Bilirsiniz, Çanakkale Savaşında Nusret mayın gemisinin döşemiş olduğu mayınlara çarpan ve Türk Boğazını bir türlü geçemeyen “Güneş Batmayan Ülke” konumundaki ‘Büyük Britanya’nın Denizcilik Bakanı Winston Churchill’i. İlginçtir, bu göreve “Hindistan ve Koloniler Bakanlığı”ndan gelmiştir. Aynı zamanda büyük bir filozof olan Churchill yaşamı boyunca söylediği unutulmaz ve özel sözleri birçok kişinin hayatına ışık tuttuğu bilinmektedir. Ancak nedense bu karakteristik özelliği pek sık gündeme gelmemekle birlikte ara sıra anımsanır. İki kez ‘Büyük Britanya’nın başbakanı olarak seçilen Winston Churchill, II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının yenilmesinde en büyük rolü oynamıştır. Hayatı boyunca aldığı kararlar ve söylemleriyle en çok konuşulan liderler arasında yer alan Churchill adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın da ünlü Başbakanı olan Churchill birçok kişi için örnek bir lider olduğu kadar, ilham verici bir devlet adamı da olmuştur. Şu sözün güzelliğine bakar mısınız, ‘AZAMETİN BEDELİ SORUMLULUKTUR.’ diye. Günümüzdeki ABD’nin durumu ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Daha o yıllarda ABD’nin Soğuk Savaş sonrası mega güç konumuna yükselmesinin ana parametrelerini “azamet ve sorumluluk alma yetisi” ni ortaya koymuştur. Gerçekten de büyük olmak, yeni dünya düzeninin odak noktasını teşkil etmek büyük sorumluk almayı gerektirir. ABD, Yeni Dünya Düzenini ya da ABD ulusal savunma belgesi mertebesindeki bir ABD dolarının üzerindeki “Bitmemişin Tamamlanması” (Annuit Coetis)’na soyunmuştur ama sorumluluk alma yetisinden maalesef sınıfta kalmıştır. Bir ABD dolarının üzerinde yazan “Bitmemişin Tamamlanması” anlamında bir “Annuit Coetis”, Büyük Amerikan Ulusal Mühür’ünün simgelerinden biridir. Öte yandan “Tanrı Başlangıcı Destekler” anlamına da geldiğinden aynı zamanda uhrevidir. O nedenle ABD Dolarının üzerinde ayrıca “İnancımız Tanrıyadır” (In God We Trust) yazmaktadır. “Dünyevilik ve Uhrevilik” ABD vatandaşının karakteristik bir özelliğidir. Oysa Pax Romana’dan sonra Osmanlı Barışı (Pax Ottomana) “Yeni Dünya Düzeni”, “Nizam-ı Alem”’i kuran Osmanlı Devleti bu veciz ifadeyi anlamlı bir biçimde bir devlet geleneği haline getirmişlerdir. Osmanlı Padişahları Babüssaade’den namaz kılacakları Ayasofya ya da Sultanahmet Camii’ne kadar özellikle Kadir geceleri çeşitli kandiller fanuslar ve meşalelerle aydınlatılan yolun iki tarafında sıralanmış saray ağaları Padişah geçerken hep bir ağızdan “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” diye tempo tutmaları bu görüşün özdeyiş mertebesindeki veciz bir ifadesidir. (1) Allahtan korkmak, büyük bir alçak gönüllülükle, kibirden uzak, tevazu dahilinde büyüklük içerisinde insanlık aleminin sorumluluğunu taşımanın gerekliliğin ifadesi bir başyapıttır. Namazdan sonra padişah aynı alayla “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” teraneleriyle saraya dönermiş. Bu bir anlamda dünyevi dünyadan, uhrevi dünyaya her gidiş ve gelişte özellikle yükselme devrindeki Osmanlı Padişahların kararlarındaki isabetliliğe de etki ettiği değerlendirilmektedir.
Winston Churchill’in ABD için söylemiş olduğu veciz ifadelerinden birisi de Japonya’nın Pearl Harbor saldırısından sonra dillendirdiğidir. “ABD tüm seçenekleri yanlışlayıp tükettiğinde doğru olanı yapacağına güvenilebilir.” Diğer bir ifadeyle ABD yanlış yapa yapa doğruyu bulabileceğine inanılabilir. O da her zaman doğru yapacağı anlamına gelmez. İngiltere Başbakanı, Japonya’nın Pearl Harbor saldırısının eylemsizliği imkânsız hale getirmesinin ardından Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı’na gecikmeli olarak girmesini bu şekilde anlatmıştır. Bu örneği vermemin nedenlerinden biri günümüzdeki Biden yönetiminin Orta Doğu politikasındaki İsrail karşısındaki suskunluğu, neredeyse çaresizliğidir. Bu durum öyle bir hale gelmiştir ki, ABD’nin mega güç konumundaki caydırıcılık duruşunu da aşındırmış, şimdilerde neredeyse sıfırlamış durumda olduğu görülmektedir. Kurulduğu günden bu yana İsrail’in çok güçlü bir destekçisi olan ABD’nin Orta Doğu’daki NATO dışı ana müttefikinden biridir. İsrail’in ABD için stratejik bir müttefik olduğu kadar, ABD-İsrail ilişkilerinin Orta Doğu’daki ABD varlığını güçlendirdiği inkâr olunamaz bir hakikattir. Ancak bu durum şimdilerde, yanıtı merak edilen bir soru tümcesine dönüşmüştür. Nedir o soru? İsrail mi ABD ‘yi yönetiyor yoksa ABD mi İsrail’i? Doğru cevabın “a” seçeneği olma olasılığı HAMAS – İsrail Savaşında giderek artmış, cin şişeden çıktığı gibi bu konudaki gerçek de gün yüzüne çıkmıştır. Oysa bugüne kadar herkes İsrail’in bir Amerikan Kalekolu olduğunu sanıyordu, ama ABD’nin İsrail’e vermiş olduğu son tavizlerden sonra tam tersinin olduğu açık seçik görülmektedir. Öte yandan Suriye – Ürdün- Irak’daki ABD varlığına karşı saldırılarını arttırdığı İran’ın bile son zamanlarda sesinin yüksek perdeden çıkmaya başladığı görülmektedir. O kadar ki, 2 Şubat 2024 Cuma günü İslam Devrim Muhafızları Ordusu mensupları önünde yaptığı halka açık konuşmasında İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, İslam Cumhuriyeti’nin Orta Doğu’da hedefleri doğrultusunda ilerlemekte olduğunu ve Amerika’nın bunu durduracak konumda olmadığını açıkça ifade etmiştir. (2)
Resmî FARS haber ajansı tarafından yapılan yorumlarda Reisi;
“Düşman (ABD) bize karşı herhangi bir işlem yapamaz çünkü güçlerimizin güçlü ve yetenekli olduğunu biliyor.” demiştir. “Daha önce, onlar (ABD) tehditler ve askeri seçeneklerin masada olduğunu konuşuyorlardı. Ama şimdi böyle bir görüşme yok ve İslam Cumhuriyeti ile çatışmaya niyetlerinin olmadığını söylüyorlar. Bu zor bir süreçtir. Unutmamak gerekir ki, caydırıcılığı yaratan halkımızın ve silahlı kuvvetlerimizin gücüdür.”
Görüldüğü gibi, Reisi’nin mesajı son derece açıktır: “Tahran’a göre her zaman olduğu gibi İran İslam Cumhuriyeti kazanırken, Amerika bölgede etkinlik yaratmada geride kalmaktadır.” Başka bir deyişle, ABD’nin gücü İsrail’le bile değerlendirildiğinde İran’ın bölgesel politikalarını yumuşatmak için yeterli olmadığı açık seçik görülmektedir. Seçime sekiz ay kala ABD’nin daha da ileri gitmesi mümkün görülmemektedir. ABD Kongre üyelerinin fazlalaşmaya başlayan bir kısmı İran’ın ‘Ahund Yönetimi’ne bölgesel aktivizminin yüksek bir maliyete mal olduğu mesajını verebilmek için ABD ordusunun İran içindeki stratejik hedefleri vurmasını tavsiye etmeye başlamışlardır. Ancak bu durum Beyaz Saray’ın çaresizce kaçınmaya çalıştığı türden bir gerilimi de beraberinde getirmektedir. Başkan Biden’ın kendisi de dahil olmak üzere yönetim yetkilileri, İran’la savaş istemediklerini, İsrail’in onca baskısına karşın sıcak çatışmaları İran ana karası üzerine yayılmaması konusunda kararlı olduklarını göstermektedir. Çünkü şimdiye kadar yaratmış oldukları eylemlerinde kuşkusuz İsrail’in gaza getirmesiyle sayısız yanlış ve bir seri de hatalar yapmışlardır.
Bu arada unutmamak gerekir Pax-Romana Roma İmparatorluğu’ndan günümüze kalan miras vecize “Si vis pacem, para bellum” dur, yani “Barış istiyorsanız savaşa hazırlanın.” özdeyişidir. Malum, ABD-İsrail vahşet ve dehşet ortaklığının günümüzdeki yansıması ‘Siyonazizm’in Üç Kâğıt oyununa, sömürü dünyasına yem olmamak için, savaşa hazırlanmak gerekmektedir. İnanın bölge ülkeleri için bundan başka bir yol da bulunmamaktadır. Bu durumu es geçenlerin bölgede yaşam şansı kuşkuludur. Unutmamak gerekir ki, Siyonizm tek başına tarih boyunca hep hakkı üstün tutan İslam’ı hedef almıştır. Siyonizm’in amentüsü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Tevrat’ta da Kabbala’da İsrail üstün ırktır, Ben-i İsrail dünyanın efendisi, dünyanın geri kalanı ise onların kölesi olacaktır. Diğer ırklar maymun olarak yaratılmış, sonradan insana dönüşmüştür. Çünkü diğer insanlar, Ben-i İsrail’e hizmetkar olsun diye yaratılmışlardır. Nihaî hedef Siyonizm’in dünya egemenliğidir. İnsanlık bu amentüyü mutlaka değiştirmelidir, değiştirmek zorundadır,sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) M. B. Özkök, “Osmanlı Tarihinden 101 İlginç Olay”, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2016, s.224.
(2) Ilan Berman, “Joe Biden’ın Gerçek İran Sorunu”, The National Interest, 4 Şubat 2024