Şair, yazar, gazeteci, araştırmacı, halk bilimci, eleştirmen, eğitici (D. 26 Nisan 1886 /Öö. 15 Nisan 1913)
Hazırlayan: Mehmet MEMİŞ, (E) Öğretmen
Abdullah (Gabdulla) Tukayev (Tukay), Kazan bölgesi (günümüzde Arça (Arsk) ilçesi) Kuşlavıç köyünde yedi kuşak imam bir ailede doğar. 4 aylıkken babası Muhammetgarif, 4 yaşındayken annesi Memdude Hanım vefat eden küçük Apuş, elden ele dolaşarak birkaç anne ve baba edinerek, çocukluğunu günümüz Tataristan topraklarındaki Sasna, Öçilǐ, Kırlay köylerinde geçirir. İlköğretimini Kırlay medresesinde alır. Şairin çocukluğunu en güzel hatıralarla süsleyen “dünyaya gözleri açılan bir yer” olarak nitelendirdiği bu köyde çiftçi hayatını tanır, doğaya yakın olup Tatar halk edebiyatı ürünlerini gönlüne sindirerek büyür.
1895’te Kazakistan’ın Uralsk (Cayık) şehrinde zengin eniştesi yanında yaşamaya başlar. “Motıygıya” medresesinde ve aynı zaman üç yıllık Rus okulunda eğitim alır. Medresede Tatar yazılı ve halk edebiyatlarını bütün incelikleriyle öğrenir; Arapça, Farsça, Rusça, Başkurt Türkçesi, Osmanlı Türkçesi dillerini derinden öğrenip bu halkların edebiyatlarıyla da yakından tanışır. Rus mektebinde hem Rus hem Batı edebiyatını öğrenir, Krılov mesellerini Tatar Türkçesine çevirir. Doğu felsefesiyle aruz teorisini Motıygulla Hazretten öğrenir. Türk ceditçisi göçmen Abdulveli aracılığıyla Osmanlı tarihi, Osmanlı ve Fransız edebiyatlarıyla tanışır.
1905’te Sosyal Demokratlar organı olan Uralets gazetesinde mürettip olur, şehirde cereyan eden ve Tukay’ı özgür matbaa ve özgür düşünce dünyasına götüren ihtilal hareketlerine katılır. Kamil Motıygıy’ın çıkardığı Fikǐr, El Gasrǐ’l Cedit gazetelerinde ve Uklar mecmuasında mürettip, musahhih, yazar ve redaktör olarak çalışır.
1907’nin başında K. Motıygıy-Töhfetullin’a matbaa işleriyle uğraşmak yasaklanıp o, matbaasıyla birlikte El Gasrǐ’l Cedit ve Fikǐr gazetelerini satmak zorunda kalınca Tukay hem işsiz hem düşüncelerini ileten kürsüden yoksul kalır, 1907’nin sonlarında Kazan’a döner. Dönüş sebeplerinden biri de askerlik yoklaması yaptırmaktı fakat askerlikten muaf tutulur. O sıralarda Kazan’da Azad, Kazan Möhbirĭ, Azad Xalık, Tañ, Tavış gazeteleri kapatılmış, sadece Yıldız ile Beyanĭ’l Xak gazeteleri faaldi. Tukay’ın Kazan’a gelişinden sonra iki yeni gazete daha çıkmaya başlar ve o, El-İslah gazetesinde, Yeşǐn, Yalt-Yolt dergilerinde çalışır, Aliasker Kamal, Fatih Emirhan, Sagıyt Remiyev gibi Tatar aydınları ve yazarlarıyla bir araya gelir .
1910-1911’lerde zorluk ve yokluk içinde geçen çocukluğu, düzensiz hayatı ve sanayi şehri olan Kazan’ın kirli havası sebepli, sağlığı kötüye gider. 1911’de dostu şair Sagıyt Remiyev’in daveti üzerine Astrahan şehrine gelir, Kırgız bozkırında kımız tedavisi görür. Kazan’a dönünce hastalığı yine azar. 1912’de kış aylarında dayısının yaşadığı Öçilǐ köyüne gidip üç buçuk ay yengesinin dayısının terbiyesinde sağlığını az da olsa düzeltir.
Kazan’a dönünce sağlığı yine bozulur. O sırada Musa Bigiyev, Tukay’ı Petersburg’a davet eder. Tukay önce Ufa şehrine, oradan da Petersburg’a gider. Onu burada tanınmış bir doktora gösterirler ve şairin veremin son evresinde olduğunu öğrenirler. Tukay iyileşeceğine inanıp Petersburg’tan Ufa’ya, bir hafta sonra da kımız içmek üzere Troitsk şehrine gider. 1912 yılın yaz sonlarında Kazan’a döner. 26 Şubat’ta yakınlarının tavsiyesiyle Klyaçkin hastanesine yatar. 1913 yılının 2 (15) Nisan günü akşam henüz 27 yaşındayken hayata veda eder (Xalit 1986: 104-150).
Tatar edebiyatının en önemli temsilcisi, kısacık ömrüne birbirinden eşsiz yüzlerce şiir, birçok makale, masal ve öykü sığdıran, Tatar halkının ruh ve düşünce dünyasının gerçek tercümanı, herkese hitap eden Tatar edebi dilinin temellerini atan Abdullah Tukay, hem halk edebiyatı ve geleneksel şiirin tecrübelerinden faydalanarak, hem dünya edebiyatının edebi geleneklerinden ve estetik anlayışından ilham alarak onları kendi eserlerinde birleştirip yeni bir tarz yaratan, Tatar edebiyatının gelişim sürecine en büyük katkıyı ortaya koyan büyük Tatar şairidir. Şiir ve nesirleri Cayık’ta, Kazan’da, Orenburg’ta, Petersburg’ta çıkan Fikĭr, Yoldız, El-Islah, Koyaş ve Tormış gazeteleri ile El-Gasrĭ’l-Cedit, Terbiyetü’l-Etfel, Añ, Yeşĭn, Yalt-Yolt ve Mektep gibi dergilerde yayınlanmıştır.
Şiirlerini Motıygıya medresesinde okurken yazmaya başlar, şöhreti bütün Rusya’ya yayılır. 1907’ye kadar yazdığı şiirlerinde Divan ve Tanzimat devri Türk şiirinin etkisi görünmektedir. İlk şiirlerinde temel iki konu mevcuttu: 1. Ezilmiş halkın kaderine bildirilen hemfikrin Rus klasik şiiri çerçevesinde işlenmesi; 2. Hürriyet, azatlık ideası.
Tukay hürriyeti her şeyden önce milletin hayatından çıkarak değerlendirir. Cehaleti, tembelliği, eski nizamlı medreselerin hayatını esaret olarak görür. 1905 ihtilalinden sonra bütün Rusya’da esen hürriyet havası içerisinde kültür seviyesinin düşüklüğü, halkın haklarından haberdar olmayışı konusunda endişelense de Tatar Türklerinin hak ve hürriyetlerinin iadesi konusunda geleceğe umutla bakmıştır (“Mujik Yokısı”, “Dustlarga Bĭr Süz” ve “İttifak Hakkında”vb.). “Sorıkortlarga” adlı şiirinde Tatar hayatındaki orta çağ düzeni ve kadimciliği amansızca hicvi çıplaklıkla tasvir etmektedir. Bu şiiriyle, daha sonra birçok şiirine konu olacak din’i menfaatleri için kullanan din ehillerine karşı acımasız mücadele başlatır.
Şiirleri arasında millet ve milliyetçilikle ilgili olanları önemli yer tutar. Şair milletinin yükselmesini, hür olmasını, kadınların eğitim görmesini ister (“Milletke”, “Lezzet ve Tem Nersede?”). Bütün gücünü sevdiği Tatar halkından alan şair, Tatarlardan gelen her mihnete göğüs gerebileceğini, milleti için canını feda edebileceğini şiirlerinde yazmıştır (“Bǐr Tatar Şagıyrǐnǐň Süzlerǐ”).
Şiirinde çok eşliliği kınamakla birlikte kız çocuklarına yapılan baskı ve zulmü hicvi bir şekilde anlatarak, onların da istikballeri ve eğitimleri konusunda söz hakkına sahip olduklarını vurgulamakta, İslam dinini yanlış yorumlayarak kendi menfaatleri için kadınları ezen, hiçe sayan erkekleri eleştirmektedir (“Föryat”, “Ĭşten Çıgarılgan Tatar Kızına” vb.) (Özkan 1994: 53-63).
Karanlık baskı yıllarında Tatar edebiyatında siyasi ve ruhi karanlığa karşı mücadele veren en güçlü şairdir. 1909-1910’larda yazılan şiirlerinde ıstırap, hasret, üzüntü ve umutsuzluk motifleri şairin hem gönül haleti hem ülkedeki içtimai siyasi durumla ilgiliydi (“Ömidsǐzlǐk”, “Özĭlgen Ömĭd”, Közgǐ Ciller” vb.). Tukay, hakikati yorulmadan aramakla beraber öz çağına ve halkına olan sorumluluğunun tarihi anlamını da anlamaya çalışmıştır, lirik dünyası hep harekette olmuştur.
Dini motifleri içeren şiirleri Sovyet döneminde göz ardı edilse de XX. yüzyıl başı Tatar şairleri için âdeta ilham kaynağı olan Kuran, Tukay’ın yaratıcılığını da yüksek derecede etkilemiştir. Bu konulu şiirlerinin şairin Allah’a olan sonsuz inancından yazıldıkları görülür (“Teessör”, “Vasiyetǐm” vb.). Tukay, Kuran’daki ayet ve sureleri de sıkça kullanmıştır (“Migraç”, “Kadǐr Kiç” vb.). Tatarlar ve bütün Türk dünyası tarafından sevilmesinin önde gelen nedenlerinden birisi de şiirlerinin bir Müslüman’ın yüreğine yakın ve düşünce dünyasına yatkın şekilde İslami motifler içermesidir (Zaripova Çetin 2011: 40-45). Aynı zamanda en çok çaba harcadığı diğer konu da İslam kanunlarına göre hareket etmeyen, gericilik taraftarı imamlara karşı çıkışlarıydı. Şair, dinin layığıyla bilinmemesinden veya unutturulmasından yakarmaktaydı.
Bütün bu konuların yanında aşk konulu şiirler de yazmıştır. En güzel aşk şiirleri, Kazan’da tanıyıp âşık olduğu, edebiyata meraklı, iyi bir eğitim gören Zeytüne Mevlüdova’ya yazılmıştır (“…ge”, “Kulıñ”, “Kızık Gıyşık” vb.).
Tatar mitolojisini içeren, yaşadığı coğrafyanın doğasını, halkının günlük uğraşını tasvir eden “Şürelǐ, “Par At”, “Tugan Cirĭme” adlı şiirleri, Kırlay köyünde yaşadığı yıllarının en güzel hatıralarıdır. Yetimlikle geçen acıklı hayatını “İsĭmde Kalganlar” adlı nesir eserinde de açıklamıştır.
Tatar çocuk edebiyatının da temelini atmıştır. Çocuklar için yazdığı şiirleri düşünce, karakter ve duygu açısından çok zengin ve derindirler. Halk edebiyatından gelen zekâ, dünyayı duygusal bir şekilde hissetme ve psikolojik olayların derinliği gibi özellikler, yaratıcılığında daima ilham kaynağı olmuştur. Özellikle 1906-1909’larda çocuklar için çok yazdı ve onlara hayatın anlamını meslek sahibi olmakta, millete yararlı eserler yazmakta, halka yol göstermekte olduğunu anlattı (“Ĭşke Çakıru”, “Kızıklı Şekĭrt”, “Sabıyga”, “Behĭtlĭ Bala”, “Mektepte” vb.). Halkı aydınlatma ve bilgilendirme arzusunun gayet güçlü olduğundan dolayı genç nesle bilgi ve terbiye verme yolları, amaçları onun pedagojik hizmetlerinde, sosyal-politik konulu makalelerinde, içtimai eserlerinde, şiirlerinde sıkça tekrarlanmaktadır.
Tatar şair ve aydınlarına halkı aydınlatıp yüceltme görevini yüklemiştir. “Tugan Tĭl” adlı şiiri Tatar milletinin milli marşı olarak kabul edilmiştir. Ömrünün baharında dünyadan göçen Tukay, geride bıraktığı güzel eserleriyle halkına lâyıkıyla hizmet etmiş, şöhreti dar milli sınırları aşarak daha kendisi hayattayken bütün Türk dünyasına ve başka birçok halka ulaşmıştır. Bir şair olmakla beraber bir mektepti, bir ekoldü. Birçok Türk şairi –Başkurt Mustay Kerim, Kazak Muhtar Auezov, Oljas Süleymanov, Çuvaş Peder Huzangay, Kırgız Cengiz Aytmatov, Özbek Gafur Galem, Azerbaycanlı Samed Vurgun- onu üstadı olarak tanıdı, ona şiirler yazdı, hayatını eserlerini kendi yaratıcılığının temeline aldı. Tukay’ın şiirleri değişik Türk lehçelerine tercüme edilmiş, şanı Türkiye’ye de ulaşmıştır. 1913’te şairin vefatından sonra Türk Evi, İslam Dünyası, Tasvir-i Efkâr’da Tukay hakkında birçok yazı yayınlanmıştır. Türk Evi mecmuasının aynı yılın 16. sayısı tamamen Tukay’a ithaf edilmiştir. Ünlü Türk edebiyatçılarından Fuat Köprülüzade, Tukay’ın hayat ve sanatını derin ve çok yönlü bir biçimde anlatmış, onu “ulusal vicdan” olarak nitelendirmiş ve çok genç yaşta edebiyattan ayrılmasının bütün Türk dünyası için acı kayıp olduğunu belirtmiştir.
Çocuk edebiyatı yazarı, tercüman, eğitici, ders kitapları yazarı, folklorcu, eleştirmen, hiciv-mizah ustası ve gazeteci Tukay’ın fikirleri, edebiyat ilim ve sanat alanlarındaki eserleri bugün de Tatar Türklerinin hayatını aydınlatmaya devam etmektedirler. XX. yüzyıl başlarında Tatarların siyasi ve sosyal hayatı, manevi kültürü, geleceğe dair arzu ve ümidi, Tukay’ın şiirlerinden öğrenilir. Milletinin gelişmesini ve yükselişini hayal eden Abdullah Tukay’ın eserlerine bakarak Tatar “milli düşünce” anlayışına da varılır. Tukay, Tatarlar için hakikati olduğu gibi gözlerin önüne seren bir koruyucu, kılavuz ve umuttur. Şiirleri, halkın beğenisini toplayarak halk eserlerine dönüşmüş, şiirlerindeki sözleri ise deyimler ve özdeyişler arasında yer almıştır. Şairin vefatından sonra ressamlar, besteciler, şairler, yazarlar eserlerinden ilham alarak kendi şaheserlerini ortaya koymuşlardır. Doğum günü olan 26 Nisan tarihinde her sene Kazan’da Şiir bayramı yapılmakta, ünlü şair, yazar, sanatçı ve heykeltıraşlara en büyük ödül, Abdullah Tukay Devlet Ödülü verilmektedir. Tukay’ın Doğum Yıldönümleri Uluslararası Türksoy Teşkilatının girişimiyle Ankara’da da kutlanmış ve Tukay adı Ankara’nın merkezi sokaklarından birine verilmiştir.
Yazar: DOÇ. DR. ÇULPAN ZARIPOVA ÇETIN, http://teis.yesevi.edu.tr
ESERLERİ
Abdullah Tukay, iki cilt tutarındaki şiirlerinin yanı sıra, fıkralar ve siyasî makaleler de yazmıştır. Fikir, Yuldız, El-islâh, Kuyaş ve Turmış gazeteleri ile El-asrü’l-cedit, terbiyetü’l-etfâl, An, Yeşin, Yalt Yult ve Mektep gibi dergilerde yayımlanan şiir ve nesirleri, 1907 ile 1917 yılları arasında elli beş defa basılmıştır. Eserlerinin bir kısmında, Şüreli, Gümbirt, Kızganıçlı, İmam Hatip, İmzasız da Yararetdinov, Kefiştatiyuş, Dubirnuş, Biçura, Tenkıyt Süyüçi, Biik Usal ve T.G.T. gibi müstear adları kullanmıştır.
Şiirleri
Abdullah Tukay, gerek eserleriyle, gerekse faaliyetleriyle Tatar edebiyatı ve sanatına olduğu kadar, fikir dünyasına da hizmet etmiş seçkin aydınlardandır. Tukay, halkının cehaletten kurtulup aydınlanması, yükselip yücelmesi ülküsüne inanmaktadır. Bir başka deyişle o, bütün Türk yurtlarında revaç bulan usûl-i cedit cereyanı taraftarıdır. Usûl-i cedidin kelime karşılığı, yeni metod, yeni usûldür. Bu akım, önce eğitimde islâh isteğiyle başlayıp, daha sonra hayatın bütün alanlarını içine alan topyekûn yenileşme hareketinin adı olmuştur. Abdullah Tukay, daha öğrencilik yıllarında eğitim sisteminin aksayan taraflarını görmüş, bundan duyduğu rahatsızlığı yazdığı şiirlere yansıtmıştır. Bilindiği gibi, XVIII. yüzyılda Buhara’da açılan medreseler, Türkistan Türklerine örnek teşkil etmekteydi. İdil boyu Türkleri arasındaki zenginler, mâli imkân sağlamak suretiyle gençleri Buhara’ya göndermekte ve orada tahsil görmelerini sağlamaktaydı. Bir süre sonra, oralarda tahsilini tamamlamış kimseler, İdil-Ural’da Buhara modelindeki medreseleri kurup, talebe yetiştirmeye başladılar. Ancak, XIX. yüzyılın sonlarıyla XX. yüzyılın başlarında bu öğretim müesseselerinin devrin ihtiyaçlarına cevap vermediği anlaşıldı. Eğitim metodlarının tartışıldığı yıllarda, İdil boyunda olduğu gibi, Rusya’nın hâkimiyetindeki bütün Türk yurtlarında Rusça öğretim veren Rus-Tatar mektepleri açılmaya başlar. Türk aydınları, öğrendikleri Rusça vasıtasıyla, Batı’dan gelen yeni fikir akımlarıyla tanışırlar. Dünya edebiyatlarının belli başlı şaheserlerini okuma imkânı bulurlar. Böylece, eğitimin eski metodlarla yapılmasını istemeyenler, başta eğitim olmak üzere hayatın bütün alanlarından yenilikten yana olanlar, bu konudaki görüşlerini günlük gazetelerde işlediler. Yenilikçi yazar ve şairler, usûl-i kadimcileri, yani eski taraftarlarını keskin dille tenkit ettiler. Yedi göbekten imam ailesinden gelen Abdullah Tukay, Mutiullah Medresesinde eğitim görmüş, ancak 1898 yılında aynı medresede deneme amacıyla açılan usûl-i cedit sınıfına yaşı büyük olduğu için devam edememiştir. Ancak yine de her iki eğitim sisteminin farkını bilen şair, Medreseden Çıkkan Şekirtler Ni Diyler, Usûl-i Kadimçi gibi şiirlerinde çağın şartlarına uymayan, zamanın ihtiyaçlarını karşılayamayan eğitim sistemini ironik şekilde eleştirir:
Küp yattık biz/ Medresede/ Anlamadık/ Birnerse de;/ Silkinmedik,/Taş tüsli, biz,/Cilbir cilbir/ Cil berse de./Çarşav kurdık;/Kuyaş bizge/Nurın çeçip/Ciberse de/Karşı turdık/Kuvdık, bizge/Yaktılıktan/Ni kilse de.(Medresede çok yattık biz, hiç bir şey anlamadık, şiddetlice yel esse de, taş gibi silkinmedik; güneş bize ışığını saçıp gönderse de çarşaf gerdik, karşı durduk, bize aydınlıktan ne geldiyse kovduk.
Abdullah Tukay, Tatar konuşma diline dayalı bir edebî Türkçe yaratılması yolunda ciddî adımlar atmıştır. Yaklaşık olarak 1920’ye kadar bütün Doğu ve Kuzey Türklüğü için ortak yazı dili olan Çağatay Türkçesi yerine, her bir Türk boyunun konuşma dilini esas alan yeni yazı dilleri oluşturuldu. Bu hareket, bizzat Sovyet Sosyalist idare tarafından da maksatlı olarak destekleniyor; dar anlamda milliyetçilik paketiyle sevimli hâle getiriliyordu. Boy adları birer ayrı millet adı gibi benimsetiliyor, böylece Türk boylarının ortak sanat ve edebiyat dili yoluyla tesis ettikleri birlik ve beraberlik yavaş yavaş ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu. Bunun sonucu olarak bugün karşımızda yirmiden fazla Türk lehçesi, sosyal bir gerçek olarak durmaktadır. Milletinin sevgili şairi Abdullah Tukay, konuşma dilini, onun ifadesiyle uram tilini edebiyata hâkim kılmak isteyenlerin başında gelmekteydi. Bu tavrı, onun değişen siyasî görüş ve tercihleri ile yakından ilgilidir. Gaspıralı İsmail’in bayraktarlığını yaptığı dilde, işde, fikirde birlik düsturu gereğince, edebî ve siyasî faaliyet yapan Tatar aydınları, Şura ve Ülfet gibi, Türk dünyasının birliğini savunan Türkçü yayın organlarının etrafında toplanmışlardı. Yazılarında Türkiye Türkçesine yakın bir dil kullanmaya özen göstermekteydiler. Abdullah Tukay’ın özellikle, 1905 ile 1907 yılları arasında kaleme aldığı şiir ve yazılarında böyle bir eğilim göze çarpar. Söz konusu tarihlerde dil, hayâl dünyası ve üslûp bakımından divan şiiri estetiği çerçevesinde yazdığı şiirleri, Türkiye Türklerinin kolaylıkla anlayacağı şiirlerdir. Bir başka deyişle, 1907 yılına kadar Divan şiiri ile Tanzimat dönemi şiirinin etkisi altında yazdığı şiirleri, herhangi bir Türk şairinin eserlerinden farksızdır. Şairin özellikle ilk şiirlerinde Türkiye sahası Türk edebiyatından dil ve estetik bakımından etkilendiğini, söyleyebiliriz. Hur Kızına başlıklı şiiri için, “Türkleri taklit ettiğim vakitte Lermontov’dan yaptığım pek zayıf bir tercümem” notunu düşmesi de bu hususu doğrulamaktadır. Örnek olmak üzere zikredeceğimiz ilk şiirleri, Türkiye Türkleri tarafından anlaşılabilir bil dille kaleme alınmıştır:
“Şigre çuk ittim heves kalbim ile, canımle ben,
Çünki ittim iftirak canımle, cananımle ben.
(Şiire ettim çok heves, kalbim ile cânımla ben,/Çünkü ayrıldım, cânımla, cânânımla ben ‘İftirak Sunında’)
Ancak daha sonra bu tavrından vazgeçmiş, böyle bir dille yazdığı için pişmanlık duymuştur. Özellikle 1907 yılından sonra, Tatar Türkçesinin edebî dil olması yolunda hizmet vermeye başlamış; bu yoldaki görüşlerini yazdığı yazılarla yaymaya çalışmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz şiirlerde, bazı Tatarca kelimelerin yerine, meselâ bilen ile bolmak fiili yerine olmak fiilini kullanarak Türkiye Türkçesine yakın ifade tarzını ortaya koyduğu hâlde daha sonra bu fikrinden vazgeçmiştir. “Halk Edebiyatı” başlıklı yazısında bu konuyu işleyen şair, Tercüman gazetesini gayrîmillîlikle suçlamıştır:
“Tercüman gazetesini gördünüz mü? Orada bir tanecik Tatarca kelime var mı? Tercüman gazetesinin peşinden giden Ülfet gazetesini ele alınız, onda Tatar ruhu, Tatar kelimesi var mı? Adı geçen gazetelerin yazarları, Tatarları Türkleştirmeye az uğraşmadılar. Ancak başaramayacaklarını anlayınca durdular. Tercüman’ın ağladığı işitiliyor hâlâ. Burhan-ı Terakki bile, yalan yanlış Türkçe cümleler kurmaya gayret ederken komik duruma düşmemiş miydi? Kendi aralarında Türkçe konuşan talebeler, başlarına fes takıp, “Biz Osmanlıyız, efendim” diyen deliler de az değildi. Lâkin bu komediler eskidendi; oldu ve geçti.
Gazeteler, bundan, böyle gibi Türkçe kelimeleri bırakarak, Tatarca ile yazılmaya başlandı; kitap ve risaleler Tatarca çıkıyor. Biz Tatarlar, Tatar olarak kaldık. Türkler İstanbul’da, biz buradayız. Uğurlar ola!”
Dar anlamda Tatar milliyetçiliği fikrine inanan Tukay, dilindeki Türkiye Türkçesine ait unsurların yanı sıra Arapça ve Farsça kelimeleri de Tatarcanın bünyesinden atmak istemektedir. Ölümünden kısa bir süre önce yazdığı “Uyangaç İlik İşim (Uyanınca İlk İşim)” başlıklı yazısında, ilk şiirlerinin dilini beğenmediğini, hastahaneden çıkar çıkmaz ilk işinin bu eserlerini yeniden yazmak olduğunu belirtir.
Abdullah Tukay’ın dil anlayışına paralel olarak millet anlayışı da zamanla değişir. İlk eserlerinden takip ettiğimiz üzere, onun millet anlayışı ümmet çizgisine yakındır. İçli şairimiz yazdığı ilk şiirlerinde, bütün dünya Müslümanları için ah edip ağlarken, sonra, diğer Türk boylarını bile gözden uzak tutarak, Tatar milliyetçiliğinde karar kılar. Ey Kalem şiirinde, kalemle dertleşen, ona sitemler eden, yalvaran şair, Avrupa’yı arş-ı alaya yükseltip, neden bizi ferş-i ednaya düşürdüğünü sorarak kaleme şöyle seslenmektedir:
“Her taraf müslimneri bir bir iter ahı vah!
Ni sebepli keldi bizge büyle bir beht-i siyah?”
Şaire göre ilmin ve medeniyetin anahtarı olan kalem, Avrupa’yı arş-ı alaya çıkarmıştır. Peki, dünya Müslümanları niye ferş-i ednaya düşmüştür? Bu soruya cevap arayan şaire göre, ilmin ve irfanın sembolü olan kaleme sarılanlar yükselmişlerdir. Onun bu şiirlerde anlattığı millet, Tatar Türkleriyle sınırlı değildir. Tukay başta İslâmcı-milliyetçi bir şairdir. Onun milleti sadece Tatarlar değil, bütün ehl-i İslâmdır. Ancak 1907 yılına kadar yazdığı şiirlerde dünya Müslümanları için gözyaşı döker, onların yükselip yücelmesi için çözüm yolları gösterir.[6]
Kendilerine maarifetçi de denilen Usûl-i Ceditçilerin temsil ettikleri fikrî akım, önce eğitim sisteminin islâhı düşüncesiyle ortaya atılmış, sonra ise, sosyal hayatın pek çok sahasına sirayet etmişti Usul-i Cedit taraftarı diğer aydınlar gibi Abdullah Tukay da, halkın cehâletten kurtulup okuyup aydınlanmasını arzu eder. Ona göre, milletin kalkınması, medenî ülkelerle arasında açılan uçurumun kapanması modern metodlarla yapılacak eğitimle mümkündür. Bu suretle hem millet kalkınacak, hem de yeni düzenlemelerle hayat standartları yükselecektir. Böyle bir ilerlemenin gerçekleşmesi; erkek, kadın ve ve çocuk demeden bütün toplumun eğitilmesi şartına bağlıdır. Hayatın bütün alanlarında yenilikten yana olanlar, eğitime önem verdikleri kadar, kadınların eğitilmesine, kadın hakları konusunda onların uyandırılması gereğine inanırlar. Yenilikçi bir aydın olan Abdullah Tukay da, kısa süren çileli hayatı boyunca, yakın çevresinde bile kadınların cahil bırakıldığına, onların en basit haklarından mahrum edildiklerine şahit olmuştur. Meselâ “Füryat (Feryat)” adlı şiirini, ilk defa evlatlık verildiği ailede ona anne şefkati gösteren hanımın, kocasının ölümünden sonra evlendiği kaba ve huysuz bir adamdan ilhâm alarak kaleme almıştır. Özellikle “kutsal yarımımız” diye nitelendirdiği kadınların hak ve hürriyetleri konusunda son derece hassas olan Tukay, bu konuyu, pek çok eserinde işlemiştir. Fizikî bakımdan kusursuz bulduğu, hattâ “yay kaşlı, zebercet gibi parlak gözlü, Kevser’den daha tatlı dilli, ince belli, mermer boyunlu” şeklinde tasvir ve idealize ettiği Tatar kızlarının Tukay’a göre tek kusurları cehaletleridir. Tatar kızlarının meziyetlerini sıralayıp, onları bu sebeple sevdiğini söyledikten sonra, onların beğenmediği yönlerini sıralar. Tatar kızlarının zengin hanımlara hizmetçilik etmelerini, zâlimlere boyun eğmelerini beğenmediğini belirtir. Bu durumdan kurtulmaları, bilgisiz din adamlarının oyununa gelmeden, modern usûllerle eğitim görmelerine bağlıdır.
Büyük Rus ihtilâlinden önce, Tatar kızları imam hanımlarından ders almaktaydılar. Basit dini bilgilerin öğretilmesine dayanan bu öğretimin yetersizliğini gören Tatar aydınları arasında, kızlar için yeni okulların açılması fikri tartışılmaya başlanır. Usûl-i Kadimciler ise bu düşünceye, Maişet ve Beyânü’l-Hak gibi yayın organlarında karşı çıkarlar. Kızlar için Usûl-i Cedit mekteplerinin açılmasını isteyen Tukay, Tatar Kızları başlıklı şiirinde, eski eğitim taraftarlarını şiddetle tenkit eder.
Abdullah Tukay, yakın çevresinden, kadınların cahil bırakıldığına, en basit haklarından mahrum edildiklerine şahit olmuştur. Füryat adlı şiirinde, üç karılı, kalın enseli, koca göbekli, geri kafalı bir sarhoşla evlendirilen Tatar kızının dramını dile getirir. Hatınnarga Hürriyet adlı şiirinde ise, kız çocuklarının istikbâlleri ve eğitimleri hususunda söz sahibi olmaları gereği üzerinde duran Tukay, onların hak ve hürriyetlerini kazanmalarını, iyi eğitim görüp, erkekler gibi meslek sahibi olmalarını istemektedir:
“Alar da, ir kibi, şahlık, hekimlik namnarın taksın!
Hatınnan küç terekkıy behrine kül kül bulıp aksın!
Ukı, yaz, bil, tırış sin, iy mukatdes yartıbız biznin
Kişi bulmak için in, in birinçi şartıbız biznin!
(Kadın da erkek gibi, idareci ve hâkim olabilsin!
Kadının yükseliş denizi çağıl çağıl çağlasın!)
(Oku, yaz, bil, çalış sen, ey mukaddes yarımız bizim!
İnsan olabilmek için en birinci şartımız bizim!)”
Pek çok sosyal problemi şiirine konu edip, çözüm yolları arayan Abdullah Tukay için geleceğin teminatı olan çocuklar ve gençler büyük önem taşır. Toplumun her kesiminin özellikle de gençlerin eğitilmesi onun ısrarla ve samimiyetle işlediği konuların başında gelir. Tukay, pedagojik endişelerle yazdığı çocuk şiirlerinin bir kısmında halk edebiyatı ürünlerinden istifade etmiştir. XIX. yüzyılın sonlarıyla XX. yüzyılın başlarında folklor ilminin bütün dünyada önem kazanması sonucunda, Tataristan’da da folklor mâlzemelerinin derlenip tespit edilmesi çalışmaları hız kazanır. Abdulkayyum Nasirî ve Naki İsenbet gibi Tatar aydınları folklor çalışmalarıyla dikkat çekerler. Abdullah Tukay da bu konuda makaleler yazar. Ayrıca, çağdaşı olan pek çok edip gibi o da millî sanatın kaynağını halk edebiyatında aramak gerektiğine inanır. Su Anası, Taz, Avıl Hatınının Bala Tirbetkende Ümitleri gibi şiirlerinde Tatar folklorundan faydalanmış, Tatar çocuklarının okul öncesinden âşina oldukları masal, efsane, hikâye, atasözü ve ninnileri yeniden nazma çekerek, mesajlarını etkileyici şekle sokmuştur. “Kaz kanadı ak olur, er kanadı at olur” atasözündeki özlü ve tesirli anlatımdan faydalanarak, okul çağı çocuklarına, ömrün en güzel faslının okul yılları olduğunu anlatır:
“Kaz kanatları ak bulır
İr kanatları at bulır
Sabıylarnın kanatlanır vaktı,
Mekteplerde ukır çak bulır
(Kazın kanadı aktır/Er kanadı attır./Çocukların kanatlandığı vakit,/Mektepte okudukları çağdır.) der.
Abdullah Tukay, Su Anası şiirinde ise, köylü çocuğunun ağzından, Su Anası masalını işlemiştir. İyilik ile kötülüğün mücadelesini konu alan bu masalda, masal kahramanı olan Su Anası altın tarağını deniz kenarında unutmuştur. Tarağı bulan bir köylü çocuğu, nasıl olsa kimse görmedi diye onu alır. Korku ve heyecan dolu olaylardan sonra, annesinin ikazı ile yaptığı işin doğru olmadığını anlar. Çocuklara, hakkı olmayan şeyleri almamaları ve dürüst olmaları öğütlenen bu şiir, çocuğun ağzından şu mısralarla sona erer:
“Min de şunnan birli andıy işke kıymıy başladım,
Ya iyesi yuk dip eybirlerge tiymiy başladım.
(O günden sonra öyle işlere kalkışmadım,/Sahibi yok diye, hiç birşeyi almadım.
Tukay, Tatar folklorunun yanı sıra, Rus yazarlarının eserlerinden de faydalanmıştır. Altın Eteç(Altın Horoz) şiirini, Puşkin’in Skazka o Zolotom Petuşka adlı eserinden ilhâm alarak kaleme almıştır. Şairane tasvirlerle süslenen bu şiirde, sözünde durmayan hükümdârın hüsrana uğradığı anlatılarak, çocuklar dürüstlüğe davet edilir. Ayrıca şair, bu uzun manzumesini yazmaktaki diğer bir maksadının çocuklarda okuma zevki uyandırmak olduğunu, eserin sonunda şu sözlerle belirtir:
“Bu yalgan indi, elbette şulay da yazıla şul bu
Sabıylar künline az az uku derti sala şu bu.
Bunların hepsi yalandır, böylece yazılır bu, /Az da olsa, çocukların gönlüne okuma zevki koyar bu.)”
Çocukların dünyasında hayvanların çok özel yeri olduğu gerçeğini dikkate alan Tukay, çocuklar için yazdığı şiirlerin büyük ekseriyetinde hayvan masallarından faydalanmıştır. Kedi, köpek, keçi, teke, tavşan ve bülbül gibi hayvanları konu alan şiirlerin hareket noktası, hayvan sevgisidir.
Hristiyanlarla beraber yaşamak mecburiyetinde kalan Tatar Türkleri için, Ramazan ayının, kandil gecelerinin ve bayram günlerinin toplum hayatında daha özel bir anlamı vardır. Böyle dinî gün ve gecelerin dinî vecibelerin yerine getirilmesinde olduğu kadar, millî kimliğin korunmasında da önemli yeri vardır. Bu gerçeği çeşitli şiirlerinde dile getiren Tukay, çocukları yakından ilgilendiren bayram günlerinde yaşanan coşku ve heyecanı kendi tecrübeleriyle süsleyerek akıcı bir üslupla ifade etmiştir. Arafe gününde pişirilen yemekleri, kendisine alınan hediyeleri yastık altında sakladığını, bayram sabahını heyecanla beklediğini anlattığı şiirinde o, okuyucusunu, çocukluk günlerinde yaşadığımız eski güzel bayramlara götürüyor.Beyrem ve Sabıylık Vakıtı şiiri, bütün Müslüman Türk âleminde bayramların aynı coşku ve heyecanla, birbirine benzer gelenekler çerçevesinde kutlandığını göstermesi bakımından da dikkat çekicidir:
“Tüşe iske garefe kiç yatkan çagım,
Uylap: “Kayçan tan? dip ul atmagan tanım;
Tetiy çitik, tetiy külmek, ıştannarnı
Baş astıma üyip kuyıp yatkan çagım.
(Arafe gecesi, heyecanla uyuduğum çağlarım, /Sabahı iple çekişim, bir türlü atmayan tanım; /Yeni pabuç, yeni gömlek, yeni pantalonu /Yastığımın altına koyarak uyuduğum çağlarım).
Abdullah Tukay, görüldüğü üzere, şiirlerinin büyük çoğunluğunda, mensubu olduğu Tatarların sosyal problemlerini ele alıp işlemiştir. “Par At(Çift At)”, “Tugan Til (Ana Dili)”, “Şüreli” gibi şiirlerinde ana dilini, ana yurdunu, memleket coğrafyasını, vatana ve millete saygı, sevgi ve bağlılık hisleriyle yücelterek tasvir edip ölümsüzleştirmiştir. Aşkını, kendisine bile itiraf edemediği Zeytune Hanıma yazdığı “…E” başlıklı şiirleriyle; sağlığını ve ümidini yitirdiği ömrünün son dönemlerinde kaleme aldığı Üzilgen Ümit gibi şiirlerinde, saf şiire daha çok yaklaşır. İddia edildiğinin aksine o, imanlı ve inançlı bir Müslüman’dır. Dinî ve millî temaları işlediği şiirlerin sayısı hiç de az değildir.
Yazar: Fatma ÖZKAN, Türk Yurdu Dergisi
****
TATARİSTAN MİLLİ MARŞI
Abdullah TUKAY
TUGAN TİL ANADİLİM
İy tugan til, iy matur til Ey ana dili, ey güzel dil
Etken, enkemniñ tili Atam, anamın dili
Dönyada küp nerse bildim Dünyada çok şey öğrendim
Sin tugan til arkılı Sen ana dil vasıtasıyla
İy tugan til her vakıtta Ey ana dil her zaman
Yardemiñ birlen siniñ Yardımın ile senin
Kiçkineden añlaşılgan Küçüklükten anlaşılmış
Şatlıgım, kaygım minim Sevincim, üzüntüm benim
İy tugan til sinde bulgan Ey ana dil sende olmuş
İñ ilik kılgan duğam En ilk okuduğum duam
Yarkıkagıl dip üzimni Koru diyerek kendimi
Etkem, etkemni Hodam.. Atam, anamı Hüdam.[1]