Ceylan ADANALI
“Milli Eğitim Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri” hakkında Mayıs ayında TBMM komisyonuna gönderilen yasa tasarısı geçtiğimiz günlerde onaylandı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetim sisteminde sorunlar,aksaklıklar ve hatta ciddi zafiyetler olduğu, mevcut yasanın revizeler ve yeni yapılandırmalar gerektirdiği şüphesiz. Ancak yine de yeni yasanın içeriğindeki bazı kararların sebebini anlamak oldukça zor. Tasarıda yok yok. Ama onca madde içerisinde öyle dikkat çekici ve şaşırtıcı 2 madde var ki, gerekçelerini ve mantığını sorgulamamak elde değil.
EĞİTİM KÖKENLİ MEB MÜFETTİŞLERİ ARTIK TARİHE KARIŞIYOR
Yıllardır sistemler değişmiştir, kişiler değişmiştir, ama öğretmenlerin “maarif müfettişi olmak hayali” hiç değişmemiştir. Esasen oldukça da zor ve meşakatli bir süreçtir MEB müfettişliğine atanmak. 4 yıllık bir yüksekokul mezunu olmanız yetmez, branşınızda Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda en az 10 yıl öğretmenlik yapmış olmanız gerekir müfettişliğe atanmak için. 10 yılı tamamlayamamışsanız da 5 yılın üzerine en az 3 yıl yöneticilik yaparak bu açığı kapamanız gerekir. Ardından Milli Eğitim Bakanlığı Müfettiş Yardımcılığı Sınavı’na girersiniz ve ancak öyle erişirisiniz bir MEB Müfettişi olma mertebesine.
Oysa şimdi, yeni eğitim yasasına göre; artık okulları denetleyecek olan müfettişlerimiz işletme, iktisat mezunu adaylardan seçilebilecek. Bir başka deyişle ÖĞRETMEN KÖKENLİ MÜFETTİŞLİK DÖNEMİ KAPANIYOR.
Bir eğitim müfettişinin görevi sadece; kurumun ve kurum personelinin mevzuata uygun hareket edip etmediğini denetlemek değildir. Eğitim ile ilgili sorunların çözülmesi için liderlik ve rehberlik etmek, teftiş etmekle yükümlü olduğu öğretmenlere mesleki yardım ve destekte bulunmak ve hatta eğitimcilerle mesleki toplantılar düzenlemek ve ufkunu açmak da bir maarif müfettişinin asli görevlerindendir. Bundan sebep; mevuzata ne kadar hakim olursa olsun, eğitim altyapısı olmayan birinin, bir işletme mezununun, eğitim kurumlarına müfettişlik yapması yeterli ve etkili olmayacaktır.
TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN AÇIĞI HER YIL 15BİN
Yine aynı kanun tasarısının hükmüne göre Yükseköğretim Kanunun maddelerinden birine “üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarına proje okullarında okul müdürlüğü görevi verilebilir” ibaresi eklendi.
Tecrübeli eğitimcilerin akademik birikimini, değerli akademisyenlerin danışmanlığıyla buluşturan bir eğitim modelini benimsemek yerine; okulların düşen kalitesinden müdürleri sorumlu tutup akademisyen müdürlerin bu soruna ilaç olacağını düşünmek ne kadar doğru? Üstelik Türkiye’de çığ gibi büyüyen bir akademisyen açığı varken.
Son 35 yılda; yükseköğretim kurumları öyle bir büyüme ve artış içinde ki, üniversitelerin toplam kontenjanı üniversite adaylarının sayısını çoktan aşmış durumda. Öğretim elemanları sayımızın bu hızlı artışa yetişemediği ülkemizde akademisyen açığımız özellikle son 5 yıldır gitgide artarak büyüyor. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre; Amerika Birleşik Devletleri yılda 60 bin, Rusya 30bin, Almanya 25bin, Japonya 20bin civarı doktora mezunu verirken Türkiye’de bu rakam sadece 4.500 ! Uzmanlar ülkemizdeki yükseköğretim kurumlarının hızlı artışını da hesaba katarak Türkiye’de her yıl 15bin doktora mezunu daha verilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Ülkemizdeki akademisyen açığı bu boyuttayken, kendini bilime vakfetmesi gereken akademisyenlerimizi okullarda müdür yapmanın mantığını anlamak gerçekten çok zor.
Eğitimin yıllardır anlık ve istikrarsız kararlarla şans oyununa döndürüldüğü, hataların yama usulü kapatıldığı ülkemizde şimdi de OKULLARIMIZ AKADEMİSYENLER TARAFINDAN YÖNETİLECEK, İŞLETMECİLER TARAFINDAN DENETLENECEK. HAYIRLI OLSUN.
—————————————
09 Temmuz 2016
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/564200/Akademisyenden_okul_muduru__isletme_mezunundan_MEB_mufettisi_yaratan_yeni_egitim_yasamiz_onaylandi.html