Ahmet Bey Ağaoğlu verdiği büyük mücadele ile hayatını Türk milletine, İslam âlemine adamış deha ve büyük bir şahsiyettir. Bütün hayatı mücadeleler ile geçen Ahmet Bey Ağaoğlu 1869 yılında Karabağ/Şuşa’da dünyaya gözlerini açmıştır. Ağaoğlu Şuşa’da Rus gimnazyasında okumaya başlamış. Ahmet Bey rus gimnazyasında eğitim görmeye başladığında bu okulda 4 Azerbaycan Türkü mevcutmuş. Ağaoğlu ile 5 Azerbaycan Türkü’nün tahsil aldığı bu okulda yüzlerle ermeni çocuklarının yaptığı ahlaksız davranışlar, zulümler, dövmeler, kavga çıkarmalar, eziyet vermeler, rahatsız etmeler sonucu diğer dört öğrenci ayrılmak zorunda kalıyor. Lakin Ağaoğlu bütün bunlara bakmayarak son sınıfa dek öğrenimini devam ettiriyor.
Ağaoğlu o yılları şöyle anlatıyor; ‘Bu beş kişinin yıllarca devam eden tahsili sırasında ermeni çocuklarından çektiklerini tarif etmek imkânsızdır. Teneffüs esnasında biz, beş Türk çocuğu çabuk davranıp arkamızı duvara dayamayı büyük bir başarı sayardık. Yüzlerce ermeni çocuğu birden üzerimize hücum eder, birisi şapkayı başımızdan alıp atar, diğerleri tekmeler ile dört beş altın değerinde olan Buhara derisi papağımızı toprak üzerinde yuvarlarlar. Bazıları kıymetli ve çoğu deve yününden yapılmış elbiselerimizin eteklerine yapışırlar, parçalarlar, sökerler, mukavemete kalksak, yumruk ve tokatla ayakkabılarının altından bizi ezerlerdi. Bazen ittifak edip üzerimize iftira atar, müttefikken şahit olurlar bizi haksız yere cezalandırırlardır. Arkadaşlarımızda çoğu dayanamadılar, mektebi terk ettiler. Son sınıfa kadar yalnız ben kaldım’.
Buradan anlaşılıyor ki, Ağaoğlu dirençli ve asla baş eğmeyen biri olmuştur. Zaten bütün hayatı boyu böyle devam etmiş ve asla hiçbir engel, güç karşısında baş eğmemiş ve onurlu duruşunu, mücadelesini devam ettirmiştir. Gençlik arkadaşı Hamdullah Suphi hatıralarında A. Ağaoğlu’ndan bahsederken şöyle bir anısını paylaşıyor:
‘Paris’de bir kahvede bir Fransız Türklerin aleyhine konuşuyor, artık eksik konuşuyordu. Hakarete dayanamayan Ahmet Bey Ağaoğlu bu tartışmaya dâhil oldu. Tartışma iyice büyüdü. Bu defa da Ağaoğlu’nun hakaretine dayanamayan Fransız onu düelloya çağırdı. Düelloda Ağaoğlu’nun sekundantı o zaman Paris’te tıp tahsili alan meşhur göz doktoru Esat Paşadır. Geçmiş sefirlerimizden, geçmiş harici iler namzetlerinden Hasan Esad beyin atası. Kaide- kanunla düvel şartlarının belirlenmesi Ağaoğlu’nun üzerine düşmüş. Hayatında o ana kadar eline tabanca almamış Ahmet Bey bu maceranın ölümle sonuçlanabileceği halde düello davetini kabul eder. Şart olarak iki metre aralıda duracakları sonra her biri öne bir adım atıp döş-döşe vuruşacakları söylenir. O zaman Fransız ölümün karşısında böyle korkmadan, gözünü kırpmadan çıkan ve ölürken öldürmeyi aklına getiren bu cesur Türk gencinden korkup düello fikrinden vazgeçer’ .
Ağaoğlu, mücadelesinden vazgeçmeyen, korkusuz, çabuk sinirlenen, sert, adaletsizliğe göz yummayan, hakkın sesini haykıran bilgin bir kişiliğe sahip münevverimizdir. Tanınmış tarihi roman ustası ve aynı zamanda akrabası olan Yusuf Vezir Çemenzeminli Ahmet Bey Ağaoğlu’nu şöyle anlatıyor;
‘Ahmet bey İslam ve Türk tarihine her kesten daha fazla vakıf idi. Mecliste konuşanda hiçbir molla cesaret edip onun fikirlerine karşı çıkamazdı. Ahmet Bey sert ve asabi bir adamdı, bilhassa beylerin kudurganlıklarına dayanamazdı. Onlarla bir mecliste karşı-karşıya geldi mi, her zaman kavga eder, her zaman da silahını hazır tutardı.’
Ağaoğlu buradaki okulu ile birlikte iki sene önce açılmış olan ‘’Realni’’ mektebini (matematik ve tabiat ilimlerine öncem veren bir nevi lise) liseye dâhil olur ve 1887’de bu liseden de mükâfatla mezun olur. Sonrasında yüksek tahsili için Petersburg’a giderek eğitimini burada Teknoloji Üniversitesi’nde devam ettirmek kararını alıyor. Yusuf Akçura ‘Türkçülüğün Tarihi’ kitabında A. Ağaoğlu için Petersburg’da ‘müsabaka imtihanından (seçme sınavından) muvaffak olsa da göz ağrıları nedeni ile geri dönmek mecburiyetinde’ kaldığını belirtmekte. Prof. Dr. V. Guliyev ise ilk sınavlardan iyi sonuçlar alsa da son sınavdan (trigonometriye) yeterli puan alamadığından bütün maddi zorluklara bakmayarak tahsilini devam ettirmek için Paris’e gitme kararı aldığını belirtmekte.
Yusuf Akçura’ya göre A. Ağaoğlu Azerbaycan Türkleri içinde tahsil için Avrupa’ya giden ilk genç olmakla onun Paris’e gitmesini şu şekilde yorumlamakta; ‘Moskova’ya, Kiev’e Ahmet Bey’den evvel de dört beş genç gitmiş; fakat Rusya hududunu aşamamışlardır’. Y. Akçura ‘Hudud aşırı memleketlere gidip tahsil ananesi, ancak ulum-ı şarkiye ve dinîye (doğuya has ve dinle ilgili ilimler) talebelerinde mevcut idi. Müctehid olmak isteyenler Kerbela’ya, Meşed’e, Medine’ye, Mısır’a gidiyorlardı. Ahmet Bey, bu ananenin cephesini değiştirdi. Ağaoğlu’na Paris’e gitmek fikrini ihtimal ki kendisinden on yedi yıl evvel Paris’te bulunmuş olan Kırımlı İsmail Bey Gasparalı’nın hareketi ilham vermiştir’.
Paris’e gelen Ağaoğlu burada altı ay yoğun Fransızca derslerinden sonra 1888 yılında Paris Sorbonne Üniversitesi Hukuk bölümü talebesi olur. Aynı zamanda Pratik Ali Tetkikatlar Mektebinde ‘Avesta’nın meşhur tatbikatçısı C. Darmstater’in Şark Dilleri Okulu’nda ise Şefer ve Barbiye de Meynarın Arap, Fars ve Türk dillerine dair mühazirelerini dinliyor, Şark ve İslam tarihi ile meşgul oluyordu. Ağaoğlu’nu Paris’te iken Şarktan çıkıp diyar diyar dolaşarak Paris’e gelen dervişlerden birinin polis tarafından elindeki asa, keşkül ve üzerindeki kıyafete bakarak serseri zannedip tutuklarlar. Bunu duyan Ağaoğlu kendi ikametgâhında oturtturmak taahhüttü ile serbest bıraktırır. Paris matbuatı ve Ağaoğlu’nun üstadı Darmşteter bu dervişe ve onun serbest ve orijinal sözlerine alakadar olurlar. Darmaşteter Ağaoğlu’ndan başından geçen bu hikâyeyi ve dervişle yaptığı muhasebenin özetini yazıp kendisine vermesini ister. Bu muhasebe özetle ‘Jurnal de Deba’da yayınlanır. Bu Ağaoğlu’nun matbuatta yayınlanan ilk yazısı olmakla birlikte kendisinin belirttiği gibi matbuat sahasına ilk kere atılması bu şekilde ve daha yirmi bir yaşında iken cereyan etmiştir.
Professor Ceyms Darmstater’in sevgisini kazanan Ağaoğlu onun aracılığı ile Mari Ronzon ile tanışır ve sık sık davetlere katılır. Bu davetlerde Fransa’nın meşhur ediplerinden Ernst Renan, Oppert madam ve mösyö Delakrua gibi edipler ile tanışır. Bu tanışıklıklar aracılığı ile de ‘’La Nouvelle Revue’’ dergisinin sahibi hanım Culyetta Adamla tanışmış olur. Ahmet Bey bu haftalık ‘’La Nouvelle Revue’’siyle ‘’Revü Blu’’ mecmuasına şark medeniyeti, kavimlerine dair yazmaya başlar.
Bununla da Ağaoğlu’nun Paris’te ‘’La Nouvell Revue’’, ‘’La Revue bleue politiqute et litteraire’’, ‘’Journal des debats’’ gibi nüfuzlu gazete, jurnal, dergilerde makaleleri yayınlanmaya başlar. Paris’te iken Ağaoğlu burada dönemim Abdülhamit aleyhtarları olan Ahmet Rıza bey ve göz doktoru Esat Paşa ve diğer genç Türkler ile tanışır. Ağaoğlu bu yıllarda Paris’te İslam birliği savunucusu meşhur Şeyh Cemalettin Afgani ile de tanışır. Hatta Ağaoğlu Afgani için ‘’İslam âlemi mütefekkirlerinden Cemalettin Afgani benim sade evimi başkalarının zengin saraylarından üstün tutmuş ve haftalarla bir yerde kalmıştık’’ yazmıştır. A. Ağaoğlu 1889 senesinde, Büyük Fransız İhtilali’nin sene-i devriyesi için açılan sergiye katılır ve burada Garp medeniyetinin en yeni ve muazzam eserlerini araştırmacı gözü ile inceler. Sergiye çeşitli yerlerden meşhur adamlar geldiği gibi İran Şahı Nasreddin şah da burada bulunur. Ağaoğlu İran şahını ilk defa burada görür. Gördüğü o anı ise hafızasına şu şekilde kaydeder; ‘’Şahın tacındaki pırlantalar, gözleri kamaştırıyordu. Göğsü mücevheratla mestur (kaplanmış) idi. İri gözleri, kalın çatık kaşları, dik başı, tasviri kabil olmayan bir gurur ve tekebbür (büyüklenme) ifade ediyordu Karno’nun sade siyah redingotu, dik beyaz fukolu, mütevazı tavrı, bu gurur ve serbest bir milleti temsil eden bir reis ile azamet ve ceberutu (aşırı kibirli/ acımasız) temsil eden bir müstebidi yan yana görüyordum. Lakin Paris halkı bu azamet ve ceberut ile alay etmek yolunu çabuk buldu’’. A. Ağaoğlu şahı ikinci görüşünü ise şöyle anlatıyor: ‘’Gece idi; yine halkın iki safı arasından geçiyordu, yolda üzerindeki mantoyu, her nedense, omuzun bir hareketi ile yere attı ve arkasından gelen sadrazama çevrilerek ‘’Berdar’’ emrini verdi. Zavallı sadrazam, derhal bütün o kalabalığın gözü önünde yerlere kadar eğildi, mantoyu kaldırdı ve bir uşak gibi kolu üzerine alarak taşıdı, durdu. Şah’ın bu edası ve sadrazamın bu mezelleti (düşkünlüğü), şark istibdadının mahiyetini gösteren bariz numunelerdendi’’ . Görüldüğü gibi A. Ahmet Bey Ağaoğlu daha yirmili yaşlarında Şark ile Garbın arasındaki bu denli uçurumu yöneticilerde dahi görebiliyor ve Şarkın ne kadar geride kaldığını belirtiyor. Düşünün ki, bu yıllarda Şarkın yöneticileri, Şahı bu halde iken acaba Şark halkının hali niceydi? İşte halkının ne denli çıkılmaz bir durum içerisinde olduğunu gören Ağaoğlu daha yirmili yaşlardan başlayarak makaleler yazmaya başlamıştır. Hatta bu dönemlerde Tiflis’te rus dilinde çıkan ‘’Kafkas’’ isimli gazeteye dahi haftada bir makaleler gönderiyor ve halkını, milletini, İslam âlemini düştüğü bu vaziyetten çıkarmak için çırpınıyordu.
Altı yıl süren Paris hayatı babasının ölüm haberi alması ile biter ve Ağaoğlu 1894’cü yılda İstanbul üzerinden Azerbaycan’a döner. Vatanına dönen Ağaoğlu burada(Şuşa) ders demeye başlar. Bu esnada 1896 yılında ‘’Maşrık’’ adlı gazeteyi neşrettirmek için çalışır. Lakin Petersburg Sansür Komitesinden ret cevabı alır. Buna bakmayarak 1897 yılında meşhur milyoner Hacı Zeynelabdin Tağıyev’den ‘’Kaspi’’ gazetesi hakkında teklif alır. O dönem sert baskılar olduğundan dolayı gazete çıkarmaya izin almanın zor olduğundan dolayı Tağıyev ‘Kaspi’’ gazetesini matbaası ile birlikte satın alır. Bu gazete rus dilinde yayın yapsa da bir müddet sonra Azerbaycan Türklerinin gazetesi haline çevrilir. Bu gazetenin redaktörü Ali Merdan Tobçubaşov olmakla gazetede Hasan Bey Zerdabi, Nermian Nerimanov, Celil Memmedkuluzade, Mehemmed Şahtahtinski, Firudun Köçerli gibi büyük yazarları mevcuttu. Ağaoğlu bu gazetede yazılar yazıp redaktörlüğünü yaptığı sürede Bakü Ali Ticaret Okulu’nda fransızca dersler demeye başlar.
Ağaoğlu’nun ‘’Kaspi’’ gazetesinde o dönem Azerbaycan Türklerinin, İslam dünyasının gerçek halini ortaya koyan bir sürü makaleleri yayınlanır. Bu gazetede ‘’İslam ve Ahund’’ sert dalaşma ruhta yazılmış kitabı da çap olunur. İşte burada Türkçülüğün ideolojik rehberi olan Ali Bey Hüseyinzade ile Türklerin birliği meselesine dair sürekli konuşup çözümler ararlar. İşte Fransada Afgan ile başlayan İslami düşünce ve Paris’te edindiği Garp düşüncesine (muasırlaşmak) bu dönemlerde yani A.Hüseyinzade ile tanışması ile birlikte Türçülük de ilave olur. ‘’Kaspi’’ gazetesinde ‘’Bizim Milliyetçiler’’ başlıklı makalesinde milliyetçiliğe dair düşüncelerini şu şekilde anlatır: ’’Milliyetçilik, bünyesinde saygıya layık, muhteşem bir hadisedir. O her bir halkın hayatında sabittir. Bence, beşerin tekâmülü tarihinde insan kalbinin dinden sonra ikinci büyük tapınağı milliyetçiliktir. Milliyetçilik tarih boyu eşsiz hünerler kaynağı olmuş ve olacaktır diye düşünmekteyim (182,1903, 25 Eylül). Ahmet Bey Ağaoğlu’nun ‘Kaspi’ gazetesinde yazdığı sıralarda Ahıska Türkü olan Ömer Faik Numanzade Şarki-Rus gazetesinde ‘Ahmet Bey Ağayev’ başlıklı bir makale ile onun hayatından bahsedip, yazdığı makalelerini okunması için makalelerinin yayınlandığı gazeteyi Sibir, Semerkant, Kazan, Orenburg, Ufa ve diğer Rus dilinde bilen Müslüman ve Türk halklarına duyurmaya çalışır. Bu yazısında A. Ağaoğlu için şu ifadelere yer verir: ‘’Birçok kıymetli eserlerin-adilerini irae (göstermek) ettiği bu nam şüphe yok ki, ortada ciddi bir eser ve delil olmayıp, ancak bir garez ve ya mecburiyet ile muvakkati paralatılan adlar, şöhret kazibler( yalan söyleyen, yalancı) kuvvetli fosfor eczası ile artırılan ışıklar gibi kısa sürede sönmeyecek, unutulmayacaktır. Bilakis her müessirin şanı esrin mükemmeliyeti ile olduğu gibi bu mükerreri- hürriyetperverin namı da benim bir iki dakikalık sözlerimle değil, yazmakta olduğu yararlı makaleleri ile eserleri ile ve mütevellit olduğu hamiyeti -milliyeti ile mütenasip olarak kalıp, ümmette birçok zaman baki kalacaktır. Evet, mademki, insanın ömrü ati içindir ve mademki, insanın bu penah(sığınmak) âleminde mükâfat ve mücazat gören özü değil, namıdır, kesbi-nakliyede de ki, o nam ‘’ruh’’ ile yâd edilmiştir. Bu halde Ahmet Bey Ağayev namının, yani ruhunun da uzun zaman berhayat kalıp mükâfat göreceğine şüphe yok”.
KAYNAKLAR
Ahmet Bey Ağaoğlu Seçilmiş Eserleri
Ömer Faik Numanzade Seçilmiş Eserleri
Yusuf Akçura Türkçülüğün Tarihi.
Ali Bey Hüseyinzade Seçilmiş Eserleri
Celil Memmedkuluzade Eserleri
Azerbaycan’da Romantik Türkçülük