Türk modernleşmesi tezlerinden başlayarak Müslümanların kapitalizme adaptasyonu konusunda Weberci anlayış daha da sevimlileştirilerek ikna edici bir unsur olarak yerleştirilmeye çalışılıyor. Özellikle Anadolu’da yükselen muhafazakâr girişimciliğin kapitalizme uyumu konusunda açıklayıcı daha doğrusu motive edici bir tez olarak kalvinist İslam formülasyonuna başvurulması düşündürücüdür. Bunun nasıl yankı bulduğunu anlamak için Türkiye”nin uluslararası markası haline gelen Kayserli bir firmanın tepe ismi, muhafazakâr kimliği ile kalvinist İslam etiketini benimsemekte hiçbir beis görmediği gibi bunu başarının sırrı olarak takdim edecektir. Bir bakıma “abdestli kapitalizm” örneği…
*****
Akif EMRE[1]
Aslında yazıya Müslümanlığın olamasa da Müslümanların kapitalizmle imtihanı diye de başlayabilirdim. Ne var ki, kapitalizmle başı belada olan sadece Müslümanlar değil. Hıristiyanlar, Museviler, Budistler kapitalizmle baş etmeye ya da baş eğmekle karşı karşıya. Bu girişi yapmamın nedeni ise, geçen hafta bir Anadolu şehrinin Cuma namazı sonrası artık dükkanların kapanmadığı tarihi kapalı çarşısından geçip alışveriş merkezlerindeki tüketim alışkanlıklarına, cami adabından sokaktaki insan profilinin bende yaptığı çağrışımlar..
Doğrusu özellikle Hıristiyanlık kapitalizm karşısında teslim bayrağını çoktan çekti. Sorun Hıristiyanların modernlik, kapitalizm gibi dönüştürücü süreçlerle ilişkisi olmaktan ziyade bizzat Hıristiyanlığın ya da kilisenin uyumu meselesi olmaktan çıkalı yüzlerce yıl oldu neredeyse.
Bu çerçevede meseleyi Protestan etik ve kapitalizm ilişkisi olarak ele alan Max Weber”in tezlerini Müslüman toplumlara, İslama uygulamaya çalışılması, bu paradigmaya sıkıştırılması tesadüf değil. Protestanlığın (ahlakı) kapitalizmi doğurduğu tezi aslında kapitalizme muhafazakârlar eliyle yaşatma ve yarınlara taşıma görevi yüklemenin formülasyonu olarak okumak lazım. Kapitalist sistemdeki büyük dönüşümlerinin muhafazakârlık marifetiyle gerçekleştirilmiş olması tesadüf olmadığı gibi meşruiyetini de Weberyen yaklaşıma borçlu.
Kapitalizm gibi insanlık tarihinin gördüğü en yüzsüz ve ahlaksız sisteminin, sömürgeciliği de yedeğine alarak bu denli palazlanması ve yaygınlık kazanmasının dini bir muhtevadan beslenmeyeceğini söylemeye gerek yok. Ne var ki din gibi her türlü kutsalı gerektiğinde kullanmaktan gocunmayan bir sisteme teorik meşruiyeti Weber geliştirecektir… Kapitalizmin doğasına dair tüm sosyolojik çözümlemelerin Protestan ahlakı tezini tartışmasız bir kabulle işe başlamaları tesadüf olamasa gerek.
Oysa kapitalizmi anlamaya yönelik çok daha anlamlı, açıklayıcı çözümlemeler yapan teorisyenler paradigmayı sorguladıklarından marjinalleştirileceklerdir. Mesela Sombart, geliştirdiği teziyle kapitalizm Hıristiyanlık ilişkisini adeta mevcut tezleri tepetaklak eder. Ona göre Protestanlık yani Hıristiyanlık kapitalizmi doğurmaktan ziyade tam tersine kapitalizm Hıristiyanlığı dönüştürmüştür. Özetle, eğer Hıristiyanlık kapitalizme ayak uydurmasaydı hayatiyetini kaybederdi. Bir bakıma kapitalizm bugünkü Hıristiyanlığı şekillendirmiş, doğurmuştur.
Bu tezi dikkate alarak yaşadığımız süreci anlamaya çalışırsak Müslümanlığın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu kavramakta zorlanmayız.
Türk modernleşmesi tezlerinden başlayarak Müslümanların kapitalizme adaptasyonu konusunda Weberci anlayış daha da sevimlileştirilerek ikna edici bir unsur olarak yerleştirilmeye çalışılıyor. Özellikle Anadolu’da yükselen muhafazakâr girişimciliğin kapitalizme uyumu konusunda açıklayıcı daha doğrusu motive edici bir tez olarak kalvinist İslam formülasyonuna başvurulması düşündürücüdür. Bunun nasıl yankı bulduğunu anlamak için Türkiye”nin uluslararası markası haline gelen Kayserli bir firmanın tepe ismi, muhafazakâr kimliği ile kalvinist İslam etiketini benimsemekte hiçbir beis görmediği gibi bunu başarının sırrı olarak takdim edecektir. Bir bakıma “abdestli kapitalizm” örneği…
Oysa kapitalizmin sürekli genişleyebilmesi, benimsenmesi ve de farklı sistemleri içine çekerek adapte olabilmesi için Hıristiyanlığı dönüştürerek kullanışlı hale getirmesi gerekecekti.
Kapitalist değerler sisteminin, ilişki biçiminin henüz tümüyle teslim almadığı, modernliğin kuşatamadığı İslam dünyasının sisteme dâhil edilmesi için benzer bir operasyona ihtiyaç duyulması kaçınılmazdı. Nitekim 1980”li yıllarda bunun teorik temellerini atmak için çalışmalar yapılmış, “İslam liberalizmi” kitap olarak da gündeme getirilmişti.
Küreselleşmenin büyük ölçüde finans kapitalizminin önündeki sınırların kaldırılması anlamına geldiği günümüzde hem siyasal olduğu kadar ekonomik anlayış bakımından muhafazakârlığa müthiş derece ihtiyaç duyacaktı.
Modernliğin kavramlarıyla dini düşünmeye başlayanlar bunu ekonomik ve siyasal modellerine alt yapı hazırladıklarını da bilmek zorundalar.
———————————————-
Kaynak:
[1] Rahmetle anıyoruz…