Lütfen, sözümü mazur görün, makale başlığında ABD’yi bu kadar yalın bir biçimde ifade etmek istememiştim. Aslında ABD’yi önüne bir sıfat koymadan nitelemeye, inanın dilim varmıyor. O zaman isterseniz, sorumu şu şekilde şöyle sorayım. “Acaba, Büyükkarıştıran ABD’siz bir NATO kurmak olası mıdır?” Nefes almaksızın, duraksamadan bu soruya hemen cevap verelim. Evet, bence büyük olasılıkla mümkündür. Bu konuda çarpıcı gerekçeler bulmaya da gerek yok, malum ABD tarafından güdülenen soğuk savaş galibi diye şişirilen NATO adeta bir işlevsizlik abidesi haline gelmiş ve getirilmiştir. O kadar ki işlevsizlik bir yana öte yandan dünya üzerinde ABD’nin önünü açan bir enstrüman olarak da devamlı kullanılmıştır. Şimdi, hemen aklınıza ABD Başkanı Trump’a karşı güya Avrupa’nın sesi olduğunu söyleyerek üst perdeden konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Macron da gelmesin. Hep birlikte anımsayalım, ne demişti, Macron? “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir”. Doğru mu bana göre yüzde yüz doğru. Fransa bu konu da boş çıkış da yapmaz. Her zaman yapılageldiği gibi, Fransa Avrupa’nın karşı koyma refleksinin öncülüğünü de üstlenmiştir. Önceden parsayı toplamak için. Hem de gürültülü ve yeri göğü inletecek biçimde. Aslında bu eli kanlı bıçaklı Afrika sömürgecisi Fransa lideri Macron’un bir öngörüsü değil, ayan beyan belli olan, görünenin ortaya konulmasından başka bir şey değildir. Bir kere şunu peşinen kabul edelim, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan üstenci, “1815 Monreo Doktrini”sonrası Amerika kıtasını eski dünya adasının kolonyalizmine kapatan, dayatmacı ABD’nin güdümündeki “NATO”gerçekten de biyolojik ömrünü tamamlamış olduğu hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Kuşkusuz, görünen köy kılavuz istemez. Öyle kapalı kapılar ardında bu konuyu dillendirmeye de gerek yok. Herkes tarafından kabul gören bu durum zaman zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da benzer şekilde dile getirilmiş ver getirilmektedir. Şimdi bütün bunları toparlayarak hemen ifade edelim, Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa’nın savunma ve güvenlik mimarisinin yeniden çatılmasında Türkiye’nin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin Avrupa güvenlik ve savunma mimarisindeki rolü ve önemini çeşitli vesilelerle net bir biçimde ortaya koymuş ve koymaktadır. Bu durum en son Yeni Delhi’de yapılan G 20 zirvesinde Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu tarafından da BM’den başlamak üzere yapısal reformlara gereksinim olduğu ortaya konulmuştur. Türkiye dış politikada aktifliğini sürdürmektedir.
Ancak şu sıralar üzülerek ifade edelim ki, ülkemizin güney doğu bölgesini sarsan Kahramanmaraş merkezli ikiz depremler ile Hatay merkezli Defne ve Samandağ ilçelerindeki yer sarsıntıları nedeniyle asrın “Büyük Felâket”ini yaşadığı için Türkiye sanki bu işlerden biraz uzaklaşmış olarak alçak bir profil çizmek zorunda kaldığı algılanmaktadır. Yanlıştır. Türkiye istim üzerinde işlevselliğine dimdik bir şekilde devam etmektedir. Ancak depremin getirdiği zorlu koşulların aşılması içe dönüşe daha fazla eğilinmesi gerekli kılınca Türkiye’nin uzun zamandır üstlendiği ve bayraktarlığını yaptığı bu konular doğuda dost ve kardeş Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ve batıda Macaristan Başbakanı Viktor Orban tarafından seslendirilmektedir. Daha doğru bir deyimle BM’de veto kartını elinde tutan yayılmacı ve geçmişin sömürgeci düzeninin bugünkü temsilcilerine karşı dünya kamuoyunun sözcülüğünü zorunlu olarak üstlenmişlerdir. Deyim yerinde ise herkes tarafından kabul görmektedir ki, bu durum bir meydan okuma değil, olması gereken ayanın beyanıdır. Örneğin 2 Mart 2023 tarihinde Bakü’de gerçekleşen “Bağlantısızlar Hareketi Kovid 19 Temas Grubu Zirvesi”nde konuşan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev dünyada neo-kolonyalizm eğilimin arttığını söyleyerek “Fransa’nın Avrupa dışında kontrol ettiği topraklar, Fransız sömürge imparatorluğunun korkunç kalıntılarıdır.” (1) betimlemesi doğrudan Fransa’nın üstlendiği ve üstlenmeye çalıştığı konum ile ilgilidir. Bakü’de Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’nin açılış konuşmasında Fransa’ya sert bir biçimde tepkide bulunan Aliyev, “Fransa’yı Afrika, Güneydoğu Asya ve diğer bölgelerde kanlı sömürge suçları ve soykırım eylemleri için özür dilemeye ve sorumluluğunu kabul etmeye çağırıyoruz.” ifadelerini kullanmaktan da kendini alamamıştır. (2) Doğaldır ki, 21. yüzyıla girmiş olduğumuz zamanımızda dekolonizasyon sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkan “Bağlantısızlar Hareketi”, insanlığın gerçekten rezil olan bu sayfasını tamamen ortadan kaldırılması için çabalarını birleştirmesi gerekli görülmektedir. Bu durumun belirgin bir göstergesi olarak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da 1 Mart 2023 tarihinde Afrika turunun ilk ayağı olan Gabon’un başkenti Libreville’de Fransa’nın “Afrika’ya müdahale projesi olan Fransafrik (FranceAfrique)”’in bittiğini açıklamıştır. İlham Aliyev de bu noktadan hareketle, “BMGK’nin daimî üye sayısı daha fazla ülkeyi kapsayacak şekilde genişletilmeli ve coğrafi olarak daha adil olmalıdır.” tespitini yapmıştır. Aynı şekilde Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu da bu yapısal reforma G 20 zirvesinde değinmiştir. Aliyev bu saptamasını “Bağlantısızlar Hareketine bir daimî koltuk verilmeli ve dönem başkanlığını elinde bulunduran ülke bu koltuğa sahip olmalıdır” kalıcı bir öneriyle olması gereken bu eğilimi taçlandırmıştır.
Turpun büyüğü heybede misali, -aslında olması gereken- İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınması sürecinde Türkiye’nin yanında yer alan Macaristan Başbakanı Viktor Orban tarafından ortaya konulan NATO ile ilgili teklif, adeta geçmişin bir rezümesini sunmaktadır. Orban’ın teklifi:
“NATO’ya alternatif olarak Avrupa’da ABD’nin yer almadığı bir NATO kurulmasıdır.” (3)
Macaristan kökenli, ABD’li Yahudi finans spekülatörü George Soros’la daimî bir gerilim içerisinde bulunan Macar ulusal egemenliğinin savunucusu iddiası olan Orban AB ülkelerini NATO’ya bir seçenek olarak ABD’nin yer almadığı bir ittifak kurmaya davet etmesi günümüz Avrupa’sında önemli bir çıkıştır. Bu konuda en çok bizar olan ülkelerden birisi de hiç şüphesiz Türkiye’dir. Çok fazla geriye gitmeye gerek yok. ABD Dışişleri Bakanlığının 2021 Yılı Terörizm Ülke Raporu’nun Türkiye’nin güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan terör örgütleriyle mücadelesini her zaman olduğu gibi çarpıtmaya devam etmektedir. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç, raporda PeKaKa terör örgütünün uzantısı olan sözde SDG’nin ABD’nin DAİŞ ’le mücadelesinde ortağı olarak zikredilmesinin “bir terör örgütüyle mücadelede bir diğer terör örgütünün kullanılmasının yanlışlığının ABD makamlarında halen idrak edilemediğini” ortaya koyması bu anlayışın en tipik örneğini teşkil etmektedir. ABD şimdilerde NATO ’nun sadık bir üyesi olan Türkiye’yi bir tehdit olarak Yunanistan, GKRK ve Suriye PeKaKası ile çevreleme içerisine almıştır.
İsviçre ‘de yayınlanan Die Weltfoche dergisine demeç veren (3) Orban, Avrupa’da NATO’nun alternatifi kurmayı önermesi İkinci Dünya Savaşından başlamak üzere geçmişin Brüksel Antlaşması, Batı Avrupa Birliği (BAB), Avrupa Savunma Topluluğu (AST), Fouchet Planı gibi girişimler ile “Avrupa Ordusu” yapılanması çalışmalarının bir özetidir. Bir zaman ülkemizde de İslam NATO’su biçiminde dillendirilen Avrupa NATO’sunun bir çözüm olacağı inancını dile getiren Orban, bu öneriyi 2012 yılında da yaptığını anımsatmıştır. Orban sadece bununla da yetinmeyerek Avrupa ülkelerinin kendilerinin bizzat korumaya hazır olmaları gerektiğinin de altını çizmiştir. Öte yandan aynı Orban, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı da almıştır. Hem de son Filistin’deki kanlı çatışmaları İsrail yanlısı bir tutumla teyit edercesine. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dediğinizi duyar gibi oluyorum. Times of İsrail’in haberine göre, Macaristan’ın büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı, Başbakan Viktor Orban’ın İsrail’li mevkidaşı Binyamin Netenyahu’ya bir iyi niyet gösterisi olarak yorumlanmıştır. Habere göre taraflar geçtiğimiz günlerde Macaristan büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması konusunda anlaşmıştır. Kudüs’te bir ay sonra açılışı beklenen Macaristan Büyükelçiliği Avrupa’nın taşınan ilk büyükelçiliği unvanını da almış olacaktır. Oysa ki Avrupa Birliği üye ülkeleri İsrail ile Filistin arasında bir barış anlaşması olmadan büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımayı reddetmektedirler. (4) Bu karar mantıklı ve doğru bir karar mıdır? Tek sözcük ile evet. Öte yandan Avrupa Birliği’nin çeşitli yetkilileri, daha önceden Orban’ın otoriter eğilimlerinin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a benzediğini iddia etmişlerdi. Şüphesiz, Türkiye’nin NATO politikası bağlamındaki açılımları yanında yer alan bir Macaristan’ın bu politikası ancak kompartıman diplomasisi kavramıyla açıklanabilir. Amaca ulaşmada bir araç olan uluslararası ilişkiler treni değişik kompartımanlardan oluşmaktadır. Bir ülke ile hemen her konuda iyi ilişkiler içerisinde bulunmak mümkün görülmemektedir. Devletlerarası ilişkilerde esas olan evrimsel trenin hedefe götürülmesidir. Doğuya giden bir gemide batıya koşmakla bu durum açıklanamaz. İhtilaflar ve ihtilafların çözümleri ayrı ayrı bölümlendirilmiştir, kompartımanlaştırılmıştır. Dost bir ülke ile olumlu ilişkiler içerisinde olunabildiği gibi, anlaşmazlıklar içerisinde olunulabilir. Bu bir şekilde Antik Yunan’da, Roma’da, Antik Mısır ve Hititler arasında olan diplomasi ya da halk tarafından betimlendiği üzere yalan, hile, kurnazlık üzerinde Ad-hoc’la yönetilmiş diplomasi (5) değildir. Zaten diplomasi ya da diplomatik faaliyetlerin özeti olmayanı oldurma sanatı değil midir?
Bilindiği üzere Sovyet yayılmacılığına karşı İkinci Dünya Savaşından ağır zayiatla çıkan yıkılmış bir Avrupa’nın savunma ve güvenliği doğrudan ABD’ye havale edilmiş olduğu algısı hâkim bir görüş olarak belleklerde yer etmiştir. Oysa ki, Avrupa’nın en zayıf olduğu dönemde bile Avrupa’da kolektif savunma ve güvenlik konusundaki girişimler İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme dayanmaktadır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve komünizm tehlikesiyle karşı karşıya kalan Batı Avrupa ülkelerinin Brüksel Antlaşması, Batı Avrupa Birliği (BAB), Avrupa Savunma Topluluğu (AST) ve Fouchet Planı gibi girişimleri bu yönde atılan adımların temelini teşkil etmiştir. İki kutuplu dünya düzeninin egemen olduğu Soğuk Savaş döneminde atılan, fakat kıta Avrupa’sında savunma alanında NATO’ya ve özellikle ABD’ye bağımlılığı değiştiremeyen bu adımları emekleme çabaları olarak değerlendirilebilir ama atılan adımlar önemli adımlardır. Ancak bu konuda ABD’nin karşı duruşu ve itirazları özerk bir yapılanmaya gidilmesini güçleştirmiştir. Ancak, özellikle Kosova Krizi sırasında AB üyeleri arasında yaşanan gerilimler her iki tarafın tutumunda önemli değişiklikler yaratarak, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)’nın gelişiminde bir dönüm noktası olarak nitelenen 1998 tarihli St.Malo Zirvesi’ne giden yolu açmıştır. St. Malo Zirvesi’nde alınan kararla hayata geçirilen ve takip eden AB Zirvelerinde biçimlenen bu yeni yapılanma başlarda NATO’nun varlığına tehdit oluşturmamış, aksine iki örgüt arasında tamamlayıcı bir bağ kurulmasına özen gösterilmiştir. Bu çerçevede, 16 Aralık 2002 tarihinde kurumlar arasında düzenlenen ilk ortak toplantıda benimsenen “AGSP üzerine AB-NATO Deklarasyonu” (6) ilk ilkesel duruş zeminini oluşturmuştur. Her ne kadar kuruluş amaçları birbirinden farklı iki örgüt arasında tesis edilen bağ genel itibarıyla kâğıt üzerinde kalmış ve iki örgüt arasında uygulamada etkili bir işbirliği mümkün olamamıştır. NATO’nun kuruluşunun ardından Batı Almanya’nın silahtan arındırılmış statüsü ile NATO’nun ve genel olarak Batı Avrupa güvenlik mimarisinin dışında kalması Avrupa ülkeleri arasında tartışılan en önemli sorununu oluşturmuştur. Batı Avrupa güvenlik mimarisinin temel taşlarını oluşturan NATO, AT ve BAB’ın kuruluşlarının ardından Soğuk Savaşın bitişine kadar geçen döneme Avrupa ülkeleri arasında belirmeye başlayan Avrupacı ve Atlantikçi ayrım her daim damgasını vurmuştur. Fransa’nın önderliğindeki Avrupacı akım Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlamasını ve bu çerçevede ABD ve NATO ile mesafeli ilişkiler yürütmesini desteklerken, İngiltere’nin öncülüğünü yaptığı Atlantikçi akım ABD ve NATO ile ilişkilerde yakın işbirliğine önem atfetmiştir. AGSP’nin hayata geçirilmesinden itibaren bu ikilem sonucu yaşanan kaygılar giderilemediğinden, AB üyesi olmayan Türkiye’nin elindeki en önemli koz Kuzey Atlantik Konseyi’ndeki oy hakkına dayanarak AB’nin NATO imkân ve kabiliyetlerine otomatik erişimini veto etme imkanı olmuştur. NATO-AB ilişkilerinin önündeki esas engel her ne kadar Türkiye ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nden kaynaklanan çifte veto sorunu gibi gösterilmeye çalışılsa da aslında ayrışmadan doğan sorunların varlığı halen devam etmektedir. Yapılması gereken şimdilik kaydıyla geçiş döneminde NATO’ya alternatif olarak Avrupa’da ABD’nin yer almadığı bir NATO’nun kurulmasıdır. Burada olması gereken deyim yerindeyse Avrupa NATO’sunun aktif hale getirilmesidir. Tüm ülkelerin savunma ve güvenlik mimarilerinde esas olan millilikse Avrupa’nın savunma ve güvenliği de ABD’nin yer almadığı bir ittifak içinde ancak mümkün olabilir. Daha doğru bir deyişle yönünü büyük ölçüde Pasifik’e çeviren Çin lideri Mao’nun deyimiyle “Kâğıttan Kaplan ABD”nin güvenlik ve savunma anlamında Avrupa’yı kendi kuvvetleriyle desteklemekten çok Avrupa Birliği devletlerini ABD savaş sanayii ürünlerine bağımlı hale getirmeyi büyük bir amaç olarak belirlemiş, bu konuda oluşabilecek konsorsiyumlara bile izin vermeyecek bir tutum izlemiş ve izlemektedir, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) Milat Gazetesi Dünya, “Fransa Sömürge Krallığı Kurdu”, 03 Mart 2023, s.6
(2) Milat Gazetesi Politika, “Aliyev: Fransa soykırım eylemleri için özür dilemeli”, 04 Mart 2023; ca
(3) Yeni Birlik Gazetesi Dünya, “Avrupada ABD’nin Olmadığı bir NATO Kuralım”, 03 Mart 2023, s.6
(4) Diriliş Postası Dünya Gündemi, “Macaristan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyor”, 04 Mart 2023, s. 11
(5) Elvin Abdurahmanlı, Egemen Bağış, Diplomasi Tanımı ve Uluslararası Konjonktürde Mevcut Olan Diplomasi Türleri, Anadolu Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3 Sayı 1, 2021, s. 143
(6) Sinem Akgül Açıkmeşe ve Cihan Dizdaroğlu, NATO-AB İlişkilerinde İşbirliği ve Çatışma Dinamikleri, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Ankara, Cilt 10, Sayı 40 (Kış 2014), ss. 132-133