Ahmet Rıfat Dündar Taşer’i Anlatıyor

Odgurmuş: Dündar Taşer konusuna devam ediyoruz. Onu tanıyan, onun sohbetine katılma imkânı bulan Namı diğer Ahmet Rıfat (Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel) ile yine bir hayali söyleşi gerçekleştireceğiz. Taşer’i çok yakından tanıyan ve onun fikirlerinden istifade eden büyüklerimizle yaptığımız bu söyleşilerde Taşer’in fikir yapısı tarihi olaylara vukûfiyet, gibi konular üzerinde duracağız.

Ahmet Hocam, siz 12 Eylül 1080 öncesinde Devlet Gazetesinde yazılar da yazıyordunuz. Dündar Taşer’i tanıyorsunuz. Onun 1972 yılında garip bir kamyonet kazasında vefatının ardından de yine aynı gazetede siz de bir yazı yazmıştınız. O yazıda neler demiştiniz?

Ahmet Rıfat: İnsanoğlu için görüş mesafesinden bahsedilir. Bu mesafe maddi olduğu kadar manevidir de… Bir şoförün veya Râsıd’ın görüş mesafesi ancak mekânda bahis konusudur ve uzunluk cinsindendir. Bir siyasi, bir mütefekkir için “Uzun görüşü, uzak görüşlü-derin görüşlü” tabirleri kullanılır ve zaman cinsindendir ölçüsü, manevidir. Her mahlukun Peygamber dahi olsa, zaman ve mekân içinde görüşü mahduttur. Bir peygamberin, neşir, tamim ve tebliği ile mükellef kılındığı din ne kadar uzun zamanı içine alıyorsa o kadar büyüktür. Neden İslam dini “Allah indinde yegâne dindir?” Bütün zamanı ve mekânı ihata eden tek dindir de ondan. Böyleyken onun mübelliği olan Hz. Peygamberin görüşü dahi sınırlıdır. O da Allah ne kadarını göstermiş ise ancak o kadarını görebilmiştir. Bizim gibi kulların görüşü ne ola ki…

Odgurmuş: Sanırım sözü Dündar Taşer’e getireceksiniz. Konuya girmeden önce Taşer’in bakış açısı ve ufku hakkında bir değerlendirmeydi bu. Devam edebilir miyiz?

Ahmet Rıfat: Bu kadar uzun izahatla şunu demek istiyorum: Biz aciz insanların görüş ufku o nisbette dardır ki en akıllı ve uzak görüşlü olanımız dahi ancak içinde yaşadığımız anı veya biraz evveli ile biraz ahirini, şöyle-böyle görebiliriz. İşte bu yüzden de bazı kimselerin böyle vakitsiz ölümlerine bir türlü akıl erdiremiyoruz. Rahmetli “Zaptiye Ahmet” için de böyle olmuştu. Allah’ın gücüne gitmesin, affına sığınarak düşünüyorum: Trafik kazasına kurban gidecek Dündar Bey’den başka adam mı yoktu? Keşke, diyorum, Cenab-ı Hak şu zaman ve mekânda Dündar Bey’e ölümü taddıracağına bin kişinin canını alaydı.

Odgurmuş: Taşer’in ani ölümü sizi çok sarsmış olmalı.

Ahmet Rıfat: Evet, biliyorum, başkasının canı ile kurban kesmek, başkasının canından temennide bulunmak kolaydır. Doğru, haklısınız… Ama ben yine öyle düşünüyorum… Lazımdı çünkü Dündar Bey. Ne yapayım, mazurum; hoş görülsün… Hani insanın “Ağzım kurusun, yok musun ey Adl-i ilahi!” diyesi geliyor. Siyaset ve sözde ilim muhitinde bu kadar mebzul miktarda “Siyasal ve de bilimsel” muzır ve muzahrafat dururken reva mıydı bu kazaya kurban diye Dündar Bey’i seçmek?… İşte burada benim aklım duruyor, idrakim “Dama” diyor. Evet, bütün zamanı ve mekânı, ezelden ebede, tek nokta halinde gören ve bilen “Bir Allah” şüphesiz O’nu, bu genç yaşında, bir sebep tahtında aramızdan aldı. Bunu biliyor ve iman ediyorum. Lakin niçin? İşte ben, dünya ölçüsünde ve aklımın sınırları içinde bu (Niçin) in cevabını veremiyorum… Sebebini bilen, bu sualin cevabını veren varsa beri gelsin… Onun için, bendeniz, Allah’ın bu aciz kulu, mecburen teslim oluyorum: Hikmet-i Hüda… “Elbette o her şeyi hakkıyla bilendir.”

Odgurmuş: Bildiğimiz kadarıyla Taşer Ankara’da bulunuyordu. Siz ise İstanbul’da ve daha çok “Ötüken Neşriyat” da bulunuyordunuz. Görüşmeleriniz nasıl oluyordu?

Ahmet Rıfat: Ben Dündar Bey’e medhiye yazmayacağım; beceremem. Zaten O’nun da ihtiyacı yok medhedilmeye. O ekseriya Ankara’da idi, bendeniz de İstanbul’da… Ankara’ya pek gitmem. Her ne kadar mekteblerde senelerce “Ankara Ankara güzel Ankara … Seni görmek ister her bahtı kara” nakaratını tekrarlamış isek de sevemedim Ankara’yı ben… İşimin icabı da buna eklenirse görmeme sebep yok Ankara’yı… Dostlarım olmasa hiç gitmek istemem. Rahmetli İstanbul’a arada bir gelirdi… Ve muhakkak uğrardı Ötüken’e… Hemen her seferinde görüşürdük. Aman Allah’ım! O ne mantık, o ne tefsir, o ne güzel izah… Buna rağmen rahmetli ile pek sık görüşmemekten dolayı fazla bir hatıram yok. Fakirin hafızası zayıf mı zayıf; konuşulanlar da uçtu gitti. Ama öyleleri var ki, unutmak ne mümkün? Bendeniz bekledim ki Dündar Bey’i “Şöyle adamdı, böyle adamdı, şu kadar yahşi-bu derece yamandı” sözlerinin dışında bilenler, sohbeti ile müşerref olanlar hakkiyle, o sohbetlerdeki hikayelerle ve hadiseleri izah tarzı ile anlatsınlar. Olmadı, bence olmadı.

Odgurmuş: Taşer hakkında çeşitli övgüler vs. denilmeyecekse; onun hakkında neler söylenebilir ki: O çok farklı biriydi bu doğru. Onu farklı yapan acaba neydi diye de sormak gerekir. O nasıl bir insandı? Neydi onu diğer insanlardan ayıran özellik?

Ahmet Rıfat: Zira Dündar Bey enteresan adamdı. Ne güzel tefsir ederdi hadiseleri, bildiklerini… Hayran olurdu. Hz. Peygamber’in herkesin burnunu tıkayıp, yüzünü buruşturarak yanında sür’atle geçtiği köpek leşinde bile “Ne güzel sık, muntazam ve beyaz dişleri var” diye bir güzellik bulması gibi rahmetli her hadiseden öyle güzel neticeler çıkarırdı ki mest olurdum. En kıvrak ve içinden çıkılmaz sualleri ne güzel karşılar ne basit fakat doğru cevaplar verirdi!… Mesela yanlış olmasın, vefatından bir iki ay evvel meşhur Senirkent’e gider. Sohbet sırasında halk sorar? “Bu işin sonu nereye varacak? Rey istediler, verdik. İktidarı muhafaza edemeyip, neredeyse üç buçuk komüniste teslim etmek üzere iken, bereket versin ordu imdada yetişti. Biz ne yapalım, bu neden böyle oluyor?” Cevaba bakın, diyor ki Dündar Bey: “Bir baba oğlunu meydana getirir, büyütür, yetiştirir, kız bulur, evlendirir ve gerdeğe sokar. Buraya kadar bütün vazife babanındır ve babanın işi burada biter. Gerisi tamamen oğlanın iktidarına ve maharetine, yiğitliğine kalmıştır. Lakin oğlan pısırık çıkar, kendisinden daha baskın, daha bıçkın, daha şirret çıkan komşunun oğluna elindeki kızı -namusunu- kaptırırsa, hiç olmazsa -Hayır! Ne münasebet? – demezse baba ne yapsın? Oğlanda iş ve iktidar yok. Erkek odur ki karısına sahip çıkar. Babanın hatası “Erkek” olmayan bu oğlanı evermesidir; yazık olmuştur kıza…” Bayıldım bunu dinleyince. Doğru değil mi? Milletin iktidarı teslim ettiği adam “Erkek” çıkmadı. Boyuna laf tokuşturdu çeşme başındaki kadınlar gibi. Şimdi de çalım satıyor, tehlike kısmen geçti çünkü.

Odgurmuş: Taşer 27 Mayıs 1960 askeri darbesine de katılmıştı. Zaten onun adını pek çok kimse 1960 darbesinden sonra duydu. Öylesine bir cevher o güne kadar saklanmıştı. 1960 darbesi tasvip edilmez ama Taşer gibi birinin ortaya çıkarılmasına vesile olduğu için bir nebze mazur görülebilir.

Taşer’in Fas hatıralarından çok çarpıcı bir örnek var “Cuma Namazı” na gitme konusu. Bundan bahsedebilir miyiz? Nasıl olmuştu?

Ahmet Rıfat: Dündar Bey 13 Kasım 1960’ta kader birliği yaptığı, birbirlerine karşı gelemeyeceklerine dair yemin ettikleri, elinde her türlü imkân varken, hayatları dahi elinde ve tabancasının ucunda iken, hem bu yemine sadık kalmak ve hem de “Yazık olur mermiye!” düşüncesiyle kurşuna acımaktan dolayı vuramadığı arkadaşları tarafından Fas’a sürülmüştür. O zamanki Fas sefiri -ki adını bilmiyorum ben- Dündar beye hüsnü muamele eder. Malum, bizden başka bütün İslam memleketlerinde perşembe öğleden sonra ve Cuma tatildir. Hafta cumartesi günü başlarsa da laik ve Avrupai olduğumuzdan Cumartesi ve Pazar da Hükümeti Cumhuriyetimizin tatili olmak hasebiyle bizim sefarette hafta pazartesi günü başlamaktadır. Sefir bey Dündar Bey’e geldiği zamanlarda haber yollar veya kendisi bizzat söyler ki bu hafta Tanca’ya gitsinler, gezilecek yerler vardır. Boş vakit geçirilir. Olur, der rahmetli ve giderler. Sefir bey ertesi hafta da Kazablanka’ya gitmeyi teklif eder ve oraya da giderler. Tabii perşembeden… Dündar Bey bir ara düşünür ki Cuma namazları kaynamaktadır. Bir daha gitmemeye karar verir. Üçüncü hafta sefir beyin gönderdiği habere menfi cevap verir. Sefir bey telaşa kapılır. Ne de olsa adam ihtilalci… Sefir Bey kalkar gelir ve acaba bir anormal hal mi oldu, bir memnuniyetsizlik mi var diye sual edince Dündar Bey “Hayır hayır” der. “Bilakis çok memnun oldum. Lakin aklıma geldi ki biz gezelim derken Cuma namazlarımız geçiyor; onun için olmaz dedim.” Sefir de cevaben “Zaten ben de bunun için her hafta ayrılıyorum ya…” deyince bizim rahmetli şaşırır. Sefir izah eder: “Efendim, burada her cuma günü falan camide   sultan bizzat hutbeyi okur ve namazı kıldırır. Devlet reisi, emir olarak, bütün İslam ülkeleri sefirleri ve sair sefaret ileri gelenleri namazda hazır olurlar. Bize gelince, malum ya biz laikiz, namaza gitmek olmaz. Yani gitsek de olmaz, gitmesek de. Ben en iyi çare olarak cuma günü burada bulunmamayı düşündüm ve her hafta bir yere gidiyorum. Hiç olmazsa bahane oluyor.” Dündar beyin o meşhur aklı ve mantığı tıkır tıkır çalışmaya başlar: “Aman efendim…” der, “Laik olan devlettir, şahıslar değil… Hem siz Müslüman değil misiniz?”… “Ben yarın namaza gideceğim… hem… durun, siz de beraber olacaksınız, birlikte gideceğiz” Sefir Bey şaşırır, ne yapsın? Yine başlar “Laiklik, Avrupalılaşmak, sağ, sol, öte, beri, nasıl karşılanır” falan demeye… Dündar Bey zeki adamdır, hemen anlar ve izah eder. “Bakınız!” der, “Ben ihtilalin içinden gelmiş, kelleyi ortaya koymuş, tüfeğin namlusunun önünde dahi susmamış bir kimseyim. Şu göğsümde taşıdığım can amorti edilmiştir. Yarın beraber gideceğiz. Sorun olursa “Ne yapayım tabancayı çekti, gitmem hususunda tehdit etti. Türk sefirine müşaviri tabanca çekmiş mi dedirteydim? Dersiniz olur biter.” Ve giderler namaza. Dündar bey askeri üniformasını da giyer. Sultana muhakkak haber verilmiştir adamları tarafından ayrıca hutbede de onları görür… Şimali Afrika’ya hareket ve hürriyet getiren Barbaros’u görür gibi olur Sultan. O gün, o Cuma bir başka konuşur Sultan… Bir başka hutbe okur, bir başka namaz kıldırır Sultan… Sanki asırlar ötesine gitmiştir Sultan… Namazdan sonra sefirimizi ve Dündar Beyi -müşavirini- kabul eder ve alıkoya, onlarla sohbet eder. Gözleri bir başkadır Sultanın, bugün sesi bir başka… “Ben” der, “Senelerdir bugünü bekledim. İstedim ki Türk sefiri namazda olsun. Rabbime çok şükür, ölmeden bugünleri de gösterdi. Beni bahtiyar ettiniz, Allah’ta sizi bahtiyar kılsın. Ne olur yerinizi alın artık… Yeter senelerdir devam eden hay ü huy… Milyonlar bunu bekliyor… Ne varsa Türkiye’de ve Türklerde… Ankara’daki sefirim mevcutların en iyisi, ama yine de memnun değilim. Ne yapayım ki daha iyisi yok. Fas’ta bütün üniversite mezunlarının adedi yirmi altı. Lakin Fransa’da doktora yapan bir çocuk var, çok şeyler ümid ediyorum ondan. Doktorasını bitirir bitirmez onu Türkiye’ye yollayacağım. Beni ihya ettiniz, berhudar olunuz! …”

Odgurmuş: Biz laik olacağız diye ve laiklik adı altında yaptığımız uygulamaların bizi İslam dünyasından nasıl koparttığını bugüne kadar biz göremedik. Bu laiklik denen uygulamanın bir faydasını da pek göremedik. Fransa’dan tercüme edilerek olduğu gibi alınan bu laiklik ilkesi bizim toplumumuza ne yazık ki uymadı. Taşer’in Fas örneğinde olduğu gibi biz kendi kendimizi aldatmışız.

Ahmet Rıfat: İşte budur Dündar Bey. Ben böyle tanıyorum rahmetliyi. Daha bunun gibi ne hikayeleri vardır Dündar Beyin. Dedim ya, benim fazla konuşmuşluğum yok. Sık sık sohbetinde bulunanlar elbette daha çok şeyler bilirler. Hafızalarını yoklayıp bunları yazsınlar. Nesillere kalacak olanlar bunlardır. Bilhassa şaşkın ördekler, mevti müteharrikler gibi dolaşan neslimize çok şeyler anlatır bu vak’alar. Derin derin düşündürür insanı… Ve insan düşündükçe, inledikçe ızdırap çektikçe insandır. Bendeniz, kısmet olursa, rahmetliye ait bir iki hadise daha anlatacağım. Tanrım rahmetinden esirgemesin O’nu ve davasını yerde bırakmasın! Âmin…

Odgurmuş: Dündar Bey bir ikindi güneşi gibi çabucak geçiverip gitti. Halbuki hareketin ona çok ihtiyacı vardı. O derleyip topluyordu. Hareketin mensuplarını fikren besliyordu. Onun yokluğunda yeni fikir adamları olmadı mı? Elbette oldu fakat onun yerini bugüne kadar kimse dolduramadı. Bize bıraktığı ve “Devlet Gazetesi” nde yayınlanan yazıları ve Ziya Nur tarafından derlenen görüşlerinin toplandığı “Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si” kitabı oldu.  Bu kitapları okuyarak onu bir nebze olsun tanıma imkânı elbette olur fakat bu nereye kadar demekten de kendimizi alamıyoruz.

Sayın Rıfat size bu hayali söyleşi için çok teşekkürler ederim.

Kaynak: Ahmet Rıfat (Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel), “Dündar Taşer’ Rahmetle Anıyoruz”, “Dündar Bey’e Dair” makalesi. Eskimeyen Dostlar Yayını, sayfa:74-78

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen