Adamın ensesine şaplağı yapıştırıp sormuş: ‘adın ne?’ Adamcağız ‘Mülâyim’ deyince, ‘Sert olsan ne olur?’ demiş.
Bizim târih bilmez, târih şuûrundan nasîbsiz, çağdaş rüzgârların şişirdiği yelkenle bir yerlere gelmiş ‘mülâyim’lerimiz, bu azîz, bu vakûr, bu mâsûm ve mazlûm milleti de ‘mülâyim’ kertesine taşımakta pek mâhirdirler.
Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet gazetesinde yazdı: Bizim mülâyimlerin girmek için can attıkları, aslında bizi almağa hiç de niyetli olmayan Avrupa Birliği’nin köşe taşlarından İtalya’da, İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşının 431 inci yıldönümünü anmak için büyük hazırlıklar yapılıyor. Bizim târihe dargın mülâyimlere, 431 yıl önce, 1571 yılında ne olduğunu hatırlatalım: Papa‘nın gayretleriyle, o çağların büyük Hristiyan deniz güçleri olan Venedik ve İspanya arasında 1571 Mayısında akdedilen Mukaddes İttifak‘da, dâimî sûrette Türklerle mücâdele edilmesi öngörülüyordu. Toskana, Ceneviz, Malta, Savua ve Ferrara da bu ittifâka katılmıştı. Bu ‘Mukaddes İttifâk’ donanmasının başkomutanı da Şarlken‘in gayrı meşrû oğlu Don Juan idi.
İşte bu Birleşik Haçlı donanması ile Osmanlı Donanma-yı Hümâyûnu Adriyatik Denizi’nin doğu kıyısında, İnebahtı’da karşılaştı. Donanmanın başında, târihimizin şişirilmiş şöhretlerinden Sadrâzam Sokollu Mehmed Paşa’nın tâyin ettiği Müezzinzâde Ali Paşa vardı; bu zât çok cesûrdu, fakat kara askeri idi, denizci değildi. Donanmada cenkçi ve kürekçi azlığı vardı. Donanmada bulunan, çekirdekten yetişme denizci Uluç Ali Paşa‘nın, sakalını yolarak, ‘Hani Hayreddîn Paşa ile Turgutça ile cenk görenler niçin söylemezler?’ diye kendini parçalarcasına muhâlefet etmesine, İnebahtı istihkâmları altında müdâfaada kalınmasını istemesine, hiç olmazsa kapudan baştardasının fenerlerinin giderilmesi tavsiyesine itibâr edilmemiş, Müezzinzâde, Sokollu’dan, düşmana hücûm için üstüste emirler aldığından, Birleşik Haçlı Donanmasına hücûm etmek gibi bir taktik hatâ sonucu, Osmanlı Donanması mahvolmuştu. Müezzinzâde, çok cesûr bir askerdi, yalnız başına yarım düzine haçlı şövalyesini (çok iyi askerî eğitimden geçmiş, bugünkü tâbirle ‘komando eğitimi görmüş’ azılı İslâm ve Türk düşmanını) önüne katıp kovalamış, birkaçını öldürdükten sonra şehîd olmuştu, iki oğlu da esîr düşmüştü. Don Juan, kendi gemisine hücûm eden geminin bizzat Kaptan Paşa gemisi olduğunu üç fenerinden anlayarak bütün kuvvetini ona yöneltmişti. Uluç Ali Paşa, kendi cephesindeki düşmanın sol cenâhını perîşan etmiş, karşısındaki haçlı gemilerinden birkaçını batırmış, Malta şövalyeleri kaptan gemisini zaptetmiş, kendi gemilerini kurtarıp İstanbula gelmiş, Kılıç Ali Paşa olmuştu; Tophânedeki câmi onundur.
Aradan dörtyüz otuz bir yıl geçmiş, ama, Avrupa’lı, bunu hâlâ hatırlıyor, şenliklerle anıyor, ‘öteki’ne, ‘Türk’e karşı kazandığı zaferi ölümsüzleştirmeğe çalışıyor. Bizde ise, engin Türk târihini bir çırpıda silip, mahvedip, târihimizi 1923 yılından başlatmak modasını tervîc eden, milletin bütün ferdlerinin beyinlerinden binlerce hücreyi kazıyıp atmak demek olan, bin yıldanberi kullanılagelen kelimeleri yasaklayan mülâyimler, makbûl ve resmen mûteberdirler! Bizim, târihten bîhaber, büyük bir ihtimâlle, kendisinin yetişme çağında zâten çok sevimsiz bir şekilde okutulan (son yıllarda târih kitapları biraz iyileşti gibi) târih derslerinden kopya çekerek geçtiği izlenimini veren ‘mülâyim’lerimiz, Avrupa’lının, kendileri gibi târih câhili olmadığının da farkına varmadıklarından, ‘kanûnlarımızı onların keyfine göre değiştirdik, hâlâ bizim Avrupa Birliği’ne girmemiz için müzâkere târihi vermiyorlar’ diye şaşırmakta, tepki göstermektedirler. Dışişleri Bakanımız da, ne yapsın, ‘bu şartlar altında’ yapılabilecek olanın, ‘en iyisini’ yapmaktadır: Avrupa Birliği’nin bu tutumunun ilişkilerimizi zedeleyeceğini, olumsuz etkileyeceğini, halkımızı üzeceğini ifâde etmektedir. İyi de, bu duruma ‘düşürülmüş’e, ‘sert olsan ne olur?’ denirse ‘tepki’ ne olacak? ‘Bu kadarı yetmez; târih kitaplarınızı da değiştirin, Preveze Deniz Savaşından zinhâr söz etmeyin!’ denilirse ne olacak? Şaka gibi geliyor değil mi? Bekleyin de görün: çünkü, 28 Eylûl 1538 târihi, Avrupa’nın birçok ülkesinin târih-takvim yapraklarında yoktur. Büyük deniz savaşlarını konu alan ingilizce bir kitaba bakıyordum: Lepanto ile başlıyordu. Niçin 1571? Başlangıç, 16. yüzyıl ise, o yüzyılda 1538 de var, ama, Avrupa’lı onu hatırlamak istemez. Bizim yorgun mülâyimleri yokuşa sürmek için, daha ne akla hayâle gelmedik işler yaptırılır. Avrupa’lı bu: değil kendileri, doksan dokuz göbek dedeleri bile Hindistan’ın adını duymamış olan Amerika yerlilerini ‘Kırmızı Hindli’ (Red Indian) yapar; istedikleri kadar itirâz etsinler, onlar, Avrupa’dan gitmiş olan beyazlara göre Indian’dır (Hintlidir), onlardan öyle söz edilir, diğer dillerde de, öyle anılırlar. Türkçemiz, yine iyi: Kırmızı Hindli değil de, tarafsız olarak ‘kızılderili’ diyoruz. .
İşin kötüsü, halk da bu yanlış okumuş, yanlış yetişmiş, bulunduğu coğrafyanın şaşkını, âdetâ canlı karikatür görünümü sergileyen bâzı etkili ve yetkili okumuşlara bakarak ‘mülâyim’leşmektedir. Birkaç yıl önce, İstanbul’da, deniz kıyısındaki seyyâr balıkçıdaki genç, satın aldığım balıkları plastik torbaya dolduruken ‘Norveç olmasa aç kalacağız!’ diye ‘hikmet’ yumurtluyordu. O ‘okumamış’ delikanlıyla, ‘okumuş’, hem de en iyi kabûl edilen yerlerde okumuş, ülkemizi çok önemli merkezlerde temsîl etmiş olan ve milyonlarca kişinin seyrettiği televizyonda, ‘Avrupa Birliği dışında yaşayamayız!’ diyen emekli sayın büyükelçimiz arasında, ‘yaklaşım’ ve ‘değerlendirme’ bakımından bir zihniyet farkı görebiliyor musunuz?