmeyen insan için fark etmez, ama Beysenbay’ın değerini bilen insanların hepsi onu gözü gibi görüyorlardı.
Büyük yazar hayatında Beysembay’a bakışının samimi olduğunu anladık mı ki? İki insan arasındaki edebi bağlantı ve yaşam ilişkisine gönülden baktık mı? Bilmiyorum. Hissettiğimizi, bildiğimizi Beysenbay’a sorduk. O kendini hiç övemeyen, kendisinden bahsetmekten hoşlanmayan Beysenbay’a.
-Avezov’la nasıl arkadaş oldunuz?
-Önce tanıştık, ondan sonra ailece arkadaş olduk, birlikte çalıştık. Başına bulutlu (zorluk,darlık) günler düştüğünde yanında olduk, başına güneşin yakıcı ışığı düştüğünde koynuna girmedik. Hepimiz onun yanında bulunmaya çalıştık.
derin düşünceler içinde bu cevabı vermişti.
Bugünlerde âlimin günlük defterini, oradaki büyük yazar hakkındaki hatıra yazılarını okuyarak, birçok düşünceler içine yöneliyoruz. Kendi başından geçen olayları ve gelişmeleri defterine yazmak, onun usulü idi. Yoksa hayatındaki eksikliklerini gizlemek, gelişimini övmek, çıkar elde etmek, ferdi düşünmek gibi bir anlayışı asla yoktu. Günlük defterinde Beysembay, ünlü yazarla ne zaman, nasıl tanıştığını, dostluk bağlantılarının nasıl seyrettiğini yazmış.
Günlük defterindeki yazdıklarından öğrendiğimize göre Beysembay, büyük yazarla Moskova’da, 1939 yılının son baharında tanışmış. Bu sıralarda Muhtar, Beysembay’ın Moskova’daki evinde birkaç gün kalmış. İşte o günlerde birbirine açılarak arkadaş oluyorlar. Beysembay edebi hayatına da, sanat yoluna da Taşkent’te başlamış. Onun ders aldığı tanıdık insanları Baytursınov, Bökeyhanov, Dulatov, Rıskulov, Kojanov, Aymavıtov, Jumabaev, İmajanov, Ospanov, Jusupov… Bunların hepsinin de Muhtar’la tanıştıkları ve birbirlerine karşılıklı saygı duyan edebi şahsiyetler olduğunu bilmekteyiz. Taşkent, Beysembay’ın gözünü açtığı yer olarak bilinmesiyle birlikte, Leningrad üniversitesinde ders gördükten sonraki Muhtar’ın da asistanlık döneminin geçtiği yerdir burası. Kazak ilmi için tamamıyla açılmayan büyük insanın birçok sırrı Taşkent’de dersek yeridir. Doğu emekçileri komünist üniversitesinde (DEKÜ) ders gören Beysembay’ın öğrencilik zamanı, doğrudan Mağjan Jumabaev’le hoca-öğrenci bağlantısı halinde geçti. “Öğrenci Beysenbay şairin evinde yetişti.” dersek de yalan söylememiş oluruz. A.Bökeyhanov, H.Törekulov, T.Rıskulov, S.Sadvakasov… Bunlar Moskova’dayken eğitim ve terbiye aldığı insanlar. Bunlar hepsi M.Avezov’un gençliğinde saygı gördüğü, samimi bağlantı kurduğu insanlar. 1930 lu yıllarda Kazakların korkusuz ve aynı zamanda da çilekeş kalemi Mirjakip Dulatov’la Beyseken “Enbekşi Kazak” gazetesinde birbirine saygı göstererek bir yerde çalışan insanlardı. Öğrenciyken yazdığı Abay hakkındaki makalesini Moskova’da M.Jumabaev okuyup uygun görüyor, Kızılorda’dan B.Maylin ise “Enbekşi Kazak” gazetesinde ek bir yazıyla bu makalenin ayak bağını çözmeye çalışmıştır. Beysembay’ın bir asil haysiyeti, hangi şartlarda olursa olsun öz fikrini değiştirmemesi, belli bir adam hakkındaki kendi düşüncesinin sağlamlığı. 1937 yılının kara günlerinde ve tehlikeli zamanlarında bile dediğini yapan Beysembay, “Saç kes dendiğinde baş kesen” Kazak ortamından uzak kaldığı için hayatta kalmıştı.
Her dedikoduyu duyan, başkalarının geçinemediğini gören bu iki değerli insandan biri olan Muhtar Avezov bu birlikteliğe neden sevinmesin(?!) 1939 yılında, Moskova’da geçen birkaç günlük görüşme, Kazak’ın büyük iki insanını birbirlerinden ayrılmamacasına böyle karşılaştırmıştı.
Günlük defterinde Beysembay şöyle yazıyor: “1941 yılına geldiğinde Muhtar çok mutlu idi. Konuşmaya başladığımız an:
-Ben bu sene büyük bir işi tamamladım. Abay hakkında birkaç yıldır yazmış olduğum romanımın ilk kitabını bitirdim ve basıma verdim.
Bu zamana kadar birkaç eser yazdım ki, bu roman onların hepsinden ayrıcalıklı. Yazarlık hizmetimin en yükseği ve en belalısı. İnsan kendi işinde bazen az, bazen de birçok mutlulukla karşılaşıyor, memnun oluyor. Ben önceki yazdıklarımın hiçbirine de buna memnun olduğum kadar memnun olmadım. Bu çalışmamdan ayrı bir mutluluk duydum.” (Başımdan Geçenler, Düçünceme Takılanlar ile Toplanmış Belgeler… I.defterinde,36-37. sayfa )
Bu yazıyı dikkatli okuyan adam bu okuduklarından çok bilgi alırdı. Yani, ünlü “Abay Yolu” epopesinin ilk kitabı bitmiş. Yazar mutlu. Büyük insan hakkındaki hatıraların her birinde de, hiçbir zamandaşına Muhtar, “Abay’ı bitirdim” diye ne sırrını açmış, ne de sofra kurduğunu söylememişti.
Öyle yapan Muhtar’ın, Moskova’da Beysembay’la sırdaş olması, yani ona inanması, övünerek konuşması, arkadaşça sevinmeleri anlamlı olsa gerek.
Çok kesin konuşmaya alışkın Beysembay, bu büyük eser için şarap içtiklerini, büyük insanın mutluluğunda beraber vakit geçirmelerine rağmen, zaman ve zamandaşlarından gördüğü azap, zorluk, darlık hakkında konuşmamıştır. Almatı’ya geldiğini, bu büyük epopenin ortaya nasıl çıktığından söz ederek, kendisinin bereketini kaçıran, zorluk çektiren, en sonunda işten kovulmasına neden olan gelişmeleri tevazu içinde ve yüzeysel olarak dile getiriyor. Birini duyan, birini duymayan âlimin sırrına kulak verelim:
“Mayıs, 1941 yılında ben Almatı’da işe başladım. Kazak Devlet Basınında baş redaktör olarak çalıştım.
Aynı yıl, 22 Haziran’da Ulu Vatan Savaşı (II.Dünya Savaşı) başladı. Savaş başladıktan 10,20 gün sonra, basın evinin müdürü ile beni, Kazakistan Kominist Partisi merkez komitesi çağırmıştı. Orada bizi Skvortsov ile Buzırbaev beyler karşıladı.
-Biz, Buzırbaev beyle birlikte sizlerin programlarınıza baktık. Bu programı günümüz şartlarına uygulamayı düşündük, diyen Skvortsov, basının savaş vaktindeki mecburiyetlerini anlattı. Planlamalarınızda Avezov’un “Abay” romanı varmış. O basın evinde basıma hazır hale getiriliyormuş. Bize göre o romanı yayınlamanın hiç gereği yok. Bir yönden o kadar aktüel değil. İkinci yönüyle ise Yazarı güvenilecek insan değil. Sizlere parti adına emrediyoruz. Bizi, yani merkez parti komitesinin adını kullanmadan, Avezov’a başka neden söyleyerek, onun romanını yayınlamayın” dedi Skvortsov.
Bu fikre Buzırbaev de katıldı. “Abay” romanını yayınlanmaması için bize birkaç öneride bulundu!
İki-üç gün geçtikten sonra ben Muhtar’ı çağırdım.
-Matbaada işçiler az kaldı. Malzeme yok. Savaşa bağlı kitapları çıkartmak bile zor geliyor. “Abay” gecikebilir. O eski, Latin alfabesiyle yazılarak verilmiştir. Birkaç sene sonra onu latin alfabesiyle çıkartmak zor olur. Onun için siz “Abay”ın el yazılarını alınız. Düzenleyecek, ekleyecek ve kısaltacak bir şeyleriniz varsa, onları yapın. Ondan sonra onu yeni harflerle “çıkartırız” dedim. Muhtar bunu sevinçle kabul etti.
“Abay” “durduruldu”, bu konu hakkında Bazırbayev’e haber verildi; o yayınlanmıyor denildi. Birkaç günden sonra Muhtar’a kitabın “el yazmaları” geri iade edildi. Muhtar onları hemen düzelterek geri getirdi.
O zamanlar ben Skvortsov’un parti politikasının o tarafını bu tarafını düşünerek, onun hatalı olduğunu, parti ödevi değil, parti yönünü çevirme sonucunu çıkarmıştım. El yazmalarını beklemeden hemen yeni harflerle yayınlanmak üzere matbaaya gönderdim.
Sonraki, Haziran 1942 yılında “Abay” yayınlandı. “Abay” basında çıktığı gün roman hakkında gazetede Şanğıtbayevle ikimizin makalemiz de yayınlandı.
Makalemizde biz “Abay” romanını doğru değerlendirmeye çalıştık: tarihi roman diye tanımlayarak onu, Sovyet edebiyatındaki belli tarihi romanlarla karşılaştırdık. “Abay” o romanların çoğundan daha iyi çıkmış… “Abay” romanı Kazak-Sovyet edebiyatının büyük başarısıdır.
Bu makale yayınlandıktan 2-3 gün sonra, beni Kazakistan merkez parti komitesinin o zamanki sekreteri M.Abdıhalıkov çağırdı. Gittim, “Abay” hakkındaki makale masadaydı, üzeri kırmızı kalemle çizilmiş. Muhametjan çok sert durumdaydı. Ben oturmaya kalktığımda o oturduğu yerinden kalktı. Kızarak, bana bağırarak konuşmaya başladı.
-Bu romanı sana kim basıma ver dedi? Diye makaleyi gösterdi.
Ben cevap vermek istedim,
O,
– Dur! Sen kimin kitabım çıkarttığını biliyor musun?
-Kimi, kimin eserini övüyorsun? Diye bağırmaya devam etti. Ben daha cevap vermek istediğim zaman o yine de imkân vermedi.
-Beni dinlemek istemiyorsun. Çok sinirlisin sen!..
-Avezov önceleri öyle idi, böyle idi… O mahkemelik birisi… Yarın o bize öyle işler yapar, böyle işler yapar. Diyor.
Söylediklerinden korktum. Onları şimdi aradan 15 sene geçtikten sonra bile yazmaya korkuyorum.
Sen kendi makalende “Abay” romanını, Stalin ödülünü alan “Petr Perviy’in” Cengiz Han”ıyla eşleştiriyorsun. O zaman sana göre buna da Stalin’in ödülünü vermek mi lazım? Şimdi senin bilginliğin ya da değerlendirmen bu mu!?…
-Hayır, iyi şeye iyi demek
-Hayal görme! İyiyi senden başka kimse tanımıyor mu? Sen hiçbir şey bilmiyorsun. Bundan sonra sen hiç eleştiri yazısı yazma… Git buradan…! Diye, beni odasından çıkarttı.
2-3 sene sonra bu Abdıhalıkov “Abay” romanını Stalin ödülüne sunan karara imza attı. Ama, “Abay”a o sefer ödül verilmedi, ikinci kitabını beklediler. O çıktıktan sonra, 1948 yılında Stalin’in birinci dereceli ödülü verildi. (Adı geçen gündem defteri. 38-39-40-41-42-43. sayfalar.)
Ne büyük kahramanlık! Kazak yazarının, Kazak dilinde yazdığı romanında Kazakça hiç anlamayan Skvortsov’un ne işi var idi? Bu müdürün dediğini yapan, oyuncak sekreterler Buzırbaev’le Abdihalıkov’un hareketi. İşte, böyle durumlarda imkanlar bularak “Abay”ı ortaya çıkaran Beysembay’ın cesur davranışının tarihi bakımdan ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. İşin aslını düşünecek olsak, hangi devirde ve hangi durumda olsa da ağ, gerçek kabiliyetlere kurulmuş, onların değişik ve önemli eserlerine kurulmuştu. “Şahname”yi” Gazneli Han’a “hediye ettiren” Ferdevsi’nin kaderini hatırlayınız. A.S. Puşkin’in tarihi eserleri ile memuvarının (Hatıralar) nasıl yazılmaya başlayıp, orta yolda nasıl durdurulduğunu hatırlayınız. İlk eserini büyük Belinskiy’in[5] kendisi övdüğü için zamandaşlarının kıskançlığına uğrayan delikanlı F.M.Dostoyevski’nin hayatını hatırlayın.
Büyüklük her zaman peşinden koşturan, gözleri görmeyen, kıskançlığın kırmızı iti gibi deseniz ya(?!)
İşte, yirminci yıllarda büyük Abay’dan kaçan, gruplaşmayı bahane ederek halkı büyük Abay’ın eserlerinden kaçırtan kara niyet 1940’lı yıllarda da yaşlanmamış, 40’lı yıllarda da siyaseti nedeniyle, zamanın yönünü bahane ederek büyükleri ağıza düşürme adetinden, usulünden vazgeçmemişti. Ulaşabildiği yeri kendisi kapıp, ulaşamadığı yerleri de oranın yerel yöneticileriyle mesela valilerle boğan kara niyetliler…İşte 1920’li yıllarda Ulu Abay’ı aklayan, koruyan genç Beysembay, 40’lı yıllarda da Abay hakkındaki romanı korumak için elinden geleni yapıyor.
Ne zaman olsa da edebiyat, sanat ve siyaset gereklidir. Onun için yukarıda söylenilen olayları gelecek evlatlarımıza anlatmalıyız.. “Abay” romanının yayınlanmaması için Kazakistan kompartisi merkez komitesinin o zamanki birinci sekreteri Skvortsov uğraşıyor. Neyi anlayıp, neyi bilip de karışıyordu o (?!) 1937-38 yıllarının zor günlerinde, Kazak aydınlarını katliama uğratan yönetici, hiç olmazsa bu durum geçtikten sonra, sayısı azalan Kazak aydınına sükûnet verseydi ya da bununla kalmayıp, düşük ekonomiyi geliştirmek için çalışsaydı. Hayır, öyle hayırlı işle niçin uğraşacak ki? Şimdi gelip de halka manevi zenginlik aşılayan, kültür mirası olan “Abay’ın” gün ışığına çıkmasına engel oluyor. Elbette Skvartsov’un arkasında Buzırbaev, Buzırbaev’in arkasında daha birisi ya da bir başkaları var tasalanan. O, elbette kendi yurttaşının yükseklemesini istemeyen birisidir. Yine o, mutlaka Kazaktır! Elin kötüsünü kendi iyisinden artık gören Kazak….! Yoksa Skvartsov’un “Abay’da” ne işi var diyorsun? Çağdaşının adının öne çıkmasına engel olmak için her yolu denedi. ”Aytakka ergen jortak!” (Yalana kulak asan bu korkak…!) “Abay” yayınlanmadan zor duruma düşse, sürgüne gönderilse ya da eceli gelmeden öldürülse ne yapacaktı bu Rus idareci ve de kışkırtıcı avcı? (KSRO) Devlet ödülü aldıktan sonra, 1953 yılında Kaz MU-dan çıkarılıp Kazakitan’dan kovulduğunu hatırlasanız her şeyin mümkün olacağına inanırsınız.
-A.Baytursunov, J.Aymavıtov, M.Jumabayev eserleriyle birlikte aklanıp, okuyucunun eline bugünkü gibi gelse mi? Maskara! Düşünseniz tüyleriniz ürperir.
Bir an böyle durumu göz önünüze getiriniz. M.Avezov’un “Abay” romanı yazarının “siyasi güvensizliğinden” yayınlanmadı diyelim. Aslında o zamanlar Kaz. Kompartisi merkez komitesinin birinci sekreterinin karıştığı iş “doğru” derse doğru “ters” derse ters yapılması gerekti.
Moskova’dayken, sözünden dönmeyen ve 1937 yılının zorluklarına uğrayan cesur Beysembay sabır etmeseydi, “Abay” romanı da yayınlanmazdı..
“Abay’ın” ilk kitabı ortaya çıkmasaydı, büyük epopenin sonraki kitapları yazılır mıydı ki? “Abay”, A.Baytursınov, Aymauıtov, Jumabaev’in eserleri ile beraber okuyuculara bugünlerde yetişse ne olurdu? Düşünmek bile istemiyoruz. Düşündükçe de canımız titriyor!
Skvartsovla Buzırbaev’in karşılaştırmalarına bakarak “Abay” on yıl sonra yayınlandığında ne kadar yenilgi alınacaktı düşünmek gerekir. Yapılan eleştirilerin tesirli olduğunu varsayarsak yazar M. Avezov’un yayınlayacağı “Kazak Edebiyatı” bile biraz geç ortaya çıkacaktı. Bırakın Kazak Edebiyatı’nı bütün Orta Asya edebiyatının bu olumsuzluktan etkilenmesi kaçınılmaz olacaktı. Edebi zevklerin okuyucuya yansıtılmaması, onların bu önemli medeniyet mirasından mahrum olması anlamına gelmektedir ki, Allah bu beladan hepimizi korumuştur.
1942 yılında “Abay” ortaya çıkmasaydı, ikinci kitap yazılıp, yayınlanmazdı. İkinci kitap yazılıp yayınlanmasaydı Avezov 1948 yılında Stalin ödülünü alamazdı. Ödül aldıktan sonra da kaç defa sürgüne uğrayan Avezov’un bu ödülü olmasaydı, Alaşordanın son halkası, damlası olarak, milliyetçi yazar diye suçlanarak tutuklanırdı. Bu nedenle 40’lı ve 50’li yıllarda başı tehlikede olan M.Avezov “Abay” romanını yayınlamış olsa bile sadece roman yayınlamadan değil, belalardan ve tehlikelerden de bir türlü kurtulamamıştır bu büyük kalem.
Önceden yayınlamasa söz elbette başka olurdu, ama yayınladıktan sonra çok ciltli yayının ilk kitabında yazılan duygulu cümleler o dönemdeki valileri engellemiştir. Beysembay’ın mütevazi ve değerli çalışmasının önemi de burada ortaya çıkmaktadır.
Böyle zor ve dar zamanda Kenjebayoğlu’nun sabırla başını ölüme uzatması, örneği az görünen büyük bir kahramanlık ve insanlıktır.
Başını ölüme uzatma dediğimiz sebep, “Abay’ı” çıkartma sebebidir. Başka bir sebep değil, Kazakistan kompartisi merkez komitesinin o vakitteki birinci sekreteri N.A. Skvortsov’un ve onun sekreteri Buzırbaev’in yönetmeliği de bu ölüme baş uzatma sebebi idi. Bu yönetmeliğe uymamanın cezasının en basiti işten çıkartılıp savaşa gönderilme. Yoksa 1937 yılındaki kanlı sürgünün izi unutulmayan o günleri… Ondan da zorunu beklemek gerekirdi. Gerçeğini söylemek gerekirse, tutuklanıp öldürülebilirdi. Ama halkın, milletin şansına âlim kurtuldu. Böyle benzeri olmayan insanlık borcunu millete ödemeye karar verdi. Büyük yazar gelecekteki evlatlarımız için çok büyük fedakarlıklar yaptı. Bunu da canını tehlikeye atarak yaptı. El altındaki kendi evladı gibi gördüğü delikanlı şair Şanğıtbaev’i kitap redaktörü yaparak, “Muhtar’ın romanının basılmakta olduğunu hiç kimseye söyleme, Kazak’ta kıskanç ve şikayetçi insanlar çoktur. Kavgalı bir kitap bu. Kimse bilmeden çabuk çıkartalım.” (Atalğan Estelik- Hatıralar) diye ikaz ediyor.
İnançlı B.Kenjebayoğlu’nun aklıyla hareket ettiği ikinci bir girişimine bakınız: Usule göre basımla uğraşan kişiye, onun içinde yönetmene, kendisinin bastırdığı kitabı kendisinin överek makale yazması… Parti ve basın anlayışına bu durumun uygun olmadığı çok açık. Oysa Skvortsov, Buzırbaev, Abdıhahkov gibi ak dediği alkış, kara dediği kargış olan önderlerin emirlerini yapmayan basın yöneticisi (Beysembay) şimdi savunmaya geçiyor. Müdafaa yolu, hareket yönü “Abay’ı” gazete vasıtasıyla okuyuculara ulaştırma… “Çokluk korkutur, derinlik ise batırır” – Çoğunluk fikirle hesaplaşır, bağışlayıcı olur.- Denen fikre inanmıştı o! Genç redaktör, kabiliyetli şair Şanğıtbaev’le ikisi “Abay” romanı hakkında makale yazmaları, makalenin romanla aynı günde yayınlanması iyice düşünülmüş bir zeka ürünü idi. Yöneticilerin dayanılmaz acılar çekmelerine de bu açıklama sebep olmuştur. “Abay’ın” kuvvetini bilseler de ona engel olmaya çalışanlar, halkın onunla beraber ve ondan haberdar oldukları için üzülüyorlardı. İntikamlarını da, zehirlerini de, söylediklerini yapmayan, “Abay” durduruldu diye haber verip aldatıldıklarını düşünen Kenjebaev’a akıtıyorlardı. Onlar her şey yapar, ama bunu yine de M. Avezovla B. Kenjebayoğlu bilmemeli. Bilirse Moskova’da Avezov’un arkadaşları çok. Kenjebayev ise Moskovadaki işinden yeni geldi. O, orada M.İ. Kalinin’in tercümanı olarak çalışmıştı. Kenjebayoğlu araştırırsa kavga çıkabilir. Önemli görevde oturanlar bunu neden bilmesin.
Şimdiki suç da ceza da hepsi Kaz. Kompartisi Merkezi Komitesinin o dönemdeki sekreteri Muhametjan Abdihalıkov’un eliyle yapılmaktaydı. Çünkü onun arkasında M. Avezovla , B. Kenjebayoğluna karşı büyük güç vardı. Onun için burada ne kadar güçlensen de, söylemeyecekleri söylesen de M. Abdihalıkov’u bir yönüyle anlamak gerekir. Çünkü bu o zamanki valilerin yaptığı iş Kazak’ı Kazak’a düşüren zulüm iş ama onlara göre normal bir işti.
Hayatdayken değerli Beysembay’la “Abay” romanının nasıl yayınlandığı hakkında konuştuğumuz zamanlar oldu.
-Sizin kendi başınızı ölüme uzatarak, yok edilmek istenen “Abay” romanını korumanızda ne gibi bir sır mevcut? Bir cumhuriyetin birinci önderi, 1937 yılında “Kazak aydınlarının yüzde 99’unu yok eden” (S.Muganov) Skvortsov gibi kanlı sürgüne karşı çıkma kuvvetini nerden aldınız?” – diye sordum cesur bilim adamına.
-Bir kişinin düşüncesinden doğsa da edebi makale, halkındır. Halkı büyütmek istersek ilmi eser yazmalıyız. Yazılan ilmi eseri korumazsak halk olarak dağılmışız demektir. “Abay’ın” iyi eser olduğuna inandım. İnandıktan sonra halka ulaşsın diye Kuvandık ve ben elimizden geldiği kadar koruduk. Tabii ki, Muhtar sevinçliydi. Ama, ters görüşlü önderler bana rahat vermediler. En sonunda “Kendi isteğimle!” basının baş redaktör hizmetinden uzaklaştırıldım. Gittiğime pişman değilim. Gerekirse yine giderim. Dilekçemin kopyası da elimde var.
Âlim geçmişini tebessümle hatırlıyor. Acısı içinde. Ama kendisi insanlara gülümseyerek anlatıyor.
Evet, alimin söylediği gibi Kaz. Kompartisi Merkezi Komitesinin o dönemdeki sekreteri M. Abdihalıkov adına yazılmış Kazak devleti birleşik yayın evi baş redaktörü görevinden ayrılması hakkındaki dilekçesi saklanmış. Kısacası ”Abay” romanının yayınlanması, basım evi baş redaktörü B.Kenjebayoğlu’nun “Kendi isteğiyle! işten kovulmasına sebep oldu.”
Evet, o acılı günlerin yaşandığı 1942 yılında doğan çocukların birçoğuna “Benim gibi Muhtar diye ad koymuştu.” – Muhtar Şahanov’un söylediği gibi “Muhtar” ismiyle adlandırıldılar. M.Avezov’un kendisi de, epopesinin ortaya çıkmasıyla büyük bir edebi şahsiyet olarak yeniden doğdu. “Abay” romanı işte böyle gün yüzüne çıkmıştı!
“Arıstar Men Ağıstar” kitabından… (2003)
[1] Beşim: Saygı ve sevgi ifade eden bir söz. İsmin ilk hecesini alarak “şım, şim” gibi eklerle söylenir.
[2] Ogonek dergisi: 1899 yılında yayına başlayan haftalık Rusça edebiyat dergisi.
[3]Önege (Hatıra): Muhtar Avezov konulu hatıralar… Yazar: Ğalya Sarmurzin Almatı-19756
[4] Jes Tavlar: Roman, Amen Mahatoğlu Aziev Almatı-1978
[5] Belinski: (1811-1848) Batılılaşmaya eğilimli Rus Edebiyatı eleştirmeni.