Aziz okuyucularım Çıplaklığın, akla, mantığa, hayale ve insana has bir vasıf olan utanmaya karşı korkunç bir savaş açtığı günümüzde sizleri, Rahmetli Prof. Mehmet Kaplan Bey’in “Bir ‘fikir adamı’ olmaktan ziyade, fikirler ve hayallerle oynayan bir şâirdir, yazılarının arkasında bağlantılı bir hayat görüşü yoktur.” diyerek çok doğru bir şekilde anlattığı Ahmet Haşim ile, onun genç kızlığımdan beri hayran olduğum şiirleri gibi hiçbir fikrin reklamını yapmayan şahane yazılarından biriyle, günümüze de uygun düşen bir fıkrasıyla başbaşa bırakmak istiyorum. Unutulanlardan olduğu için rahmete vesile olur diye de düşünerek…
AŞK VE KIYAFET
“Karanlık kıyılarına doğru ilerlediğimiz ölüm denizinden sıçrayan köpük serpintileri gibi, şakaklarında ilk beyaz saçlar belirmeye başlayan, kırk yaşına basmış okuyuculara soruyorum. Gençliğinizi, gençliğinizin o tatlı kalbini hatırlar mısınız? Bir kapı aralığından parıltısı size bir saniye vuran siyah bir gözün veya ipek bir peçe dokusu arkasından seçebildiğiniz taze bir tenin veyahut bir şimşek sür’atiyle önünüzden kaçarak perdeler arkasında kayboluveren genç bir eteğin sizi içine düşürdüğü o tahayyül, ürperme ve sıtma geceleri hatırınızda mı? Sır ve hava gibi göze görünmeksizin etrafınızda yaşayan o mahrem kadının uzaktan mıknatıs akımlarıyla kanınızda uyandırdığı fırtınalara karşılık niçin bugünün renkli, kokulu çıplak kadını, kendi neslinin gencine aynı ürperme ve çarpıntıyı veremiyor? Siz ey kırk yaşına basanlar, gençliğinizde kadından titrer, aşktan korkardınız! Bugünkü gencin gözündeki sert parıltı, dudaklarındaki zalim tebessüm, o eski tehlikeli aşkın gülünç ve ehli bir hayvana döndüğünü anlatmıyor mu?
Kadın cazibesindeki bu azalma acep nedendir? Bunu bazıları kadın kıyafetinin açık saçıklığına verdiler, bazıları da bu açık saçıklığı, kadında iffet hissinin eksilmesine ve neticede aşkın soysuzlaşmasına bir sebep diye öne sürdüler. Hâlbuki kıymeti nisbi olan iffet, zaman, iklim, din, âdet ve bilhassa giyiniş tarzlarına göre değişen kararsız bir fazilettir. Kadın psikolojisini tahlilde üstad olan bir yazara göre, kadın kıyafetinin, somurtkan fikir adamlarını acı düşüncelere sevkeden bu açık saçıklığı ile iffet arasında bir münasebet aramak hatadır. Harpten beri kadın elbiselerini bu derece hafifleten başlıca sebep, sporun medeni hayatta işgal etmeye başladığı yerdir. Vücut zindeleştikçe, dış tesirlere karşı mukavemeti de artmış ve artık hasta göğüsleri, sızılı kemikleri örtmekle vazifeli olmayan elbiseler, sıhhatli bir vücudun güzelliğini gizlemeyecek bir tarzda biçilmeye başlamıştır,
Kadın tavırlarındaki aşırı serbestiye gelince, bunun da sebebi harp imiş. Birçok faaliyet sahalarında erkeğin yerine geçen kadın, erkek işlerini görmekle erkek tavırlarını edinmeye başlamıştır. Fakat sebepler her ne olursa olsun, bu günkü kadın çıplaklığnın cinsi cazibeyi azaltmakta ve hassasiyeti uyuşturmakta olduğunda hiç şüphe yoktur. Sonsuz çıplak bacaklar ve sayısız açık göğüsler göre göre erkek gözü, kadın etinin yalnız görünüşüyle doyuyor. Bu soğuk ve kayıtsız göze hırs parıltılarını verebilmek için şimdi kadın ne müthiş kudretler sarf etmeye mecburdur!
Giyinmekte ve soyunmakta kadının yegâne muharriki aşk olduğunu göre, aşk oyunlarına bu derece zararı dokunan bir kıyafetin fazla devam etmesine imkân olmadığını haber vermek için hiç kâhin olmaya lüzum yoktur. Gariptir ki kıyafet bahsinde aşk ile iffetin dileği birleşiyor. Onun için er-geç kadın, yine yıldırımlarla yüklü bir gökyüzü gibi yavaş yavaş dumanlanıp kapanacak, sırma ve ipekten biçilmiş heyecan verici bulutlar arkasına çekilecek ve esrarengiz ışıklarını yine oradan yaymaya başlayacaktır. Spor açıklığı istiyorsa, spordan daha kuvvetli olan AŞK sır ve müphemiyeti istiyor.”
Ahmet Haşim: “Gurebâhâne-i Laklakan” (Sh: 125, 126, 127)
***
Genç kızlığım da hayran olduğum, hâlâ hayran olmakta devam ettiğim Ahmet Haşim’i, çok sevdiğim bir şiirinin bu satırlarıyla rahmetle anmak istiyorum.
“Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin
Bilsen
Melâl-i hasret-i gurbetle ufk-ı şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen
Ne ben
Ne de hüsnünde toplanan bu mesa,(akşam)
Ne de âlem-i fikre bir mersa (liman)
Olan bu mâi deniz
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnızca bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bu günkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende bende bir mânâ.”
***
Bu yazıyı büyük romancı, fıkra denilen türün benzersiz yazarı Peyami Safa ile sonlandımak istiyorum. Ahmet Haşim ile aynı devri yaşamış, ölümünün arkasından çok duygulu, af dilercesine şahane bir yazı yazmış ama Ahmet Haşim’den çok farklı olarak aşk dâhil, her sahada kalemini ustaca kullanmış Peyami Safa ile…
“Modern aşkların hakikate yaklaştıklarını söylerken hayalden tamamiyle uzaklaştıklarını iddia etmiyorum. Daha az hayâlî ve daha çok hakiki olduklarını anlatmak istiyorum. Çünkü her şey nisbîdir ve hayalin olmadığı yerde şiir değil, aşk değil, insan bile yoktur.”