Sonuçta ABD’nin nükleer anlaşmadan geri çekilmesinin temel hedefi, İran rejiminin bulunduğu kötü ekonomik durumu körüklemek ve ülke üzerinde baskı yaratmaktır. Nitekim Washington, Tahran rejiminin kendi iç sorunlarıyla meşgul olmasını istemektedir. Washington özellikle ekonomik baskılar ve ambargo yoluyla Tahran’ı dış dünya ve dünyadaki gelişmelerden geri bırakarak İran halkını kışkırtmayı amaçlamaktadır. Avrupa Birliği (AB) ve Avrupalı ülkelerin ise bu duruma karşı çıkarak mevcut rejimle anlaşmaya varılabileceğine inandıkları görülmektedir.
*****
Dr. Muwafaq Adil OMAR
Avrupalı Ülkeler Nükleer Anlaşmayı Neden Savunuyor?
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), İran ile P5+1 ülkeleri (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin ve Almanya) arasında 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmadan geri çekildiğini duyurmasıyla birlikte Avrupa’dan çeşitli tepkiler gelmeye başlamıştır. Zaten ABD Başkanı Donald Trump’ın Tahran yönetimine 12 Mayıs 2018 tarihine kadar süre tanıdığını açıkladığı günden itibaren Fransa ve Almanya’nın öncülüğündeki Avrupalı liderler, anlaşmanın sürdürülmesini istediklerini belirterek Trump’ı nükleer anlaşmada tutma amacı taşıyan ikna turları gerçekleştirmişlerdi.
Bu bağlamda Nisan ayında hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Washington’u ziyaret ederek ABD’nin nükleer anlaşmadan geri çekilmemesi adına diplomatik girişimlerde bulunmuşlardır. Bu iki ülkenin çabaları söz konusu ziyaretlerle sınırlı kalmamış; Fransa ve Almanya orta yolu bulmak amacıyla İranlı yetkililerle de görüşmeler düzenlemişlerdir. Ancak bu girişimler sonucunda ne ABD imzalanan anlaşmaya sıcak yaklaşmış ne de İran anlaşma üzerinde değişiklik yapma konusunda ikna edilebilmiştir. Böylece durum adeta bir çıkmaza girmiştir.
Fransa ve Almanya öncülüğündeki Avrupalı devletlerin bu yöndeki girişimlerine karşın İsrail ve Suudi Arabistan’ın anlaşmanın iptal edilmesi adına çaba harcadığı bilinmektedir. Bu bağlamda 30 Nisan 2018 tarihinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ellerinde İran’ın nükleer programının gizlice devam ettiğini kanıtlayan belgelerin olduğunu iddia etmiştir. Netanyahu’nun delil olarak sunduğu belgelerin ne kadar doğru olduğu bilinmemekle birlikte 8 Mayıs 2018 Salı günü Trump, nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklarken Netanyahu’nun iddia ettiği belgelere atıfta bulunmuştur. Dolayısıyla İsrail’in son ana kadar ABD’deki lobisi ve resmi diplomatik temsilcileri aracılığıyla Trump’ı nükleer anlaşmadan geri çekilmesi yönünde ikna etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.
Suudi Arabistan da bütün diplomatik ve ekonomik olanaklarını Washington’ın ilgili anlaşmadan çekilmesini sağlamak adına seferber etmiştir. Belirtmek gerekir ki; Suudi Arabistan ile ABD arasında imzalanan milyarlarca dolar değerindeki sözleşmeler, sadece ekonomik ve ticari boyutlara sahip değildir.
Aynı zamanda sözleşmeler, Washington’ın Riyad’ı siyasi ve diplomatik açıdan desteklediğini de göstermektedir. Tüm bunların yanı sıra Riyad’ın diplomatik ilişkiler aracılığıyla Washington’ı nükleer anlaşmadan geri çekilme konusunda ikna etmeye yönelik harcadığı çabaların Trump’ın başkan seçilmesinden hemen sonra başladığı da bilinmektedir.
ABD’nin; daha doğrusu Trump’ın neden böyle bir karar aldığı tartışmaya açık bir konu olsa da bu karardan kimlerin rahatsız olduğu açık ve nettir. Avrupalı ülkeler aşağıdaki sebeplerden ötürü bu kararı benimsememiştir:
- Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupalı devletler, ABD’nin Ortadoğu bölgesinde yaşanan olaylardan doğrudan etkilenmediği kanaatindedir. Örneğin; bölge istikrarsızlaştığında Avrupa büyük bir göç hareketine maruz kalmıştır. Avrupalıların inanıp savunduğu insani ilkeler düşünüldüğünde; bu göç dalgalarına karşı sessiz kalmaları beklenemez. Geçmişte Irak, Suriye, Libya ve Yemen’de yaşanan karışıklıklar sonucunda çok sayıda göçmen Avrupa’ya doğru yönelmişti. Bu durum da Avrupalı ülkelerini, başta güvenlik olmak üzere çeşitli toplumsal ve ekonomik sorunlar karşısında zor durumda bırakmıştır. Uzun vadede ise bahse konu sorunun daha da büyüyeceği öngörülmektedir. ABD ise bu sorun karşısında bazı basit yardımlar haricinde, uluslararası düzeyde sahip olduğu konuma göre davranmamış ve insani yönden atılması gereken adımları atmamıştır. Aslında Avrupalı ülkeleri de bazı sorumluluklarından kaçmışlardır. Özellikle Türkiye’nin adı geçen ülkelerden gelen sığınmacıları ağırlamasının ardından Avrupalı ülkeler Türkiye’ye bu konuda verdikleri yardım vaatlerini yerine getirmemişlerdir. Buradan hareketle İran-ABD, İran-İsrail ya da İran-Suudi Arabistan arasında olası bir çatışma ortaya çıkması halinde hem İran’dan hem de diğer bölgelerden kaynak bulan yeni göç dalgalarının başlayacağı öngörülmektedir. İran’ın sahip olduğu coğrafi konum, olası göç dalgalarının yasal olmayan yollarla yine Avrupalı ülkelere doğru gerçekleşeceğini göstermektedir. Dolayısıyla Avrupalı ülkeler, İran’da herhangi bir karışıklığın çıkarılması düşüncesine karşıdır.
- Terör olayları Avrupalı ülkelerin endişe duyduğu bir diğer önemli meseledir. İran yıllardır bölgede bazı önemli terör gruplarını desteklemektedir. Bu grupların başında Şii milis güçleri gelmektedir. Tahran Şii gruplarının yanı sıra bazı Sünni terör oluşumlarına da arka çıkmaktadır. Örneğin; İran, El-Kaide terör örgütüne mensup çok sayıda kişiyi kendi toprakları üzerinde ağırlamıştır. Gerektiğinde ise bu unsurları düşman olarak gördüğü ülkelere karşı kullanmaktadır. Unutmamız gereken bir diğer mesele de Devlet’ül Irak ve’ş Şam (DEAŞ) terör örgütünün geçtiğimiz yıllarda bazı önemli bölgelerde terör eylemleri gerçekleştirmiş olduğudur. İran’ın bölgeden güç kullanılarak dışlanması halinde Tahran’ın kontrolü altında olan terör gruplarının dünyanın çeşitli yerlerinde terör eylemleri gerçekleştirebileceği öngörülmektedir. Tarih boyunca 11 Eylül saldırıları dışında ABD’de ciddi bir terör eylemi gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla DEAŞ terör örgütü gibi terör oluşumları, ABD’ye kıyasla daha çok Avrupalı ülkeleri hedef almıştır. Burada yaşanan asıl endişe, Ortadoğu’nun güvenliğinin sarsılmasıyla İran’a bağlı olmayan bazı terör örgütlerinin de harekete geçebilecek olmalarıdır. Bu tür terörist organizasyonlar, durumun karışması nedeniyle oluşabilecek güvenlik boşluğunu değerlendirerek gelişip büyüyebilecek kapasiteye sahiptir.
- Avrupalı ülkelerin nükleer anlaşmanın feshedilmesi sonucunda ekonomik ve ticari anlamda büyük zararlara uğrayacakları öngörülmektedir. Özellikle enerji konusunda İran, dünyada bulunan doğalgaz rezervlerinin %18’ine sahip olması nedeniyle büyük ve dev yatırımlara gebedir. Bu minvalde Trump’ın İran’da faaliyet gösteren bütün yabancı şirketlere geri çekilmeleri için üç ile altı ay arasında süre tanıması Avrupa’yı düşündürmektedir. Trump yönetimi geri çekilmeyen şirketlerin ABD’nin yaptırım listesine alınacağını duyurmuştur. Ancak İran ile Avrupalı şirketler arasındaki dev yatırımlar, durumun daha da çetrefilli bir hal almasına sebep olmaktadır. Bu yatırımların bazıları şu şekilde ifade edilebilir:
- Airbus ve Boeing gibi şirketler 2015 yılı sonrasında İran ile bazı önemli sözleşmeler imzalamışlardır. Airbus Şirketi, İran ile 10 milyar dolar değerindeki 100 uçağın satışına ilişkin sözleşme, Boeing Şirketi ise 80 satışına yönelik 16,6 milyar dolar değerinde bir sözleşme imzalamıştır. Bu uçakların üretiminin ABD menşeli parçalarla yapılması nedeniyle bahse konu sözleşmeler riske girmiştir. Bu çerçevede Washington’ın nükleer anlaşmadan geri çekilmesinin ardından Boeing şirketi, konuyla ilgili açıklama yapmıştır. Yapılan açıklamada ABD’nin bütün kararlarına uyacaklarını duyurmuştur. Bu tür sözleşmelerin feshedilmesi, Avrupa ekonomisini az da olsa zarara uğratacaktır.
- Avrupalı otomobil şirketleri, 2015 yılı sonrasında İran’a ciddi yatırımlar yapmayı planlayarak bu yönde bazı önemli adımlar atmışlardır. Örneğin; Fransa menşeili Renault Şirketi, İran’a sadece geçtiğimiz yıl yaklaşık 160 bin araç satışı gerçekleştirmiştir. Diğer yandan Nissan Şirketi ile Volkswagen de İran’a çok sayıda araba satışı yapmıştır. Belirtmek gerekir ki; Volkswagen’in İran’a geri dönüşü, 17 yıl aradan sonra gerçekleşmiştir. Böylece nükleer anlaşmanın sona ermesiyle birlikte Avrupalı ülkeler; özellikle de Almanya ve Fransa, İran gibi seksen milyonluk nüfusa sahip önemli ve cazip bir piyasayı kaybedecektir.
- Avrupalı ülkeler, İran’ın enerji sektörüne de ciddi yaptırımlar yapmayı planlamışlardır. Örneğin; Avrupa’nın enerji devi Total, İran ham petrolünün en büyük alıcılarından olup, söz konusu ülkenin petrolünü alarak Avrupa rafinerilerini bu şekilde beslemektedir. Söylemek gerekir ki; petrol alış ve satış işlemleri dolarla gerçekleşmektedir. 2017 yılında Fransız şirketi Total, İran’ın güneyinde bulunan Pars doğalgaz yataklarının işletilmesi ve genişletilmesi üzerine milyar dolarlık bir yatırım yapmıştır. Bu yatırım, Batılıların İran’da 2015 yılı sonrasında enerji sektöründe gerçekleştirdikleri en büyük proje niteliğini taşımaktadır. Ancak Total’in ABD’de de ciddi yatırımları bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Port Arthur’daki rafinerisidir. Washington’ın anlaşmadan geri çekilmesinin ardından Total Şirketi’nin İran’daki yatırımları tehlikeye girecek ve şirket, İran ile ABD arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır.
- İran rejimi ne kadar fazla baskı altına alınırsa bölge o kadar istikrarsızlığa yönelecektir. Zira Tahran, yıllardır bölge ülkelerinde kendisine bağlı silahlı milis güçleri oluşturmaktadır. Bu stratejisini seksenli yıllarının ortasında Lübnan’da Hizbullah’ın kurulmasıyla başlatan Tahran, silahlı grupların ihdas edilmesiyle yetinmemiş, aynı zamanda siyasi kanatlarını da oluşturmuştur. Örneğin; Hizbullah, Lübnan’da azınlık olmasına rağmen sahip olduğu askeri gücü sayesinde siyasi yaşamı adeta kontrol altına almış durumdadır. Aynı tabloyu Irak’ta Haşdi Şabi’nin siyasi kolu olan Fetih Listesi’ne baktığımızda görebiliriz. Dolayısıyla İran ile mücadele etmek, sadece söz konusu ülkenin topraklarıyla sınırlı kalmayacaktır. Tahran’ın etkili olduğu ülkelerde de karışıklıklar yaşanacağı kesindir. İran’ın etkili olduğu ülkelerin başında Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi önemli bölge devletleri gelmektedir. Bu sebeplerden dolayı Avrupalı ülkeler, doğrudan İran ile karşı karşıya gelmekten kaçınmaktadır. Zaten Avrupalı ülkeler, nükleer anlaşmanın iptalinin bölge barışının kurulmasını temelden etkileyeceğini öne sürmektedir. Aslında Avrupalı siyasetçilerin bu konuda belli bir noktaya kadar haklı oldukları ifade edilebilir.
Avrupalı ülkelerin, yukarıda işaret edilen nedenlerden dolayı İran ile imzalanan nükleer anlaşmanın iptaline karşı oldukları açıktır. Ancak ABD gibi ekonomi, ticaret, enerji ve askeri alanlarda güçlü bir ülkeye karşı ne kadar direnebilecekleri de tartışma konusudur. Örneğin; bahsedilen örneklerde olduğu gibi hemen hemen bütün önde gelen Avrupalı şirketler ABD ile ticari ilişkiler içerisindedir. Kısacası Avrupalı ülkeler, ikilemde kalmışlardır. Peki ABD anlaşmadan resmen geri çekildiğini duyurduktan sonra Avrupalı ülkeler farklı alanlardaki çıkarlarını korumak adına neler yapabilir? Bu soru aşağıdaki senaryolar üzerinden şu şekilde yanıtlanabilir:
- Prensip olarak Avrupalılar, ABD’nin bu kararından en az zararla çıkmaya çalışacaklardır. Böylece bazı Avrupalı şirketlerini, Washington’ın uygulayacağı yaptırımların kapsamının dışında tutmak adına çaba harcayacaklardır. Ancak ABD’nin bu duruma olumlu yaklaşmayacağı düşünülmektedir. Zira Trump’ın en önemli hedefi, İran’ı ekonomik açıdan zayıflatarak bu ülkeyi iç karışıklığa sürüklemektir.
- Almanya, Fransa ve hatta İngiltere gibi ülkeler, ABD’yi İran ile imzalanan anlaşmanın yanı sıra başka bir anlaşmanın daha imzalanması yoluyla kontrol altına almaya çalışmışlardır. Ancak ne Washington ne de Tahran bu duruma yanaşmamıştır. Zayıf bir olasılık da olsa İran, zor durumda kalması halinde Avrupalı ülkelerin bu önerisini kabul edebilir. Hatta Trump bile nükleer anlaşmadan geri çekilmesine rağmen mevcut eksikliklerin giderilmesi durumunda Tahran ile uzlaşabileceklerinin sinyalini vermiştir. Trump’ın en önemli iki isteği; İran’ın balistik füze programının gelişiminin durdurulması ve bölgeye yayılan nüfuzunun sınırlandırılmasıdır. Bu senaryoya göre; Tahran çok zor duruma düşerse bu iki durum çerçevesinde taviz vermek zorunda kalabilir. Humeyni sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı’nın sonunda onayladığı ateşkesi, “ateşkesi onaylamak bana bir bardak zehir içmek gibi geldi” sözleriyle tanımlamıştı. Acaba Hamaney de Washington’ın bu iki isteğini yerine getirmek zorunda kaldığında Humeyni’nin yaptığına benzer biçimde zehir içmek gibi olan başka bir karar alacak mıdır? Bu sorunun yanıtı önümüzdeki dönemlerde netlik kazanacaktır.
- Avrupalı ülkeler, ABD’ye meydan okuyup uluslararası düzeyde ağırlığını ortaya koyarak İran ile imzalanan nükleer anlaşmanın devam ettirilmesinden yana tavır sergileyebilirler. Zaten Trump’ın geri çekilme kararının hemen ardından Fransa ve Almanya, 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmaya bağlı kalarak taahhütlerine uyacaklarını duyurmuşlardır. Hatta Almanya Şansölyesi Angela Merkel, artık Avrupa’nın kendi kendini koruma zamanı geldiğine vurgu yaparak Washington’ın kararından duydukları rahatsızlığı açıkça ilan etmiştir. Bu çerçevede Fransa Cumhurbaşkanı Emmanual Macron da Trump’ın kararının yanlış olduğunun altını çizerek Avrupalıların 2015 yılından imzalanan nükleer anlaşmaya bağlı olduklarını ve bu tutumlarını İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye ilettiklerini belirtmiştir. Çünkü Macron’a göre; İran’ın nükleer programının önüne geçmenin en iyi yolu, programın bu anlaşma aracılığıyla denetlenmesidir. Macron çözümün, İran ile gerçekleşen anlaşmayı genişletmekten veya başka bir anlaşma imzalayarak balistik füze programını durdurmaktan geçtiğini savunmakta ve İran’ın özellikle Lübnan, Suriye, Irak ile Yemen’deki faaliyetlerine son vermesini istemektedir.
Sonuçta ABD’nin nükleer anlaşmadan geri çekilmesinin temel hedefi, İran rejiminin bulunduğu kötü ekonomik durumu körüklemek ve ülke üzerinde baskı yaratmaktır. Nitekim Washington, Tahran rejiminin kendi iç sorunlarıyla meşgul olmasını istemektedir. Washington özellikle ekonomik baskılar ve ambargo yoluyla Tahran’ı dış dünya ve dünyadaki gelişmelerden geri bırakarak İran halkını kışkırtmayı amaçlamaktadır. Avrupa Birliği (AB) ve Avrupalı ülkelerin ise bu duruma karşı çıkarak mevcut rejimle anlaşmaya varılabileceğine inandıkları görülmektedir. İki taraf arasındaki bu görüş ayrılığı dünya çapında bir krize yol açabileceği gibi Ortadoğu’yu daha da istikrarsızlaştıracaktır. Washington’ın son dönemlerde Kuzey Kore ile diyalog yoluyla anlaşmaya varma çabaları ise ABD’nin diğer bölgelerdeki sorunları çözüme kavuşturarak sadece İran meselesine odaklanacağını göstermektedir. Dolayısıyla hem ABD hem de Avrupalı ülkeleri, aralarında vuku bulan anlaşmazlıkların belli bir seviyenin üstüne çıkmasına müsaade etmeyeceklerdir.
———————————-
Kaynak:
https://ankasam.org/avrupali-ulkeler-nukleer-anlasmayi-neden-savunuyor/