Adımız Kimliğimizdir

Bilge Kağan, Göktürk anıtlarında kendinden önceki Türk devletlerinin çöküş nedenlerini şöyle sıralar: 

1. Kağanların cahillikleri ve töreye (hukuka) uymamaları nedeniyle oluşan kötü yönetim, 

2. Yöneticilerin Çinlilerin altınına, ipeğine, değerli hediyelerine (rüşvetlerine) ve vaatlerine aldanmaları, 

3. Beylerin Türkçe adları bırakıp Çince isim almaları, Çinli gibi yaşamaya başlamaları. 

Bilge Kağan’ın bu tespitlerindeki “Çinli”, kelimesi yerine “Arap”, “Acem”, “İngiliz” veya Fransız” kelimelerini koyduğunuz zaman Bilge Kağandan yüzlerce yıl sonra yıkılan Türk devletlerinin çöküşünü aynı cümlelerle açıklayabilirsiniz. 

Türk devletlerinin yıkılmasında; eğitim sisteminin ve hukuk düzeninin bozulması, ahlaki bozulma, dış etkiler, debdebeli hayat tarzı vb. üzerinde çok duruldu. Kültür emperyalizminin etkileri de dile getirildi. Ancak yöneticilerin yabancı isimleri alması ile devletlerin çöküşü arasında doğrudan ilişki kuran bir çalışma oldu mu bilmiyorum?

Türk devletlerinde, hakanlar, sultanlar başta olmak üzere yönetici sınıfın isimleri ile devletin yükselişi ve çöküşü arasında bir ilişki kurmak mümkün… 

Büyük Selçuklu Devletini kuran Tuğrul ve Çağrı Beylerin isimleri Türkçe’dir. Anadolu’yu bize armağan eden Sultan Alparslan’ın da… Keza Anadolu Selçuklu Devletinin ilk sultanları Kutalmış, Kutalmışoğlu Süleyman Şah, I. Kılıç Arslan, Türkçe veya halkın da benimsediği Türkçeleşmiş isimler kullanırken Anadolu Selçuklularının son sultanları İzzeddin Keykavus, Alaeddin Keykubad, Gıyaseddin Keyhüsrev, Gıyaseddin Mesud’un isimleri hem Farsça hem de halk tarafından kullanılmayan isimlerdir. Bu, halkla sarayın yabancılaşmasıdır aynı zamanda…

Anadolu Selçukluları halkla yabancılaşınca halkla iç içe, halkın değerleri ile bütünleşmiş Anadolu beylikleri dönemi başlar. İlk Anadolu beylerinin büyük bölümünün ismi ya Türkçedir ya da halkın benimsediği, Türkçeleştirdiği isimlerdir…

Çaka, Umur, Aydın, Mehmet, Saltuk, Artuk, Yavlak Arslan, Karaman, Karesi, Çubuk vs. Osmanlı Devletinin ilk padişahlarının isimleri de ya Türkçe (Ertuğrul, Ataman (?), Orhan) ya da Arapça kökenli olmakla birlikte halkın benimsediği ve Türkçeleştirdiği (Osman (?), Mehmet, Murat) isimlerdir… Kullandıkları lakaplar da (Yıldırım, Yavuz, Çelebi) Türkçedir… Osmanlı İmparatorluğu gerilemeye başladıkça sultanların isimleri Arapça tamlamalara dönüşür: Abdülhamit, Abdülaziz, Abdülmecit, Vahideddin… 

Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş döneminde, padişahların yanında Türk soylu Türk adlı beyler yer alırken zaman içinde onların yerini Türk kültürü ile yetiştirilmiş devşirme paşalar almış, çöküş döneminde de önemli makamlara, azınlıklara mensup yöneticiler getirilmiştir.

Kuruluş dönemindeki şehzade ve vezirlerinin isimleri (Gündüz, Savcı, Baykoca, Aydoğdu, Demirtaş, İlbey, Akça Koca, Ece, Evrenuz, Konur Alp, Karaca Bey vb) ile Osmanlı’nın son dönemindeki bazı posta telgraf nazırlarının isimlerini (Garabet Artin Davut Paşa, Franko Efendi, Agaton Efendi, Anton Tıngır Yaver Paşa, Mösyö Sterpan, İstanbulyan Efendi, Mozoros Bey, Oksan Efendi, Yusuf Franko Paşa) karşılaştırdığımızda Bilge Kağan’ın tespitinin ne kadar yerinde olduğunu görürüz.

Türk tarihini çok iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle hazırlanıp 21 Haziran 19347te TBMM tarafından kabul edilen “Soyadı Kanunu”na göre; her Türk kendi adından başka ailesinin ortak olarak kullanacağı bir soyadı alacaktır.

Alınan bu soyadları Türkçe olacak, yabancı milletlere ait adlar kullanılmayacak, soyadlarının ahlaka aykırı ve komik olmamasına özen gösterilecektir.

Atatürk’ün sayesinde soyadlarımız Türkçe… 

Ya ilk adlarımız?

Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Jale Öztürk tarafından Mustafa Kemal Üniversitesindeki 472 öğrenci üzerinde 2004 yılında gerçekleştirilen ve sonuçları 5. Türk Dili Kurultayına bir bildiri ile sunulan araştırmaya göre; üniversite öğrencileri arasında, Arapça kökenli isim oranı % 51, Türkçe isim oranı % 19,5, Farsça isim oranı ise % 10,2 kalanı da Avrupa kökenli dillerdendir.

Aynı araştırmada yakın gelecekte Arapça ve Farsça etkisinin devam edeceği, kız öğrencilerin

% 44,6’sının, erkek öğrencilerin de % 55,4’ünün isimlerinin anlamını bilmediği vurgulandı. Üniversite öğrencilerinin yarısı, adının anlamını bilmiyorsa varın gerisini siz düşünün… 

Bu araştırma, bir Anadolu üniversitesinde değil de güneydoğudaki bir ilköğretim okulunda, bir Kur’an kursunda, yabancı dille eğitim yapılan bir kolejde yapılsaydı sonuç daha vahim çıkabilirdi…

Arapça kökenli isimlerin çok kullanılmasının temelinde, Arapça adların Müslüman adı olarak algılanmasının yattığı açıktır. Bu algılama son yıllarda daha da güç kazanmıştır. 

Bunda Müslümanlığı Arapçılığa dönüştüren din anlayışının payı büyüktür. Beşeriyet İslamiyet’le şereflenmeden önce de Arap yarımadasında yaşayanların ismi Ömer’di, Bekir’di, Osman’dı, Ali’ydi, Aişe idi, Rabia idi, Hatice idi… Peygamberimiz yalnızca anlamları İslamiyet’in temel yargılarına ters düşen isimlerin değiştirilmesini istemiştir… Ancak İslamiyet’in kabulü ile genel bir isim değişikliği olmamıştır. İslamiyet’i kabul edenler, putperestlik dönemlerindeki isimlerini kullanmaya devam etmişlerdir.

İslam’ın bu konudaki tek ölçüsü “Çocuklarınıza güzel anlamlı isimler veriniz.” hadis-i şerifidir.

İslam’ı temel aldığını iddia eden bir internet sitesinde bakın nasıl görüşlere yer veriliyor:

“Soru: Erkek çocuğuna Oğuzhan ismi uygun mudur?

Cevap: Uygun değildir. Çünkü Oğuz Han İslâm’dan önceki devrede yaşamış gayrimüslim bir

kimseydi. İslâmi isimler koymak daha iyi…”

“Soru: Benim ismim İslâmi bir isim değil… Ne yapmalıyım? 

Cevap: Diyelim ki adın Burak veya Toprak veya Yağmur veya Kar… Neyse yani, İslâmi olmayan bir isim veya Cengiz veya bilmem ne… Eğer ismin bir putperestin ismi ise mahkemeye müracaat edecek o ismi değiştireceksin. Meselâ, Cengiz Müslüman değildi, putperestti. Çocukları da İslâm âlemini perişan ettiler. O zaman o ismi değiştirecek. Niye ben bir gayrimüslimin ismini taşıyayım? O ismin değiştirilmesi lâzım!…” 

“Soru: İsmim Serkan… İsmimi değiştirmek icap eder mi, ederse bir isim söyler misiniz?

Cevap: Selim, olsun.”

Bu mantığın İslam’la alakası var mıdır? Oğuzhan adını koyana neredeyse kâfir diyeceksiniz, İslamiyet’in doğuşundan önce var olan Arapça isimleri İslami sayacaksınız. Toprak’a, Kaya’ya karşı çıkacak, bir yer adı olan Mina’nın, Merve’nin konulmasını önereceksiniz. Bozkurt’a, Arslan’a, Doğan’a karşı çıkacaksınız, Arapça’da arslan anlamına gelen Esed’e (Esat) sıcak bakacaksınız. Neredeyse bütün Türkçe isimleri gayriislami olmakla suçlayacaksınız ama peygamberimizin değiştirttiği isimleri bile, Arapça oldukları için kullanmakta beis görmeyeceksiniz. Kur’an’da geçiyor diye dağ taş isimlerini, çocuğunuza koyarak İslam’a uygun hareket ettiğinizi sanacaksınız. 

Bu tavır İslami bir tavır olarak nitelendirilemez…

Olsa olsa “Arabist” bir tavırdır… 

İsimlerimizdeki yabancılaşmanın bir diğer yönü var: Aldıkları batı kültürünün etkisiyle bazı Müslüman Türk aileler, Fransızca, İngilizce, Almanca isimleri rahatlıkla çocuklarına koyabilmektedir.

Çocuklarının ileride ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesini istemeyen bazı gurbetçilerin, çocuklarına yaşadıkları ülkede kullanılan isimler vermeleri sıradan bir olay hâline gelmiştir. Ayrıca, sevdiği yabancı dizi kahramanının, şarkıcının, futbolcunun ismini çocuklarına koyanlara da rastlanmaktadır…

Ülkemizi parçalamak isteyenlerin oyununa gelen Kürt kardeşlerimiz de Türkçe ile ortak olmayan kişi isimlerini bilinçli olarak kullanmakta ısrar ederek sorunun daha karmaşık hâle gelmesine katkıda bulunmaktalar. 

Bütün bunlar dikkate alındığında adları Türkçe olan kişi sayısının önümüzdeki yıllarda daha da azalacağı açıktır… 

Çözüm yolu mu? Bilge Kağan yıllar öncesinden sesleniyor: 

“Ey Türk titre ve kendine dön.”

Başaramam mı diyorsun? O zaman ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü dinle:

“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” 

Not: Bu yazı aynı zamanda kişisel bir eleştiridir.

Benim ismim Arapça. İki çocuğumdan birinin adı Türkçe, diğerininki Farsça… Ortada bir suç varsa ben de bu suça ortağım…

Bu yazı, daha önce şurada yayınlanmıştır;

Erciyes Dergisi, Temmuz 2014, Yıl: 37, Sayı: 439, Sf. 14-15

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen