Ahmet Hamdi Tanpınar, 1930’lu yılların sonlarına kadar Divan Edebiyatına karşıdır. Hatta Ankara’da Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde bu edebiyatın müfredattan kaldırılması gerektiği görüşünü savunmuştu. Beşir Ayvazoğlu, bundan hareketle onun 1930’lu yılların başında radikal bir Divan şiiri muhalifi olduğunu söyler.[1]
Yirminci Yüzyıl, eski şiir geleneğimiz konusunda aydınların bir ikilem yaşadığı dönem olmuştur. Tanpınar’ın “Gençleri seviyorum, fakat canım şiir okumak isteyince Bâkî Efendi’yi açıyorum.” sözleri de bu ikilemi yansıtması açısında tipik bir örnektir. Yine Tanpınar’ın şu sözleri yaşadığı hâli anlatması bakımından dikkate değer: “Eski şiirin tadı gittikçe beni daha fazla sarıyor. O kadar ki, divanlardan ayrı geçirdiğim zamanlara acıyasım geliyor. Bir zamanlar ben de onu kâh yaşa kâh etrafımdaki havaya uyarak ihmal etmiştim; şimdi içimde onu her şeklinde daha mütekâmil ve yüksek bulmaya çalışan bir taraf var.”[2]
Ahmet Hamdi Tanpınar, eski şiirle ve Nâ’ilî-i Kadim’le yakından ilgilenmiştir. Onun Erzurum’da görev yaptığı yıllarda diğer Batı ve Doğu klasiklerinin arasında Nâ’ilî-i Kadim divanını yanında götürdüğü bilinmektedir.[3] Anlaşılan o ki, Tanpınar Osmanlı medeniyetine mûsıkî kadar eski şiirin belli başlı şahsiyetleri etrafında da yaklaşmaktadır. Görüşü her ne olursa olsun onun en başından beri eski şairlerimizi okuduğu ve sevdiği belli olmaktadır.
Tanpınar, zaman zaman Nâ’ilî’ye ve Divan Edebiyatına devrin penceresinden de bakmaktadır. Hatta bir yazısında Dede ve Itrî’nin yanı sıra Nâ’ilî’yi yetiştirenin de Avrupalı Türk olduğunu ileri sürer.[4] Bu sebeple Tanpınar, ne kadar zevk duyarsa duysun bu edebiyatın temsil ettiği dünyayı kaldırmak gerektiğini düşünür. Eski kültürün estetiğini en iyi anlayanlardan biri olmasına rağmen bu edebiyata karşı dönem gereği bazen muhalif bir tavır takınabilmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Nâ’ilî-i Kadim’i böyle bir ruh ve zihin hâli içinde keşfettiğini düşünebiliriz. Tanpınar’ın görüşlerinin değişmesinde Yahya Kemal’in büyük etkisi olmalıdır. Antalyalı Genç Kıza Mektup’ta Tanpınar, eski şiirin lezzetini Yahya Kemal’den aldığını, Gâlib’i, Nedîm’i, Bâkî’yi, Nâ’ilî’yi ondan öğrendiğini ve sevdiğini söylemektedir. Hatta bu fikirlerini Huzur romanına da taşımıştır.
Tanpınar’ın Divan şiirine dâir fikirlerinin değişiminde eski şiirin estetiğini çok iyi hissettiği şairleri okumasının payı büyüktür. Yalnız bu okumaların ve ilginin onda inişli çıkışlı bir seyir takip ettiği şu sözlerinden anlaşılmaktadır. “Vakıa o zamanlar da Nedim’i, Nef’i’yi, Baki ve Nailî’yi severdim; fakat onlarda hatalı gördüğüm birçok tarafı unutarak ve ihmale çalışarak. Şimdi ise bu taraflar bilhassa hoşuma gidiyor.”[5] Peki, Tanpınar’ı Divan şiiri hususunda fikrini değiştirmeye sevk eden âsıl amil ne idi?
Bu soruya farklı şekillerde cevap vermek mümkün olmakla beraber bizce asıl âmillerden biri bu şiirin mûsikîsidir. Tanpınar, Osmanlı mûsıkîsine vakıf olduğunu eserleri vasıtasıyla göstermiş bir yazardır. Zaten bazı yazılarında da bu duruma işaret vardır: “Baki’de, Nef’i ve Naili’de, Nedim’de, Galib’de esas olan şey ‘nağme’ dir. Bütün o mazmunlar, ikizli, üçüzlü hayaller, hepsi oyunun dış tarafında kalırlar. Türk şiirinin tarihine bakılınca -her şiirde olduğu gibi- bu nağmenin tekamülü görülür.”[6]
Bu nağme konusu bizce Tanpınar’ın fikirlerinde “dil” konusuyla birleşir ve bir mevzuya ulaşır: O da sestir: “Eğer eskinin korkunç deniz kazasından herhangi bir mısra, bir beyit, bir hayal bugünün kıyılarına kadar gelmişse, biz Naili’yi, Galib’i, Nedim’i, Fuzuli’yi ve daima büyük olan Baki’yi zaman zaman hatırlıyorsak, hep bu sesin rüzgarlariyledir. Hançeremizi ve kulağımızı o terbiye etmiştir.”[7]
Tanpınar, eski şairlerin sevdiği bazı mısra ve beyitlerini yazı ve romanlarında söz konusu eder. Bu beyit ve mısralarla ilgili müstakil birkaç yazısı vardır. Eski şiirden mısralara bilhassa romanlarında da tesadüf edilir. Huzur’da Mümtaz’ın Nâ’ilî hakkında bazı düşüncelerine rastlarız. Nâ’ilî’nin “Lutf-ı kerem-i Hazret-i Mevlâ ile geçdik” mısraı eserde birkaç yerde zikredilir. Aynı mısra Tanpınar’ın yarım kalmış olan Aydaki Kadın romanında da zikredilir. Mümtaz’ın psikolojisi anlatılırken Nâ’ilî’nin meşhur “Kadem kadem gece teşrifi Naili o mehin / Cihan cihan elem-i intizara değmez mi…” beytinin onun en sadık arkadaşı olduğu söylenir. 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde Tanpınar, bu mısraları söz konusu ettiği bir yerde Nâ’ilî’nin halktan aldığını yine halka verdiğini, yani o çok sade lisanı yakalayabildiğini ifade eder.[8] Nâ’ilî’nin başka bir meşhur beytiyle ilgili ise yazar şunları söyler:
“Nâ’ilî’nin o harikulâde, ‘Mestâne nükûş-ı suver-i âleme baktık Her birini bir özge temâşâ ile geçtik’ beyti bu iki taraflı ruh hâlini çok iyi gösterir. Bu itibarla yukarıda bahsettiğimiz konferansı verirken, Massignon’un bu beyiti görmemiş veya hatırlamamış olmasına hakikaten müteessirim. Nâ’ilî’nin anlattığı bu hayran ve acele geçişte şair ve amatör kendilerini her beyitte ilga ederlerdi. Sanat eseri onları toplamıyor, kendi içlerinde ve kendisiyle beraber dağıtıyordu.”[9]
Tanpınar, günlüklerine de Nâ’ilî’den beyitler ve mısralar kaydetmiştir. Bu da onun herhangi bir mısra veya beyitte yakaladığı estetik bir duyuşla ne kadar ilgilendiğini gösterir. O, 17 Kasım 1961 tarihinde günlüğüne aşağıdaki mısraları kaydetmiştir:
Bilmeziz gül mü eder mey seni bülbül mü eder
*
Teferrüc etmeğe dil-i bihûdâne Nâ’ilîyâ
Verâ-yı âlem hayretde bir diyâr ister
*
Gedadır hep şahlar cümle gedâlar padişah
*
Neyleriz sahbâyı biz ol la’l-i nâbın mestiyiz
Âb u ateşden muhammer bir şarabın mestiyiz[10]
Nâ’ilî’nin Tanpınar üzerindeki en büyük etkisi büyük bir ihtimalle gazelleri üzerinden gerçekleşmiştir. “Genç Şairlere Dâir” yazısında bunu “Bu nesillerin birçok yazılarına iyi bir Nailî gazelini tercih ederim.”[11] sözleriyle ifade eder. Hocasının ve eski kültürün izinden giderek tarih, edebiyat, mûsıkî alanlarında çok zengin bir kültüre sahip olmuş bulunan Tanpınar, eski şiirin estetiğini en iyi anlayanlardan ve buna daha sonra sahip çıkanlardan biri olmuştur. Hatta eserlerinde Divan edebiyatının savunmasına girişir ve bu edebiyatın Garp’taki büyük edebiyatçıların eserlerinden hiç de aşağı olmadığını ifade eder.[12] Şu satırlar onun görüşlerini bir araya toplaması açısından önemlidir:
“Bununla beraber, bu şiir bir çeşit zanaatkârlıkta kalsa bile muayyen bir mükemmeliyet duygusuna erişmişti. Bize ait bir lirizmi, bir zevkperestliği, hikmeti, velveleli bir şikâyeti, hicviyenin bütün gılzetine rağmen cünbüşlü bir istihzası vardı. Bu itibarla umumî zevkin asıl büyük tanıdığı Fuzuli, Ruhi, Bakî, Nailî, Neşatî, Nabî, Nedim, Galip gibi şairler, muasırları garplı şairlerden pek az farklıydılar. Ve cemiyet hayatında onların benzeri bir rol oynuyorlardı. Halk tabakalarına muhtelif yollardan nüfuz ediyorlar ve halkın dilinden karşılıklı tesir alıyorlardı. Şüphesiz ki bu uzun ve bize ait ortaçağda memleketin her sınıf halkının dilini kullanmaları imkânsızdı. Fakat divanlarımız sadece rediflere bakılsa şehirli ağzına yaklaşmak için sarf edilen gayretle doluydu. Eski şiirin bütün bir tarafını yapan nükte konuşma diline ait söyleyiş tarzlarından gelir. Nailî’nin, Nedim’in, Nabî’nin, Şeyh Galib’in bazı mısraı ve beyitleri, eğer şiir sonunda bir mükemmeliyet meselesi ise, hiç de Garb’daki muasırlarından aşağı kalmaz.”[13]
Tanpınar, klasik şiiri birçok eski şairin yanında Nâ’ilî üzerinden de okur. Nâ’ilî’nin dili, ulaştığı Türkçe onun dikkatini çeker. Tanpınar buradan hareketle dille ilgili şu yorumu yapar: “Eski şiirin kabahati, tekrar edelim, dildeki kararsızlıktı. Ayrıca kendi estetiğinin fazla emrinde idi.”[14]
Tanpınar, bu edebiyata dair Batı’daki gibi bir klasik edebiyat endişesi taşır ve dokuz on isim arasında Nâ’ilî’ye de yer verir: “Asıl klasiğimiz kabul edilmesi icab eden bu birkaç yüz mısraın çoğu da bilhassa Fuzuli, Bakî, Nedim, Galip Nef’î, Nailî, Neşatî, olmak üzere sekiz dokuz şairin eserinden gelir.”[15]
Tanpınar’ın bazen eski Osmanlı dönemi şairleriyle Batılı şairleri beraber değerlendirdiği olur. Onun bu değerlendirmelerinde şairler arasında bir müştereklik aradığı görülebilir. Nitekim şu sözleri bu açıdan okunabilir:
“(…) Düşüncenin hâkimiyeti ve verbe’nin kuvveti. Racine, Boileau, Nef’î, Nailî, Villon, Chanson de Roland, Leylâ ve Mecnun, hatta Hüsn ü Aşk aralarında hiç münasebet olmadan birbirlerine yakındırlar. Aradaki bâriz fark bazılarında chanson’un daha bâriz görünmesi, hafifliği götürmesi, şeklini (rondo ile, bizim şarkı ve koşma ile hatta ballad da) az çok idare etmesidir.”[16]
Anlaşıldığı kadarıyla Nâ’ilî’nin Tanpınar’ı etkileyen en önemli yanı bulduğu şiir dilidir. Tanpınar eserlerinde bunu ısrarla söz konusu yapar: “Sekçuklular devrinde Anadolu kapılarını zorlayan insanlar, yeni vatanı benimseyen ilk kurucu nesiller, Osmanlı fâtihleri, bütün siyasî düzensizliklerine rağmen bize Itrî’nin dehasını ve Nailî’nin dilini veren, zevkimizin o tam inkişaf ve istikrar devri on yedinci asır sonunun insanı elbette birbirlerinden çok farklıydılar.”[17]
Tanpınar’ın Nâ’ilî’nin dili üzerinde bu kadar çok durması şairin asırlar içinde teşekkül ve tekâmül etmiş lisanı çok yoğun ve usta bir şekilde kullanmasıyla ilgili olmalıdır. O bir yerde şöyle der: “Eski edebiyatta dil mâverâya açılmış bir kapı gibidir. Bazan sevgilisinden bahsederken padişahı, padişahtan bahsederken Tanrı’yı zikreder. Hangisinin mevzu olduğu tahmin edilemez bazan.”[18]
Nâ’ilî’nin şiir estetiği kadar şiirde kurduğu denge Tanpınar için oldukça önemlidir. O “Nâ’ilî’de muvazene var.”[19]diyerek muhtemelen bunu kastetmiştir. Fakat onun bu sözleri şairin ortaya koyduğu şiir dünyasıyla ilgilidir. Nâ’ilî’nin dilinden çok etkilendiğini bildiğimiz Tanpınar derslerinde onun “derbeder ifadeli bir şair” olduğunu da ileri sürmüştür.[20]
Tanpınar, Türk Tarihini estetik bir bakış açısıyla okur. O, tarihimizi bizi yapan, içten içe şahsiyetimizi ören hadiseler yönüyle ve tabir caizse tefsir eder. İstanbul’un fethinden sonra bu şehirde kurduğumuz medeniyeti dört ana merhale üzerinden okuyan Tanpınar, 17. Yüzyıl’ı diğer şahsiyetlerle beraber Nâ’ilî’yi de yetiştiren bir dönem olarak kabul etmektedir.[21] Belki bu yüzden o eserlerinden zaman zaman bu dönem için “büyük ve verimli” ifadelerini kullanmaktadır.
Bunun haricinde Nâ’ilî’nin şiirde işlediği konular Tanpınar için oldukça önemlidir. İstanbul baharları bunlardan biridir. Tabiat ve şiirin beraberce, izlenimci bir eda ile birleştiği böyle mısra ve beyitler Tanpınar’ı cezbeder. O böyle durumlarda şairlerden örnekler verir. Mısra mısra estetiğimizin tarihini tespite çalışır. Söz gelimi Nâ’ilî’nin çok sevildiğini söylediği “Varakların gül-i ter Nâ’ilî döktü cûya” mısraı hakkında şu yorumu yapar: “Fakat acaba Nâ’ilî bu mısra’ında hakikaten İstanbul baharından mı bahsediyor? Böyle yaprak yaprak dağılan İstanbul sabah ve akşamlarının gülü olamaz mı?”[22]
Tanpınar, Osmanlı asırları için zihin yormuş, mesai harcamış bir entelektüeldir. O, Osmanlı tarihleri kadar divanlar üzerinden de bir okuma yapar. Yüzyıllara; yetiştirdiği dehalar, şairler, mimarlar, musikişinaslar perspektifinden bakar. 17. Asır onun için Itrî kadar Nâ’ilî’nin yetişmesi için de önemlidir ve verimlidir:
“Bununla beraber Şeyh Gâlib ilhamının iç mekanizmasında, tesir etmiş bir usta aramak lâzım gelirse daha ziyade Nâ’ilî hatırlanmalıdır. Mısralarının daima yekpare görünen mükemmeliyeti içine sığdırdığı ikizli hayalleri, ölçülü lirizmi, tasavvuftan aşka kadar şiirin belli başlı bütün tezlerini yüksek bir zevk haline getiren usta edası ile Nâ’ilî, şiirimizin inkişafında, Nef’î’den sonra, en çok tesiri olmuş on yedinci asır şâirimizdir.”[23]
Bir başka yerde Tanpınar, diğer bazı şairlerle birlikte Nâ’ilî-i Kadim hakkında da şu yorumu yapar: “Bir Nef‘i’nin, bir Naili’nin, bir Nedim’in geçtikleri bir an‘ane içinde muvaffak olabilmek için onların yürüdükleri yolu bilmek, yaptıklarını tanımak, çözmek ilk şarttır.”[24] Bu sözler, ismi etrafında bir mektep teşekkül etmiş eski şairleri anlama konusunda bizce en isabetli hükümleri ihtiva etmektedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Nâ’ilî’nin şiirlerini tasavvufî mevzular üzerinden de okur. Fakat onun burada tasavvufun işlevini ve şairin şahsiyeti ve eseri üzerindeki etkilerini tam olarak çözümleyemediği görülür. “Tasavvuf kâinatı bir gölgeler âlemi haline getirmiştir.” diyen Tanpınar, Nâ’ilî’nin “Verâ-yı âlem-i hayrette bir diyâr ister” mısraını örnek verdikten sonra “İşte bu âlemi zihnen olsun ortadan kaldırmak lâzımdır.” [25] demektedir. Fakat buna rağmen o, eski şiirdeki tasavvufî sembolizmi iyi bilmektedir. “Tasavvufta içki tamamen semboldür. Şark, bir neşvenin peşinde.” diyen yazar derslerinde bu sözlerine örnek olmak üzere Nâ’ilî’nin “Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz” mısraını zikretmektedir.[26]
Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı’nda Nâ’ilî-i Kadim’in şiirlerindeki tasavvufî havayı şöyle ifade eder:
“İşte XVII. asır şairlerinin klasik diyebileceğimiz dil zevkine şiirimizin birdenbire gidişinde, bu hızını arttıran tasavvuf ve Mevlevîlik sevgisinin hissesi olduğu muhakkaktır. Filhakika Neşâtî ile Nâ’ilî’nin ve Fehim’in remizlerle dolu, ikizli üçüzlü mazmunların gizli ve girift mânâsıyla zengin dili, böyle bir zevke çok iyi cevap veriyordu. Bu şairlerin kullanış tarzları ile dil, eşya arasında imkânsız denebilecek uygunluklar ve münasebetler kurmaya, ‘tekvîn’i devam ettirmeye en müsait hâle gelmişti.”[27]
Nâ’ilî’nin ve genel olarak da eski şiirimizin dünyası içinde önemli bir yere sahip konulardan birisi de İstanbul’dur. Ahmet Hamdi Tanpınar, Nâ’ilî’nin gazellerinde ve genel olarak da Divan şiirinin estetiği içerisinde İstanbul’un gizli saklı kalmış kültürünü duyabilmiştir. Nâ’ilî’nin meşhur gazelinde geçen “Tarîk-i fakâda hem-kefş olup Senâî’ye / Cenâb-ı Külhânî-i layhâre dek gideriz” mısraları hakkında şu ilginç yorumu yapar: “Ben Ebüzziya’da bu bahsi okuyana kadar eski İstanbul sokaklarında bu büyük şark hakiminin peşinden, tıpkı Nailî gibi ve şüphesiz ondan daha büyük bir imanla giden, bakımsız, sefil fakat kalpleri hayat neş’esi ve dostluk bağlılığı ile dolu bütün bir avare çocuklar nesli bulunduğunu bilmezdim.”[28]
Yine Beş Şehir’de Yeni Camii’den bahsederken “Bu pencereler ve kapı, bu kemerler bize Neşatî’den veya Nâ’ilî’den birer gazel gibi gelirler.” diyen Tanpınar bu sefer de şehrin mimarî unsurlarını şiire yaklaştırır.
Divan şiiri zevkini Tanpınar’ın öğrencilerine yansıttığını ders notlarından ve bazı mektuplardan öğrenebiliyoruz. Mehmet Kaplan, Nâ’ilî’nin “Kadem kadem gece teşrifi Nâ’ilî o mehin / Cihân cihân elem-i intizâra değmez mi” mısralarını Tanpınar’dan duyduğunu söyler.[29] Muhtemelen Tanpınar, desrlerinde ve sohbetlerinde eski şairlerin şiirlerinden örnekler okuyor ve bunları yorumluyordu. Ayrıca Tanpınar’ın kendi psikolojisinden kaynaklanan bazı sorulara şiirden hareketle cevaplar aradığı günlüklerinden anlaşılmaktadır. O “Ben benim?” sorusuna Nâ’ilî’nin,
Mestâne nükûş-ı suver-i âleme baktık
Her birini bir özge temâşâ ile geçtik (G. 201/4)
mısralarından yola çıkarak cevap vermeye çalışır. Bunun devamında ise şunları söyler: “Şiir belki hâlet-i ruhiyeler sanatıdır ama, hâlet-i ruhiyeler de tek başına olamıyor.”[30] Muhtemelen Tanpınar, böyle bir durumda yalnızlığını hissettiği gibi bunu biraz da eski şiirin bilgeliğine sığınarak telafi yoluna gitmek istemiştir.
Tanpınar, Tanzimat edebiyatçılarını değerlendirirken onların Nâ’ilî’ye dâir tesirlerine de temas eder. Muallim Nâcî’yle ilgili şu satırları önemlidir: “Onun, Hakanî ve Nâ’ilî gibi muayyen şairleri değerlendirdiği, unutulmuş zevkleri tazelediği muhakkaktır. Eski şairler için yazdığı şeyler bu bakımdan üzerinde ısrarla durulması gereken tecrübelerdir.”[31]
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Divan şiirine yaklaştıran asıl sebep bu şiirin estetiğini duymakla beraber Yahya Kemal’in etkisiyle yaptığı okumalardı. Tanpınar hiç şüphesiz daha önceden de bu edebiyata dair okumalar yapmış bir aydındı. Fakat onun yargıları Tanzimat neslinin düşünceleri bazı görüşleri yüzünden eksik ve hatalıydı. Bu şiirin dili ve mûsikîsi onu eski edebiyatın zevkine sürüklemiş, Tanpınar’ın estetik olarak da buradan beslenmesine yardımcı olmuştur.
[1] Beşir Ayvazoğlu, Tanrıdağı’ndan Hira Dağı’na Milliyetçilik ve Muhafazakârlık Üzerine Yazılar, Kapı Yayınları, İstanbul 2013, s. 220.
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yay., 4.bas., İst., 1995, s.17
[3] M. Orhan Okay, Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergây Yay., İstanbul 2012, s. 140.
[4] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Dersleri, Haz.: Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, s. 260.
[5] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1977, s. 179.
[6] Ahmet Hamdi Tanpınar, ag.e., s. 322.
[7] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1977, s. 353.
[8] Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Yay. Haz.: Abdullah Uçman, YK Yay., İstanbul 2007, s. 22.
[9] Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 32.
[10] İnci Enginün-Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa, Dergâh Yay., İstanbul 2013, s. 317.
[11] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1977, s. 406.
[12] Onun şu sözleri de aslında Divan Edebiyatını tenkit edenlere yönelik kuvvetli eleştiridir: “Şimdiye kadar eski şiire umumî olarak yöneltilmiş birçok tenkitler gördük. Fakat bu şiirin havasına girdikten sonra bir Fuzulî veya Bakî’nin, bir Nef’î veya Nailî’nin, Nedim ve Galib’in dehalarını tasdik etmiş tek bir yazıya da rastlamadık. İyi ama eski şiir dediğimiz şiir bunların kurduğu âlemdi.” Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995, s. 130-131.
[13] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995, s. 126.
[14] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995, s. 129.
[15] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995, s. 137.
[16] İnci Enginün-Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa, Dergâh Yay., İstanbul 2013, s. 282.
[17] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 26.
[18] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Dersleri, Haz.: Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, s. 282.
[19] Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 228.
[20] Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 115.
[21] Murat Koç, Ahmet Hamdi Tanpınar Araştırmaları Ömrün Gecesinde Sükût, Dergâh Yay., İstanbul 2014, s. 105.
[22] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 113.
[23] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 290.
[24] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1977, s. 92.
[25] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Dersleri, Haz.: Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, s. 283.
[26] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Dersleri, Haz.: Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, s. 98.
[27] Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Yay. Haz.: Abdullah Uçmaz, YK Yay., İstanbul 2007, s. 235.
[28] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1977, s. 247.
[29] Mehmet Kaplan, Âli’ye Mektuplar, Haz.: Zeynep Kerman-İnci Enginün, Dergâh Yayınları, İstanbul 1992, s. 91.
[30] İnci Enginün-Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa, Dergâh Yay., İstanbul 2013, s. 244.
[31] Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Yay. Haz.: Abdullah Uçmaz, YK Yay., İstanbul 2007, s. 544.