Esat ARSLAN
Bilmiyorum farkında mıyız? Ya da zaman zaman farkında oluyor muyuz, başımızı kuma gömerek, tüm volümleri kapattığımız “Suriye”de olup bitenden, olumsuz gelişmelerden. Belki de “Şu Suriye konusunda artık bay geldi, gına geldi” de diyebilirsiniz. Ya da ne bileyim, Pavlov’un köpeklerinin şartlandığı gibi, her “Suriye” koşullandırma sözü geçtiğinde andıklarımız o kadar kısa mıdır? ‘Pavlov’un köpekleri’ ifadesi literatürde bir şartlanmanın simgesi, bir klasik koşullandırmadır. Peki, bir soru, “Suriye” sözcüğü geçtiğinde içinizden bile olsa “Suriye: Yıkıl Git!”diyebilir misiniz? Yok, canım eski Osmanlı bakiyesi olan Suriye halkına böyle bir lafı nasıl kullanabilirsiniz, ya da kullanılmasına izin verebilirsiniz? Kesinlikle olmaz, ama unutmayalım bu adla bir kitap yazıldı, ülkemde. Hem de 11. Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül’ün Suriye başdanışmanının marifetiyle. “Suriye: Yıkıl Git!” sözcüklerini ‘Google’da yazın, yazarının kim olduğunu Sn. Abdullah Gül ile olan ilişkisini öğrenebilirsiniz. Suriye başdanışmanı kartvizitiyle hem de icazet alınarak böyle bir başlıkla kitap yazılması nedir, nasıl anlamalıyız? Sizlerin izan ve idrâkınıza bırakıyorum. Sadece bu bile bir yerlere hesap verebilme olgusunu tek başına ispatlamakta ve teyit etmektedir. Sevgili okurlar, şunu söylemeye çalışıyorum, bu durum bir örgütsel davranış biçimi olarak, belleklerimizin nasıl saldırı hedefi haline getirildiğini ve bazı önemli ve spesifik konularda bile nasıl tembelliğe itildiğini göstermektedir. Kısaca toplumumuz izin verme, ödüllendirme ve bazı noktalarda sosyopat davranışlara değer verme yönüne doğru itilmektedir, yoksa bana mı öyle geliyor, öyle değil mi? Hem bireysel hem de örgütsel davranışta durum böyle olabilir de peki uluslararası ilişkilerde böyle bir durumdan bahsedilinebilir mi? Kesinlikle hayır, şimdi de bu durumu irdeleyelim.
Hep söyler dururum, uluslararası ilişkiler arenasında ya da bu disiplinin aktörleri olan “Ulus-Devlet”sistematiğinde durup dururken, irtibat kesilmez ve bağlantı koparılamaz. Neredeyse bu, uluslararası ilişkiler sistematiğinin vaz geçilmez genel ilkesi durumundadır. Yani anlayacağımız, insanlar küsebilir ama devletlerin iletişiminde devamlı kapılar açık bulundurulmak zorunluluğu vardır, en azından devletin korumakla yükümlü olduğu halkı için. Komşu ülkeler her zaman birinci önceliğe sahiptir. Bunun da ötesinde “Suriye” ve Osmanlı bakiyesi halkı, bizim için son derece önemli bir ülke konumundadır. Ama bu böyle olmakla birlikte ‘Suriye’ her zaman bizim için, hemen yanı başımızdaki uzak ülke olmuştur. Mesela, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 25 Nisan 2019 tarihi itibarıyla Türkiye’deki biyometrik verileriyle kayıtlanan 3,6 Milyon Suriyeli olmasına karşın. Oysa resmi olmayan veriler bunun en az iki katını göstermektedir. Ama gelin görün ki, bölge haberleri için Türkiye’de şimdi bile “Reuter, Associated Press, Sputnik”gibi yabancı haber ajanslarıyla dünya çapında yayın yapan medya erbabının fikir ve haberlerine itibar edilmektedir. Örneğin, bugünlerde hem Obama hem de Trump’ın 2018 yılının son günlerinde istifa eden “DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk”, Foreign Affairs için “Suriye’deki Acı Gerçekler”başlıklı makalesine göre pozisyon sergilenilmeye çalışılmaktadır. Unutmayalım, bu bir ABD dışişleri davranış ve jargonudur, bu şekilde ülkelere gözdağı verilmektedir.
McCurk makalesinde, “ABD askerleri Suriye’den çekilse bile, Türkiye’nin “SuriyePeKaKa”sına yönelik herhangi bir saldırı girişiminin ABD-Türkiye ilişkileri bağlamında ciddi sonuçlar doğuracağı Ankara’ya açık bir şekilde anlatılmalıdır”ifadeleri Ankara’da üst düzeyde karşılık bulmaktadır. Bu böyle olmakla birlikte Suriye halkına yönelik ABD’nin yaptırımlarının sonuçları ise sanki görmezden gelinmektedir. Bütün bunları şunun için ifade etmeye çalışıyorum, örneğin Suriye rejiminin kontrolündeki özellikle Şam ve Lazkiye gibi büyükşehirlerde ABD’nin uyguladığı petrol ve gaz ambargosundan dolayı akaryakıt sıkıntısı her geçen gün büyüyerek petrol krizi her yeri sarmaya ve sarsmaya başlamıştır. Öyle ki, Suriye rejiminin kontrolündeki şehir ve bölgelerdeki halk, petrol bulabilmek amacıyla uzun tüp ve akaryakıt kuyrukları oluşturmuş, canından bezer bir hale gelmiştir. Kuşkusuz şiddetin, kuşatmanın, bataklığın içinde yüzen Suriye’de iç savaş IX. yılına girerken petrol, kısaca enerji hayatın idamesi için her şey demektir. Ama hadi git de bunu benzin istasyonunda almaya kalk, yani akaryakıtı kim kaybetti ki sen bulasın ya da bul bulabilirsen. Milyonlarca yıl yerin derinliklerinde kaya ve toprak altında kalmış, ısı ve basınç altında fosilleşmiş bitki ve hayvanlardan oluşan fosil yakıt, sağlıklı yaşam için de “olmazsa olmaz”. Mesela çöp arabalarına yakıt bulamazsan, çöpler sokaklardan toplanamaz. Zaten iç savaş öncesinde de ağır aksak yürüyen yerel yönetim hizmetleri savaş nedeniyle tamamen “kadük”olmuş durumdadır. Hemen her alanda öylesine bir taş devrine dönüş yaşanmaktadır ki,halkın bizzat kendisi akaryakıtsızlığa karşı at arabaları ile çözüm üretmeye çalışmaktadırlar. Tabii ki bu arada söyleyelim, benzin istasyonlarının önündeki halk kilometrelerce uzun kuyruklar oluştururken, araçlarının başında Esad rejimine büyük öfkeler kusmaktadır, bu da ABD’nin işine gelmektedir. Hatta ekmeğine yağ sürmektedir. Oysa Batı’nın bu yanlış tutumu doğrudan terörün ekmeğine yağ sürmektedir, ama onlar farkında değillerdir. Ama, aldanmayalım, unutmayalım, terör örgütleri olarak DAİŞ, “SuriyePeKaKa”sı, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin derdi değildir.
Suriye Halkı, benzin kuyruklarında 10 saat bekledikten sonra, o da başarırsa ancak 10 litre benzin alabilmekte, bu arada söyleyelim, şehir içlerindeki belli başlı istasyonlardaki stoklar da tükenmiştir. Suriye’nin kuzeyine çıkıldığında ise akaryakıt istasyonları büyük ölçüde kapalı olduğundan, arada bir tek tük geçen araçlar dışında genelde hemen bütün yollarda bir ölüm sessizliği sürmektedir.
Oysa anımsarsınız, Arap Baharı-kimsenin ‘Arap Baharı’diyecek hali kalmadı, ya.-“Arap Kışı”na takaddüm devrede Suriye petrol bakımından kendi kendine yeterli duruma gelmişti. Yani Suriye’nin ham petrol üretimi 2011 yılında günlük 385 bin varil ulaşmış, rafinerilerinde petrolü işleyerek halkın kullanımına sokmaktaydı. Evet, sevgili okurlar, ham petrolün üçte ikilik kısmını Humus ve Banyas’taki rafinerilerinde işleyen Suriye kendi kendine yeterli bir ülke olarak iç piyasanın petrol gereksinimini kesintisiz bir şekilde sağlamaktaydı. Kalanı da satılarak bütçeye önemli bir gelir girdisi sağlanıyordu. Az buz bir rakam değil, Türkiye Cumhuriyeti de o zamanlar petrol ihtiyaçlarını çeşitlendirmek adına Suriye’den petrol alıyor ve TPAO’da Suriye de petrol arama faaliyetlerine katılıyordu. Toparlayacak olursak, 2011’den önce Suriye’nin petrol gelirleri devlet bütçesinin yüzde 25’ini oluşturmaktaydı. Evet, sevgili okurlar şimdi bakar mısınız, nereden nereye… 2012’den itibaren Arap Kışı ile birlikte petrol sahaları bir bir kontrolden çıkmış, bombalanan tesisler de ciddi bir biçimde zarar görmüştü. Unutmayalım, “DAİŞ” Suriye’nin petrol ve su alanlarını ele geçirmeyi hedefleyen ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM)’un bir stüdyo projesi idi. Ancak bölgeye hâkim olan DAİŞ “Frenkeştayn”laşınca AB(D) zorunlu olarak ‘Suriye PeKaKa’sını devreye sokmak zorunda kalmıştır. Bunun üzerine, ‘Suriye PeKaKa’sının, 2017 yılında Suriye’nin Irak sınırına yakın “Deyr ez Zor” bölgesinde bulunan ve 2011 öncesi 30.000 varil petrol üretilen Suriye’nin en büyük petrol sahası “El Ömer”’i ve daha sonra DAİŞ’in bölgeden tasfiye olmasından sonra “Cafra”petrol sahasını ele geçirmesi dengeleri AB(D) desteğindeki “Suriye PeKaKası” lehine çevirmiştir. ‘Suriye PeKaKa’sının kontrolündeki sahalarındaki günümüzde üretimin her ne kadar 20-30 bin varil arasında olduğu dillendirilmesine karşın, bunun daha da fazla olabileceği düşünülmektedir. Bugün hükümetin kontrolündeki bölgelerde üretimin seviyesi ancak 24 bin varil civarında olup, Şam hükümetinin hesaplarına göre şu anda petrol üretimiyle tüketimi arasındaki fark “günlük 90-100 bin varil” olduğu kıymetlendirilmektedir. Neredeyse bizim İran’dan aldığımız petrole eşit bir miktar. Peki, açık nasıl tamamlanacak, kuşkusuz İran’dan. Buraya kadar, güzel de, ABD’nin İran yaptırımları Suriye’deki yaşamı ve sokakta yaşam savaşı veren halkı artık dayanılamayacak şekilde etkilemiştir. N’olmuştur? Suriye’ye giden İran gemileri birden bire Süveyş Kanalı’ndan geçemez olduklarını da anımsamakta yarar var, sanırım. Suriye Başbakanı İmad Hamis Nisan 2019 başında, Mısır’ın Süveyş’ten İran gemilerine izin vermediğini ve altı aydır tanker gelmediğini açıklamak zorunda kalmıştır.
Şimdi gelelim, Suriye rejiminin kendi halkı üzerine acımasızca icra etmiş varil bombası ve tırnak içerisindeki kimyasal saldırılarının ABD seçmeni üzerindeki insancıl yansımalarına. Şunu peşinen ifade edelim, kimyasal saldırı dünya kamuoyunda ve özellikle de ABD seçmeni üzerinde Suriye rejimine karşı bir öfke ürettiğinden bu psiko-sosyal araç üzerine biraz da fazlasıyla gidilmektedir. AB(D) ve güdümündeki Yahudi medya grupları Suriye rejimi kimyasal silah kullanıyor vaveylasını koparmaları, Saddam’ın ispatlanamayan ve daha sonradan ‘asparagas’ olduğu anlaşılan nükleer silah kullanılması savıyla neredeyse bire bir örtüşmektedir. Bu, gerek ABD gerekse dünya kamuoyuna karşı adı konulmamış bir beyaz propaganda etkinliğidir.
Bana kalırsa en az kimyasal silah kadar tehlikeli, Suriye rejiminin “Varil Bombaları Saldırıları”dır. Sanki varil bombaları çok masumane bir saldırı şekliymiş gibi, halk bu saldırı biçimini nedense daha insancıl bulmaktadır. Oysa bu yöntem son derece kötü, insanlık dışı bir bakış açısıdır. “Varil Bombaları Saldırıları”,Suriye Hava Kuvvetleri tarafından sivil halkın üzerine varil, gaz tenekesi ve zeytinyağı tenekelerine doldurulan el yapımı bombaların uçak ve helikopterlerden atılması yöntemidir. Peki, şimdi sorarım size, bu yöntem sanki kimyasal silah atılmasından daha az mı masumdur, ya da masumenedir? Tabii ki değildir. Ve bu durumu yakında izleyen BMGK, 2013 yılında 2139 sayılı kararla Suriye’nin varil bombalı saldırılarını yasaklamıştır. Yasaklamış da n’olmuştur? Suriye “Varil Bombaları Saldırıları”na devam etmiştir. BM İnsan Hakları İzleme(HRW)komitesinin 2015 tarihli bir raporunda 2013 yılından yani karar alınmasından 22 Şubat 2015 tarihine kadar geçen iki yıllık süre içinde 450 varil bombası saldırısı yapılmış, bu saldırılarda 6 bin 163 insanın yaşamını yitirmiştir. Aynı dönem içinde yaşanan can kayıplarından 1892’sinin çocuk, 1720’sinin ise kadın olduğu saldırıların vahametini daha da arttırmıştır.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu arada söyleyelim, sokaktaki ABD vatandaşı, Beşşar Esad Rejiminin şiddeti bir araç olarak kullanarak kendi halkını iç savaş bataklığına sürüklemesini içine sindirmesi mümkün değildir. Veriler bakımından Suriye İnsan Hakları Gözlemevi ile uluslararası sivil toplum örgütlerinin üzerinde mutabakat kaldığı kadarıyla Esad rejimi 2011’den bu yana sekiz yıl süren iç savaşta en az 13 bin 983 kişiyi işkenceyle, kuşatmada tuttuğu en az 921 sivili gıda ve ilaçsız bırakarak öldürmüştür. En çok da Türkiye’nin etkilendiği şekilde, en az 6,1 milyon Suriyeli ülke içinde evlerinden olmuş, 5,6 milyon kişi de ülke dışına kaçmıştır.
Zaten Esad rejiminin insafına terk edilmiş olan halka, bir de AB(D) tarafından reva görülen ilaç dâhil insanların yaşaması için mübrem ihtiyaçlar kısaca ekonomik ambargo, korkulur ki yine dünyanın çeşitli bölgelerinde terör üretmeye başlayabilecektir. Bu nedenle öncelikle şunu söyleyelim, ABD ve AB’nin zaten Suriye’ye bir petrol ambargosu bulunmaktaydı. ABD’nin bir stüdyo projesi olan, daha sonradan ABD’nin güdümünden çıkarak bölgede kendi başına hareket etmek isteyen “DAİŞ”, tasfiyesi ile onun yerini alan “Suriye PekaKası” Suriye’nin petrol varlığı üzerine yönelmiş ve büyük ölçüde kontrol altına almıştır. Ancak, İran ve Rusya’nın desteğiyle Suriye rejimi yeniden toparlanmaya başlayınca AB(D) ve Trump tarafından Riyad’da oluşturulan “Kur’an’a”değil “Küreye El Basanlar” deyim yerinde ise sözde değil, çakma Arap NATO’su bloku Suriye’deki petrol sahalarının güçlendirilmesi stratejisine yönelmiştir. RF desteğindeki Suriye Rejim Ordusu ve milis güçlerin desteği ile ‘Deyr el Zor’da petrol sahalarını kontrol altına almak için 7 Şubat 2018 tarihinde yaptığı saldırı AB(D) ve ‘Suriye PeKaKası’ tarafından püskürtülmüştür. Anımsamak da yarar var Rejim Ordusu bu saldırıda 300 de kayıp vermiştir.
Suriye’ye petrol ihracatı yaptığı iddiasıyla Rusyalı ve İranlı şirketlere yaptırım kararını da içeren ‘2019 Caesar Suriye Sivil Koruma Yasası’adı verilen tasarı, daha önceki iki dönemde de Temsilciler Meclisinden geçmiş, ABD’de hükümetin kapalı olması gerekçesiyle Senato’da oylanamamıştı. Ama bu sefer, 23 Ocak 2019 tarihinde ABD Temsilciler Meclisinde, Suriye’deki Beşar Esad rejimine ve rejimle iş yapanlara yönelik sert yaptırımlar içeren yasa tasarısı oy birliğiyle kabul edilmiştir. Oy birliği gerçekten önemlidir, bu konuda Temsilciler Meclisinde tam bir ulusal mutabakat sağlanmış olduğu görülmektedir. Ulusal mutabakatı sağlayan ve tasarının adının Suriye’de Esad rejimi tarafından işlenen savaş suçları ve işkenceyi belgeleyen fotoğrafları sızdıran “Caesar” kod adlı bir askeri polisten gelmektedir.
Suriye’de Esad rejimine bağlı askeri birlikler tarafından işkenceyle ve aç bırakılarak öldürülen rejim muhaliflerinin fotoğrafını çekmekle görevli kod adı “Caesar” olan askeri polis, 11 bin kurbana ait 55 bin fotoğrafla bu ülkeden kaçmış, ‘Anadolu Ajansı’ da bu fotoğrafları kamuoyuna duyurmuştur. Fotoğraflar, yayımlanmasının ardından uluslararası kamuoyunda infiale neden olmuş, ABD, AB ve BM’de Suriye’de yaşanan insanlık dışı işkence suçlarıyla ilgili soruşturma ve sorumluların cezalandırılması talebi gündeme gelmiştir.
Tasarı, Donald Trump yönetiminin Suriye hükümeti, güvenlik teşkilatları ya da Suriye Merkez Bankası ile iş yapan herkese yaptırım uygulanmasını öngörmektedir. Ayrıca yasa tasarısındaki yaptırımlar, Suriye yönetimi ile bağlantılı inşaat projeleri ya da Suriye’de hükümetin kontrolündeki havayolu ya da enerji endüstrisi ile iş birliği yapanları da kapsamaktadır.Yasa kapsamında Trump yönetimi kuracağı bir izleme komitesiyle olayları izleyecek, her durum için ayrı bir yaptırım uygulayabilecek, barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilmesi ya da sivillere yönelik saldırıların kesilmesi durumunda ise yaptırımlar da askıya alınabilecektir.
Bilinen bir gerçektir ki, günümüzde ticaret savaşları da denilen ekonomik savaş, gerek cephe savaşları gerekse asimetrik savaştan daha fazla yakıcı-yıkıcı etkisi olduğu görülmektedir. İran’ı, petrol satışını sıfırlayıp, ekonomik çöküşe sürükleme stratejisiyle bağlantılı olarak, ‘2019 Caesar Suriye Sivil Koruma Yasası’yla Suriye’deki Beşar Esad rejiminin kıskaca alınması hedeflenmiştir. İran ve Rusya’nın desteğiyle Suriye yeniden toparlanmaya başlayınca ABD tarafından yeni bir çevreleme politikasına yönelinmiştir. Bu stratejinin Suriye’ye yönelik yaptırım kısmı ise Suriye’nin yeniden inşasını olanaksızlaştırılması yanında ekonomik çöküşü daha da hızlandırılmasını içermektedir.
‘2019 Caesar Suriye Sivil Koruma Yasası’ ile sadece Suriye hükümeti ve onun güvenlik teşkilatları ve merkez bankası hedef olarak alınmamış, ayrıca onlarla iş yapan tüm paydaşlar da yaptırımlar kapsamına alınmıştır. Örneğin, ABD Hazine Bakanlığı, 25 Mart 2019 tarihinde yayınlamış olduğu bir bildiriyle, Suriye’ye petrol taşıyan gemiler, bu gemilerin sahipleri, işletmecileri ve yöneticileri, gemileri sigortalayan şirketler, bu transferde lojistik şirketler ve para transferine aracılık eden finansal kuruluşların Amerikan yaptırımlarıyla yüzleşeceği dünya kamuoyuna duyurmuştur. Bununla da yetinmeyen ABD Hazine Bakanlığı, 2016’dan beri Suriye’ye petrol taşıyan onlarca geminin listesini yayımlayarak, ‘biz her bir şeyin farkındayız’uyarısında bulunmuştur.
Sonuç olarak her ne pahasına olursa olsun İsrail’in yararı için hiçbir şeyden kaçınmayan ABD bir oldubitti ile Golan’daki su kaynaklarını İsrail’le kavuşturmuş, yine her ne pahasına olursa olsun “Suriye PeKaKası” ile birlikte Kuzey Suriye bölgesindeki petrol ve su kaynaklarını İsrail’e kazandırma hesaplarının içinde olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Unutmayalım, ABD’nin Suriye’de bulunduracağı askeri birlik sayısı ne olursa olsun, Brett McGurk’un ifadesiyle, “Kuzeydoğu Suriye’deki ABD’nin konumu, istihbarat ve lojistik alanındaki benzersiz yeteneklere sahip ABD askerî birlikleri, Trump’ın Suriye’deki Amerikan ayak izini daha bir sağlamlaştırmakta ve perçinlemektedir. Anlayacağımız, ABD İsrail’in Suriye’deki çıkarlarını korumak amacıyla önümüzdeki aylarda askeri varlığını azaltması pek de beklenen ihtimal dâhilinde değildir. Ben de sizlere “bulanık suda balık avlamayalım” derim sevgili okurlar.