Ahlák üstüne düşünceler

Öyleyse ilk soruyla başlayalım: Nedir ahlák?

Şöyle bir kaba betimleme yapılabilir: Ahlák, bu gezegende tek başına yaşama tutunamayan insanın diğer canlılarla birlikte bir arada yaşamasını sağlayan, kurallar, ilkeler, değerlerden oluşmuş, toplumsal, kültürel, tinsel (manevi) boyutları olan bir birlikte yaşama düzenidir.

Ahláktan başka da birlikte yaşama düzenleri vardır. Hukuksal, toplumsal, siyasal, ekonomik düzenler; dinleri, töreleri, dünya görüşlerini içine alan inanç düzenleri; sanatı, bilimi, inanç düzenlerini kuşatan tinsel etkinliklerin yer aldığı düzen.

*****

Prof.Dr. Ahmet İNAM[i]

“-Bu yaptığım ahláka uygun mu acaba? -Vereceğim karar ahláka aykırı olabilir mi? -Sözümü tutmayıp yalan da söyledim. -Bu davranışımla ahláksızca bir eylemde mi bulundum?” Günlük yaşamımızda sıkça sorgulamalar yaptığımız ahlák durumlarının birkaç örneği bunlar.

Daha “ince” sorular da sorabiliriz, yüzyıllar öncesi Sokrates’in yolunda yürürsek. Ne demişti? İrdelenmemiş, sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez. Anlamlı, saygın, geniş ufuklu, olabildiğince “derin” bir yaşamsa yaşamak istediğimiz; bu yaşam, yaşanılıp gidilen, anlamı, amacı, değeri sorgulanmayan bir yaşam olamaz.

Nerede insan yaşamı, hatta nerede genel anlamda yaşam varsa orada ahlák vardır. Yaşamın olanca çok boyutluluğu, zenginliği, genişliği, derinliği, coşkusu ile yaşanması; birey olarak kendimizin, insan olarak bütün insanların, canlı olarak bütün canlıların, evrende yer tutan bir varlık olarak bütün varlıkların anlamının sorgulanması, araştırılmasıyla olanaklıdır.

Bu savım elbette yaşadıklarına, yaşıyor olduklarına, yaşayacaklarına belli bir tavırla bakmayı seçen, bakabilen insanlar içindir. Bu tavırdaki insanlar içine düştükleri yaşamın eğer varsa düzenini, ahlák düzenini sorgularlar, anlamaya çalışırlar; yaşadıklarından öğrenerek, insanın binlerce yıldır bu gezegendeki yaşam deneyimlerinden ders çıkararak yaşarlar.

Ahlák nedir?

Öyleyse ilk soruyla başlayalım: Nedir ahlák?

Şöyle bir kaba betimleme yapılabilir: Ahlák, bu gezegende tek başına yaşama tutunamayan insanın diğer canlılarla birlikte bir arada yaşamasını sağlayan, kurallar, ilkeler, değerlerden oluşmuş, toplumsal, kültürel, tinsel (manevi) boyutları olan bir birlikte yaşama düzenidir.

Ahláktan başka da birlikte yaşama düzenleri vardır. Hukuksal, toplumsal, siyasal, ekonomik düzenler; dinleri, töreleri, dünya görüşlerini içine alan inanç düzenleri; sanatı, bilimi, inanç düzenlerini kuşatan tinsel etkinliklerin yer aldığı düzen.

Bu düzenler birbirleriyle kesişebilir, iç içe olabilir, yeni düzenler oluşturabilir. Ahlák düzeni her düzenin içindedir. Her yaşama düzeninin ahlákından söz edebiliriz. Yaşamın olduğu her yerde ahlák vardır. İnsana yaşam ahlákla göründü.

Eylem ve kararlarımızın ahláka uyup uymadığını nasıl biliyoruz?

İkinci soru: Ahlák alanında eylem ve kararlarımızın ahláka uyup uymadığını nasıl biliyoruz?

Tarih boyunca bu sorunun farklı yanıtları olmuş. Birkaçını ayrı dile getirelim.

“Kalbimize doğar” denmiş, örneğin. “Vicdanımızın” bize doğru yolu göstereceği, ahlák yargılarının doğruluğu yanlışlığını saptayacak insana özgü iç görü (intuition) olduğu düşünülmüş.

İçimizde “ilahi” bir sesin (örneğin daimon) bize kılavuz olacağına, bizi kötülüklerden koruyacağına inanılmış.

Ahlák konusundaki sorunlarımızı çözecek özel bir aklımızın olduğu, bu akılla ahlák yasalarını bulabileceğimiz ileri sürülmüş.

Ahlák yasalarının kaynağı nedir?

Bir üçüncüsü: Ahlák yasaları varsa bu yasaların kaynağı nedir?

Bu soruya da farklı yanıtlar aranmış.

İnsanın eko-biyolojik yapısı böyle bir düzenin kaynağı olabilir denmiş. Bu gezegende yaşamda kalmaya çabalayan insan oluşturduğu bu ahlák düzeniyle yaşama tutunmuş.

Bir başka yanıt, insan nasıl bilimi, sanatı, inanç düzenlerini kendisi oluşturmuşsa ahlák da onun ürünüdür görüşünü dile getiren kaynağın insanın oluşturduğu sosyo-kültürel yapıdan geldiği yönünde.

Ahlákın kaynağı insanüstü bir güçten, evreni yaratan Tanrı’dandır savı da çok yaygın, benimsenen bir yanıt.

Bu soru ve yanıtlara yeni soru ve yanıtlar katarak konuyu can felsefesi açısından ele almayı deneyelim.

Ahlák evrensel midir? Değişir mi?

İnsanın yaşamı farklı coğrafyalarda, farklı yaşam biçimlerinde, farklı tarihsel süreçlerde gelişiyor gibi görünse de onları bütünleyen özelliğimiz, aynı gezegende, aynı genetik yapı içinde olmaklığımız, farklılıklarımız içinde birbirimizle bir biçimde iletişim kurabilmemiz, ahlákı duyuşumuzdaki ortaklığın işaretidir.

Farklılıklarımıza karşın, tarih boyunca, kültürler arasında değişmeyen bir kök ahlák vardır. Bu anlamda ahlák evrenseldir.

Kök ahlák, genlerimiz, çevre koşulları “büyük ölçüde” değişmedikçe değişmez. Kök ahlákı içselleştirme, yorumlama, uygulama değiştiği için ahlákın değişebileceğini düşünürüz.

İdealize ettiğimiz ahlák var mı?

Yaşanan ahlákı dayandırdığımız, temellendirmeye çalıştığımız, deyim yerindeyse “idealize” ettiğimiz ahlák var mıdır?

Çoğu kez farkına varmasak da böyle bir dayanılan, temel alınan ahlák vardır.

Zaman zaman da olsa sorarız: “Neden haksızlık yapmamalıyım?” Yanıtlarımız dünya görüşümüze, inanç düzenimize bağlı olarak değişir: “Öbür dünyada yanmamak için” ya da “emeğin hakkını vermek için”.

Gerekçelerimizin saygınlığı kök ahláka ne kadar bağlı olduğumuzla ilgilidir.

Neye dayandığını bilmeden, bilmek istemeden yaşayanlara sözümüz yok.

Ahlák yarılması

Ama asıl tehlike, dayanılan ahlák düzeni ile yaşanılan yaşam arasındaki uçurumdan gelir.

Özü sözü bir olmamaktır bu.

Tertemiz, dürüst bir insan olarak yaşadığını, “yüksek” bir ahláka dayandığını sanıp her türlü haksızlığı, kötülüğü yapan birinde çağımız yöneticilerimizde, siyasetçilerimizde, aydınlarımızda sık sık gördüğümüz ahlák yarılması vardır.

Dayandığı ahlákla yaşadığı ahlák arasına giren uçurum, ona her türlü ahláka aykırı kararı, eylemi “kitabına uydurma” olanağı verdiği için, o kişiyi kök ahláka, insan olma ahlákına, can olma ahlákına çağıran içindeki sesi yok edecektir.

Ahlák nasıl öğretilebilir?

Kök ahlákına dayalı can ahlákına çağıran sesi neden yitirdik?

Bu sesi duyarak nasıl yaşam kaynaklı ahlákı nasıl oluşturabiliriz?

Yaşamdan beslenen, genlerimize sinmiş, biyo-ekolojik temelli bir kök ahlák varsa, benim söyleyeceklerim bu ahlákın bir yorumu olan can ahlákı doğrultusunda olacaktır. Canını duyanlar için ileri sürülebilecek önerilerden biridir.

Ne demiştik? Ahlákın kaynağı yaşamdır.

Ahlákı öğretmek yaşamı, yaşamayı öğretmek demektir.

Nasıl yaşamalıyım? Nasıl bir arada yaşayacağız? Yaşarken yaşamaya katkımız ne olacak? İçimizde yaşamın sesini duyamaz olduk. Yaşam bize ne söylüyor? Ahlákın sesi yaşamın sesidir. Yaşamı okuyabilenler okuyabilirler ahlákı.

Yaşanan ahlákla idealleştirdiğimiz ahlák arasındaki uçurum nasıl kapanır?

Yaşanan ahlákla idealleştirdiğimiz ahlák arasındaki, kısaca söylersek, yaşamla ahlák arasındaki uçurumu nasıl kapatabiliriz? (İdealleştirdiğimiz ahlák, kök ahláka yaklaşan ahláktır!)

Bu yazının sınırları içinde önerilerimiz şunlar olabilir:

Bu dünyaya egemen olan ekonomik toplumsal, kültürel düzenin değiştirilerek kök ahláka yakınlaşmayı sağlayacak düzenin oluşturulması.

Böylesi bir alt yapı değişikliğinin verdiği imkânla bireysel tavır, anlayış, zihniyet değişikliği.

Bu değişikliğe uygun ortamın, sağlıklı bir ahlák ikliminin yaratılması.

Dünyaya egemen olan ekonomik, siyasal düzenin can ahlákının en büyük engeli olduğunu ütopik bir özlemle ileri sürüyoruz. Bu gezegenin binlerce yıllık tarihi bizi böyle bir düzene vardırdı.

İnsan henüz bu yarılmayı kapatmayı bilmiyor, bildiğini düşünse de başaramıyor.

İnsan varlığının belki de en trajik yanlarından biri de budur. Düşlediği, düşündüğü, umduğu gibi yaşayamamak. Onun bu gezegende güç savaşımı ile yaşamda kaldığını düşünürsek güç kullanımını tetikleyen doyumsuz arzuların, bitimsiz tutkuların meydanı olan düzen, can ahlákına izin vermez. Bu düzenle mücadele, yaşamla tazelenen yeni arayışlar, görüşlerle sürmeli. Kavga, insana yaraşan, insanı hakça bir düzene ulaştıracak dünya içindir.

Yaşam ahlákı, farklı inançlara, yaşama biçimlerine, onlarla yaşanan törelere, anlayışlara, görüşlere açık bir ahláktır. Birey bu açıklığı taşıyorsa birlikte yaşadığı insanların dayandığı ahlákı anlamaya, onlara tahammül etmeye yatkınlık kazanabilir. Birbirimizin ahlákının dayandığı ilkelere, değerlere saygı, atılacak ilk adımdır.

“Ne diye nefret ettiğim bu anlayışı, bu öğretiyi, bu dünya görüşünü anlamaya çalışayım?” diyebilirsiniz. Birlikte yaşamayı canımızla başarmak için.

Farklılıklarımızla yaşamımızı besleyen kök ahlákı fark ederek onu yeni araştırmalarla tazeleyip canlandırmak, geliştirmek, gerekirse can ahlákı değerleriyle dönüştürmek, ötekiyle birlikte yaşamada bir önemli diğer adım.

Ötekine saygı. Ötekine açıklık. Öteki hakkındaki yargılarımızın yanlış olabileceği, onlara karşı önyargılı olabileceğimiz kaygısı, temel bir ahlák kaygısıdır. Başkası bizim ötemizdedir. Onu ele geçirip kullanamazsınız, sömüremezsiniz.

Böylesi bir tavır değişikliğinin neredeyse imkânsız olduğunu söyleyebilirsiniz. Bugünün gündemi bu değil diyebilirsiniz. Bugüne bu düzenin dayattığı bakış açısıyla baktığımız, düşünceleriyle düşlediğimiz sürece, bu düzen, yaşamın zengin olanaklarını elimizden alır. Yaşayabileceğimizi yaşayamadan ölür gideriz.

Ahlák iklimi nasıl kurulabilir?

Bireysel tavır değişikliği bireysel alanda kalmamalı. Yaşama açık bireyler geleceğin yaşamı için bir ahlák iklimini kurmaya başlamalılar.

Ahlák, bir ortam, bir hava, bir iklim içinde yaşanır, öğretilir. Kuru sözler, dayatılan alışkanlıklar, cezalar, ödüllerle değil; ahlákın bir arada yaşanan canlı iklimini soluyarak.

İklimi yaşamak, birlikte yaşama düzeni olan ahlákı üstlenmeyi, sorumluluğunu taşımayı gerektirir.

Can taşıyan insan, evrenin enerjisini duyarak böyle bir ahlák yaşamının umudunu yitirmemeli.

Bu güven, bu umutla, yaşanan güç savaşımı içinde, çekişmeler, kayıplar, travmalar yaşaya yaşaya, kendine yakışan yaşamayı öğrenmelidir.

Öğrenecektir.

———————————

Kaynak:

https://fikirturu.com/insan/ahlák-ustune-dusunceler/

———————–

[i] Prof. Dr. Ahmet İnam – Felsefeci. 1947 Sandıklı doğumlu.1971’de ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. 1980’de Edmund Husserl’de Mantığın Yeri başlıklı teziyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde felsefe doktorasını yardımcı dalı Eski Yunan Dili ve Edebiyatı olmak üzere tamamladı.1980’den bu yana ODTÜ’de felsefe ve mantık dersleri veriyor. Sekiz yüzden fazla makalesi ve otuzu aşan kitabıyla, bilim teknoloji, sanat konularında araştırmalar yapıyor. 2014’te emekli olduktan sonra kendi üniversitesinde ve çeşitli üniversitelerde ders vermeyi sürdürüyor. Edebiyat kuramı ve eleştirisi ile ilgili çalışmaları 1967’den beri devam ediyor. Şiirimsi denemelerinin yanında yayımlanmış bir romanı da bulunuyor.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen