Türk dili ezgiyle söylenen mani, ninni gibi türlerle neşe, mutluluk, sevinç paylaşılan türküler için daha çok “çığırmak”, “söylemek” ve “koşmak” fiillerini kullanırken ağıt için “yakmak” demeyi uygun bulmuştur.
Yakarak tedavi veya işaretleme yöntemi olan “dağlamak”; acıyı, kederi, derin üzüntüyü ifade etmek için kullandığımız “ciğerin dağlanması” deyiminin de kaynağıdır. Bitkileri soğuk veya donun vurması da yanmak ve yakmak fiilleri ile ifade edilir. Yürek yangını, yakınmak, başını yakmak gibi deyimler de acıyı ifade bakımından ağıttaki yakmak ile anlam bakımından örtüşüyor.
Yanmak ve yakmak fiillerinin bunların dışında da pek çok anlamı vardır. Mesela “yanardöner” sözünde yanmak biçim değiştirmektir; deyim olunca da kararsız, sık fikir değiştiren anlamına gelir. Öksüz kuzuyu kuzusuz koyuna alıştırmak veya kına sürmek de yakmak fiiliyle ifade edilir.
Ağıt yakmak deyiminin etimolojisi hakkında fazla bir iddiam yok ama buradaki yakmak fiili dağlamak ile ilişkili olabilir. Zira konu özelinde yakmak için Kerem gibi yanmak gerekir diye düşünüyorum.
Türk dilinin günümüze gelebilen en eski ve en meşhur ağıtı, Alp Er Tunga Sagusudur. O çağda “ağıt” yerine “sağu” deniyormuş. Günümüzden yaklaşık bin sene önce Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânu Lügati’t-Türk adlı eserine aldığı bu ağıt, malum “Alp Er Tunga öldü mü” mısraı ile başlamaktadır.
Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga, M.Ö. 600 yıllarında Sakaların efsanevi hükümdarıdır ve İran-Turan savaşlarından birinde tuzağa düşürülerek öldürülmüştür. Bu büyük kahramanın beklenmeyen ölümü, derin acılara sebep olmuş, deyim yerindeyse milletinin ciğerini dağlamıştır.
Türklerin günümüzde de görüldüğü gibi ağlarken üstlerini başlarını yırtarak dövündükleri, acı içinde bedenlerine zarar verdikleri ağlama şekilleriyle 2500- 3000 yıl önceye ait bu saguda da karşılaşıyoruz. Sagunun bir dörtlüğü bugünkü Türkçeyle şöyledir: “Erler kurt gibi uluşur/Yaka yırtıp bağrışır/Yırlayıcı gibi ünler/Ağlamaktan gözü örtülür”.
Dörtlükte geçen “yaka yırtmak” dövünerek ağlandığına işaret ederken günümüzde daha çok “ağıtçı” dediğimiz “yırlayıcı”ların ünlemesi de Sagunun sesli ve halk arasındaki biçimiyle ezgiyle söylendiğini göstermektedir.
Nitekim Türk edebiyatında bu saguda olduğu gibi, Dede Korkut Kitabında annesinin Boğaç’a “Kara kıyma gözlerin uyku almış aç oğul” diye seslendiği ağıttan başlayarak önemli kişiler için yakılmış ve yüzyıllar boyunca dillerden düşmeden günümüze gelebilmiş ağıtlar da vardır. Sayısız Kerbela Mersiyesini, Baki’nin Kanuni Mersiyesini ve Taşlıcalı Yahya’nın Şehzade Mustafa Mersiyesini de geleneğin klasik edebiyata yansıması olarak okuyabiliriz.
Özellikle Taşlıcalı’nın günümüz Türkçesiyle “Yalancının kuru iftirası ve gizli kini/Akıttı gözyaşımızı yaktı ayrılık ateşini” beyitinde “yakmak” fiilinin ağıt içinde geçmesi “ağıt yakmak” deyimine yapılan bir gönderme olarak ele alınabilir.
Birinci Dünya Savaşının en dramatik cephelerinden biri olan Yemen üzerine yakılan ağıtlar, Çanakkale ağıtları, İstiklal savaşı ağıtları, Kore, Kıbrıs, terör, deprem ağıtları derlense toplansa onlarca ciltlik külliyat oluşturur. “Yemen’e gideni gelir mi sandın”, “Çanakkale içinde vurdular beni” veya “Hey on beşli on beşli” diye başlayan mısraların arkasında ciğeri dağlanmış milyonlar vardır.
Âşık Veysel’in “Ağlayalım Atatürk’e” adlı “ağladı” redifli meşhur ağıtı da Alp Er Tunga gibi meşhur şahsiyetlere yakılan ağıtların son örneklerinden biri olarak hafızalardadır.
Toplumu derinden etkileyen ölümler için destancılar, şairler, ozanlar, yırcılar, ağıtçılar ağıt yakarken, halk da ataların “ateş düştüğü yeri yakar” veya “kavurganın yananı sıçrar” dediği gibi eşini, sevgilisini, annesini, babasını, dostunu veya arkadaşını kaybettiğinde ağıtlar yakmıştır.
Mesela acılı annelerin evlatları için yaktıkları ağıtların “Değirmen başında vurdular beni/Kirli tütünlüğe sardılar beni”; “Ses verin sesime dağlar/Benim kuzun orda mıdır” veya “Bebek beni del’eyledi/Yaktı yaktı kül eyledi” gibi mısraları “ağlarsa anam ağlar” sözündeki bireyselliği aşarak halka mal olmuştur.
Aynı şekilde Yunus Emre’nin dediği gibi “yiğit iken ölenler” için yakılan “Cemalim”, “Nuri Bey”, “Celal Oğlan” gibi yüzlerce, binlerce ağıt vardır halkın hafızasında, dilinde, cönk ve mecmua denilen yazmaların arasında. Öte yandan Yaşar Kemal’in Ağıtlar kitabına aldığı gibi, pek çok öğretmenin, araştırmacının, akademisyenin derlediği ağıtlar vardır ki dergilerin, kitapların sayfaları arasında sessiz çığlıklar olarak durmaktadır. Ağıtların çok azı ezgileri, notaları ve sesleriyle müzik arşivlerine ve sanatçı repertuvarlarına girebilmiştir.
Repertuvarlara girerek ezgisiyle günümüze gelen Kağızmanlı Hıfzi’nin “Sefil Baykuş” şiiri ve günümüz âşıklarından Mustafa Aydın’ın trafik kazasında kaybettiği eşi için yaktığı “Ceylan Gözlüm”, aile bireylerine yakılmış meşhur ağıtlardandır.
Benzer şekilde yakın zamanda ebediyete intikal eden Volkan Konak’ın besteleyip halka mal ettiği sözleri ablasına ait Cerrahpaşa Ağıtı, Cerrahpaşa Hastanesinde kaybettikleri babaları için yakılmıştır.
Volkan Konak, günümüzün en çok dinlenen, en meşhur ağıtlarından biri olan Cerrahpaşa’yı söylerken vücut diliyle Alp Er Tunga Sagusunda karşılaştığımız ve halk arasında günümüze kadar gelen ağıt yakma ve ağıt sırasında dövünerek, yırtınarak ağlama şeklini sürdürmektedir. Aslında bu tavrıyla Volkan Konak Cerrahpaşa Ağıtını Alp Er Tunga Sagusuna bağlamakta; Anadolu ağıt geleneğini de Sakalar çağına taşımaktadır.
Diğer yandan Nuran Bahçekapılı ve Volkan Konak kardeşlerin babalarının kaybından duydukları derin üzüntüyü anlatan bu ağıtın aile ve akrabalık değerlerinin hızla aşınmakta olduğu günümüz dünyasına verdiği mesaj da oldukça anlamlıdır.
Yunus Emre’nin “Bir garip ölmüş diyeler/Üç gün sonra duyalar” diye üzüldüğü gariplik, kimsesizlik hatta terk edilmişlik günümüzde yalnız yaşayan pek çok yaşlı insanın akıbeti hâline gelmişken, bir aile büyüğünün kaybından duyulan acının Cerrahpaşa Ağıtı olarak büyük bir sanat eserine dönüşmesi, gelecek kuşaklara aktarılabilecek bir sevgi ve vefa örneğidir.
Bana göre bu ağıt, abla kardeş hissiyatının babanın ardından nasıl bir duygu seline dönüştüğünün iyi bir örneği olarak Aile Yılında ve özellikle değerler eğitimi derslerinde daha fazla hatırlanmalıdır.
Bu vesileyle Karadeniz türküleriyle birlikte Türk kültürünün ağıt geleneğini Cerrahpaşa Ağıtı gibi güçlü bir örnekte yaşatan Volkan Konak’a Allah’tan rahmet diliyorum.
[i] Ankara Hacı Bayram-ı Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi