Kütahya’nın bağrında yatan büyük şâir Şeyhî, bizim fabl edebiyâtımızın bayrakdârı mevkiinde durur. Fransız Jean de La Fontain’den yaklaşık iki asır önce yaşayan Şeyhî, hayvan kahramânların yer aldığı edebî vâdîde, bizi hakkıyla temsîl etmektedir. Ne var ki, Fransız edîbinin kaleminden çıkan her satırı neredeyse ezberleyen Türk çocukları, Şeyhî’nin adını pek duymamışlardır. Bu, bizim eğitim sistemimizdeki eksikliğin, bir başka ifâdesidir.
Hacı Bayrâm-ı Velî Dergâhı’nda riyâzete giren, yâni çile çeken Şeyhî, bâtın ilminin de parlayan yıldızlarındandır. Devrinin tanınmış hekimlerinden olan Şeyhî’nin asıl adı Yûsuf Sinâneddin’dir. Onun, âzâd edilmiş bir merkebin başından geçenleri anlattığı “Harnâme”si, pek nefîs bir fabldır. Şeyhî, bizim dillerde dolaşan halk hikâyelerimizden biri olan “Ferhâd ile Şîrîn”i de nazma çekmiş ve “Husrev ü Şîrîn” adlı muhteşem mesnevîyi milletimize hediye etmiştir.
İstanbul’un mânevî fâtihi Akşemseddin, bir gün dervîşlerle tefekküre dalmış iken, yüksek sesle:
“Âferin Germiyân Türkü!”
demiş.
Yanındakiler, Akşemseddin’e, niye böyle seslendiğini sormuşlar. Akşemseddin, şöyle cevap vermiş:
“Madde Âlemi’nden Mânâ Âlemi’ne geçtim. Dördüncü kat Göğe çıktım. Orada meleklere emrolunmuş, hiç durmadan şu beyiti okurlar:
‘Ey! Kemâl-i kudretin nefhinde ‘Âlem bir nefes
V’ey! Celâl-i ‘izzetin bahrinde Dünyâ keff ü hes’[1]
Meleklere:
‘Niçin bu beyiti okursunuz?’
dedim.
Şöyle cevap verdiler:
‘Germiyân Eli’nde, Şeyhî derler bir şâir vardır. Bu okuduğumuz beyiti o söyledi ve Allâh Te’âla’ya hoş geldi. Bize buyurdu, biz de tesbîh eyledik.’
Meleklerin tesbîh eylediği beyiti söylediği için, ben de Şeyhî Efendi’yi murâd ederek:
‘Âferin Germiyân Türkü!’
derim.”
Şeyhî’nin medhini Akşemseddin’den dinlemek, büyük, çok büyük saâdet olmalı..
[1] “Ey! Sonsuz kudretinin sûrunda, üfürdüğü rüzgârında Âlem’i bir nefes hükmüne koyan (Allâh’ım!) / (Ve) Ey! Yüceliğinin denizinde Dünyâ’yı bir avuç çer-çöp derecesine küçülten (Allâh’ım!)”