Mehmet Ali KALKAN
Rahmetli babamın ezberinde çokca şiir vardı. İlkokula giderken bayramlarda okumam için verilen şiirlerin yerine başka bir şiir söyler, genellikle de onun yazdırdığı şiiri okurdum. İlkokulu bitirdiğim gün diploma hediyesi olarak ikinci el bir yaprak saz almış ve öğrenmemi arzu etmişti.
Bendeki şiir ve türkü sevgisi böyle başladı.
Abdurrahim Karakoç Ağabeyi Liseli yıllarımda tanıdım.
“Mektup yazdım Hasan’a
Ha Hasan’a ha sana ”diyordu,bizi anlatıyordu.
Anadolu’yu anlatıyordu.Sevincimiz,hüznümüz,heyecanımız,rüyamız,sevdamızdı yazdıkları…
“Bir haber dolaşır semada pul pul
Kılıçlar bilensin akın var Çin’e” derken kendimizi bir akıncı olarak görüyorduk.
Türkiye’de bir kısım insanlar Rusya, Çin veya Arnavutluk derken biz o dönemde “esir Türkleri”düşünüyorduk. Hislerimize Abdurrahim Ağabey tercüman oluyordu.
“Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim ile kar geliyor gardaşım
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor,dar geliyor gardaşım”
Hakim Bey’e Doktor Bey’e şiir yazıyordu ama sanki o sözleri hepimiz söylüyorduk.O şiirler Türkiye’nin tercümanıydı. “İsyanı Süküt”umuzdu aynı zamanda…
*. *. *
Yetmişli yıllarda şiir yazmaya gayret ediyordum.Daha sonra üniversite,kavga yılları,hayat meşgalesi bizi sadece okumaya gayret eden bir kişi halinde getirdi.
1998 yılında Adana’da bir şiir yarışması olmuştu.Üniversiteyi okuduğum Adana’yı özlemiştim.Belki yarışma vesile olur giderim diye düşünüp yarışmaya katıldım.Bu arada Eskişehir Şairler Derneği ile tanıştım ve şiire yeniden merhaba demiş olduk.
Abdurrrahim Ağabey’in çoğu şiirini bilirdim.
Her iğde ağacı, çiçeği gördüğümde aklımdan
“Aşkımız sembolleşsin iğde çiçeklerinde
Olgunlaşan meyvalar dalları eğerken gel”
şiirini okurdum mesela.
Ocak ayının 21’inde bypass ameliyatı oldum. Bazı ameliyatlarda kalp durduruluyormuş. Bu esnada beyine oksijen gitmediğinden hafızanın yüzde biri, ikisi …kayboluyormuş diye aklımda kalmıştı. Gece bir uyandım yoğun bakımdayım. Ağzımda bir tüp takılı. Aklıma hafıza meselesi geldi, Abdurrahim Karakoç Ağabey’in bildiğim şiirleri okumaya başladım. Bir taraftan da “üç damar değişti, şimdi beynime daha fazla oksijen gidiyor, o yüzden hafıza daha iyidir” diye düşünüyorum. Baktım bir sıkıntı yok, hatta hatırlamakta zorlandığım yerleri de okuyabiliyorum,sevindim.Taburcu olduğum gün bir arkadaşım hediye olarak Abdurrahim Ağabey’in bir şiir kitabını getirmişti,Tevafuk…
*. *. *
Haftada bir kaç kere telefonla konuşurdum Abdurrahim Ağabeyle.Bir konuşmamızda ertesi gün Ankara’ya geleceğimi söyledim. “Ben de geleyim o zaman”dedi. “Zaten Ankara’da niye öyle dedi acaba” dedim ama öyle benim düşündüğüm gibi değilmiş.
Büyük şehirleri hiç sevemedim.Hafızamın zayıflığından mı? o insanı yutacak gibi duran bat-çıklardan ,köprülerden dolayı mı bilmiyorum.
Uzun yıllar önce Emirdağ’dan İstanbul’un Avrupa yakasına ev eşyası gidecekmiş.O zaman şimdiki kadar araç yok. Bir kamyon bulmuşlar, yol parasını konuşuyorlar. Söför “ben kamyonu yeni aldım İstanbul’u bilmem, sadece Pendik’i bilirim, oraya kadar gittim deyince o vatandaşta “Hah tamam, İstanbul zaten Pendik’in yanı”demiş. Sonra ne olmuş bilmiyorum.
Abdurrahim Karakoç Ağabey’in oturduğu Sincan’ı da ben o şöför kadar bildiğimi daha sonra öğrendim.
Bir gün Abdurrahim Ağabey’e “Lambada titreyen alev üşüyor” mısrasını nasıl yazdığını sormuştum.Anlatmıştı.”Köyde evimizde babamın kitapları vardı, onları okurdum. Elektrik yok. Gaz lambası ışığında okurdum. O dönemde fakirlik de var. Gaz fazla gitmesin diye pencerenin yanına gelerek ay ışığında okumaya çalışırdım. O mısra o dönemden kalma demişti.
Herkesin bir Mihriban’ı vardı adı Mihriban olmasa da…
Köyümün adı Dağküplü.Her Pazar günü gitmeye gayret ederim,eş dost,arkadaşlar da gelir.Yine böyle bir gün birkaç akraba ile arkadaşlar geldi. Öğle namazı kılacaklar var, kıbleyi tayin edecekler. Her kafadan bir ses çıktı. Suat arkadaşımın “ben askerde yer tespit uzmanıydım, istikamcıydım ”falan dedi. Ellerini arkasına bağladı yosun ve karınca yuvası aramaya başladı. Bir müddet sonra eliyle kesin kararını vermiş olarak “şurası”dedi. Gösterdiği yer tam aksi istikamet. Bir başka arkadaş şurası, diğeri burası dedi, her kafadan ayrı bir kıble çıkınca “Babam şöyle duruyor, kıble bu taraf” dedim. Suat kızdı tabi “Bana ne ya, herkesin kıblesi kendine” dedi , kestirdi attı.
Herkesin Mihriban’ı da kendine tabi…
*. *. *
Yazdığı şiirleri gazetenin orta sayfasına dizdirip, bir kaç gazeteyi o şekilde sevdiğine göndermek aşktır.
Mihriban’ı bir arkadaşının görüp “unuttun mu”sorusu üzerine “unutmak mümkün mü”sözüne verdiği cevap muhteşem;
“Unutmak mümkün mü” deme
Unutursun Mihriban’ım
Çoluk çocuk olsun hele
Unutursun Mihriban’ım”
Zekeriye Bozdağ’ın sazının tellerinden havalanan bu türkü ne kadar güzeldi. Çok bilinmeyen bir üçüncü Mihriban şiiri daha vardır.Abdurrahman Karakoç Ağabey’in.
*. *. *
İş yerinde oturuyorum ,bir delikanlı getirdiler. “Bu arkadaş Abdurrahim Karakoç’u çok seviyor,şiirlerini ezbere biliyor”.dediler.Sıkılgan,utangaç bir genç.Konuştum hakikaten öyle,ezbere bir çok şiir okudu.Abdurrahim Ağabey’e telefon ettim,bu çocuktan bahsettim ve telefonu verdim.Çocuk böyle bir şey beklemiyordu.Heyecanlandı,şaşırdı,eli ayağı dolaştı…Ne konuştuğunu,nasıl konuştuğunu bilmiyorum.Bildiğim hızla bir şiir kitabı çıkardığı idi…
*. *. *
Nöbetçinin Vukuatı başlıklı şiirinin bir kıtası şöyleydi;
“Bozüyük’te vardım Güllü kadına
Fal açtırdım Ülker’imin adına
Gelin olmuş bak şu işin tadına
Bizim kısmet ele düştü bu gece”
Telefon konuşmamızın birinde Bozüyük Türk Ocağı’na geleceğini söyledi Abdurrahman Ağabey. Eskişehir-Bozüyük arası kırk beş kilometre. Biz de bir arabaya binip gittik. Bize hatıralarını anlattı.,şiir okudu,sohbet ettik.Vakit gece yarısını buldu.Biz onlardan önce yola çıktık. Abdurrahim Ağabey kırmızı arabayla Ankara’ya giderken nasıl olsa Eskişehir’den geçecekti. Eskişehir’de çevre yolunda bir kırmızı ışığın yanında beklemeye başladım. Hava soğuk , karanlık, gece yarısını epey geçti. Baktım bir kırmızı araba geliyor,kırmızı ışıkta da durdu. Araba da benim kendilerinde doğru koştuğumu görünce yeşil ışığı falan beklemeden uzaklaştı gitti. Böylece her kırmızı arabanın Abdurrahim Karakoç Ağabey’in bindiği araba olmadığını öğrenmiş oldum.
& & &
Bayramlarda eş,dost,akraba çocuklarına yazarlardan imzalı kitap vermeye çalışıyorum.Bayramdan yaklaşık bir ay önce kitapları alıyor.o yazarın adresine çocukların isimleri olan listeyle beraber kitapları gönderiyorum.O yazar ağabeyim,arkadaşım da kitapları imzalıyor,ben de bayramlarda dağıtıyorum.
Bir bayramda Abdurrahim Ağabey imzalamıştı. Benim gönderdiğim kitaplara ilaveten, her bir çocuğa “Çobana Mektuplar” kitabını da ayrıca imzalayıp göndermişti.
& & &
28 Nisan’da Abdurrahim Karakoç Ağabey’in Bağlum’daki mezarını ziyaret ettim. Kitabedeki dörtlük hayatının özeti gibiydi.
“Ben milletimin uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir
Zulüm Azrail olsa hep Hakkı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir”
*. *. *
Abdurrahim Karakoç Ağabey beslendiğimiz ana kaynaklardan birisiydi. “Beşinci Mevsim”imizdi bizim. “Dosta Doğru”gittiğimiz yoldu.Bizi azad eden “Gök Çekimi”ydi. “Yasaklı Rüyalar”ımızda “Akıl Karaya Vurdu”belki ama her şiiri Türk göğsünde ,pırıl pırıl ışıldayan bir kut’lu “Gerdanlık”idi.
Mekânı cennet olsun…
“Her şiir şairin aşk denizidir,”
“Mektup derken şiir oldu” Ağabey,
“Her mısra şairin parmak izidir,”
Kalem yazdı,sayfa doldu Ağabey.Sırt çevirdin şer görende pusana,
Yüz vermedin haksızlığa susana,
Mektup yazdın “Ha Hasan’a Ha Sana,”
Zaman seni haklı kıldı Ağabey…Aynaların ötesinde gerçekler,
Düşünceler Beşinci Mevsim bekler,
Savalan Dağı’nda açan çiçekler,
Boyun büktü,tezce soldu Ağabey…Yutkunanlar sessiz döker yaşları,
Ötelere kanat vurur kuşları,
Gönlümüze sürgün hudut taşları,
Islanan sulara daldı Ağabey…Ölen ölür elbet,aşık yaşıyor,
Kandil kandil nice sevgi taşıyor,
“Lambada titreyen alev üşüyor,”
Yer gizledi,ecel aldı Ağabey…Geleni yok yollar belenir gama,
O’ndan geldik,dönüş O’na amenna,
İnanmışa düğün günü hak amma,
Mihriban’lar öksüz kaldı Ağabey…