Doksanlı yılların başıydı. Odamda oturuyor ve doktora dersleri için notlarıma bakıyor, yorulduğum zamanlarda da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tekrar tekrar okuduğum Beş Şehir kitabını karıştırıyordum. Kim bilir kaç defa okuduğum, kaç defa döndüğüm bu kitabın birden fazla baskısı da vardı bende.
O arada odama bizim dönemlerden başka bir asistan girdi. Şimdi kim olduğunu hatırlamıyorum. Masamdaki kitabı görünce dudak bükerek “bu da ne” dedi, “senin kariyerinle bunun ne ilgisi var”. Hiç beklemediğim bu tepki karşısında afalladığımı hatırlıyorum. Nasıl mukabele ettim, ne dedim bilmiyorum ama çok şaşırmıştım.
Aradan yıllar geçti. Akademik kariyerimdeki bu uzun yıllar içinde akademiyi içeriden gözleme imkânına sahip oldum. Çok dalavere, çok adam çekiştirme ve ayak oyunu gördüm. Ama entelektüel kapasiteye sahip çok nadir adam gördüm. Varsa yoksa unvan ve kariyer, ek ders, konformizm, gösterişli davranışlar vs
En fazla da son yıllarda moda haline gelen sakallar, sırtta deri bir çanta, bazılarında bu özensiz kıyafetler ve genellikle sanatçılarda rastlanan tipte özenti aksesuarlara da dönüşebiliyor ve karşımıza tuhaf bir tip çıkıyordu. Genç nesil işi daha da abarttı.
Bazen bu özenti ve yakıştırmalar makale ve kitap isimlerine de yansıyabiliyor. Mesela Selçuklular için kullanılan Muhteşem Çağın Mütevazı Çocukları gibi bir başlık veya Gök Tengri’nin Çocukları gibi bir diğeri. Selçukluların yaşadığı çağ neden muhteşemmiş bir türlü anlayamadım.
Sultan Alaeddin’i zehirleyen bir nifak dönemi, Moğollar kapıdayken Ahlat’ın yerle bir edildiği ve aradan çok geçmeden her şeyin bittiği bir dönem. Abbasi sarayı, hilafet perdesi arkasında çevrilen entrikalar, Oğuz isyanı, Sencer’in son günleri, Atsız ve doğuda yeni bir güç, Süleyman Şah ve Büyük Selçuklular. Çağın neresi muhteşemmiş. Bir hayhuy ortasında kendini arayan ve coğrafyaya nizam vermeye çalışan bir hanedan.
Mütevazi oldukları da nereden çıkıyor. İbn Bibi’ye bakan biri Yassı Çemen öncesi veya sonrasında altın ibrikler ve nâzendeler eşliğinde düzenlenen işret meclislerini görünce böyle bir cümle başlık atabilir mi? Abbasi sarayına giren Tuğrul Bey bile, çadırdan gelen bir Türkmen beyi olmasına rağmen mütevazı değildir. Onda bile beylik gururu her şeydir.
Aynı şey makale başlıklarında da kendini gösteriyor. Orada da çok iddialı başlıklarla karşılaşılabiliyor. Bir zaman hayatı arşivde geçmiş, tek yaptığı iş arşiv kayıtlarını neşretmek olan birine, “bırak bu işleri de de biraz da roman, edebî eserler türünden bir şeyler oku” dediğimi hatırlıyorum.
Histoğrafya hak getire de sosyal bilimlerden de zerre nasibi olmayan çok sayıda hoca bugün o koca koca unvanları kullanıp caka satabiliyor. Bunlarda bırakın entelektüel bilgi ve birikim, kendi alanları dışındaki komşu alanlardan zerre miktar bilgiye rastlayamazsınız.
Bugün her nedense aklıma bunlar geldi. Entelektüel tecessüs ve merakın dip yaptığı, bir tür üretim bandındaki vasıfsız bir işçi gibi sürekli veri toplayan ve bunları üst üste yığarak sayfalar dolduran bir yığın proletaryadır akademide görüntü. Bunu söylerken genç akademisyenler arasında çok parlak tiplerin çıktığını inkâr ediyor değilim.
Benzer şey Darülfünun ilk kurulduğu dönemlerde de yaşanmış. Orada da istisnalar dışında genel görüntü gösteriş ve şatafat. Her neyse zamanı geldikçe bu konulara tekrar dokunmak istiyorum.