Âkif’e Dair-3: Safahât’ta İstiklâl Marşı’nın Kökleri-2

 

Prof.Dr. Saadettin YILDIZ

 (Geçen sayıdan devam)

 

4. Mehmet Âkif’te Sitem ve Güven: 

Büyük adamlara büyüklük vasfını kazandıran en önemli şahsiyet özelliklerinin başında, ümitlerinin büyük oluşu, zaman zaman endişeye, hattâ ümitsizliğe kapılsalar bile fütura düşmemeleri ve güvenebilecekleri üstün kuvvetleri isabetle keşfedebilmeleri gelir. Bu keşifte yanılanlar büyüyemezler. 

Safahât’ı inceleyenler, Mehmet Âkif’in hiç de azımsanmayacak sayıda “sitem dolu mısralar” söylemiş olduğunu görmüşlerdir. Bu sitemin zaman zaman ümitsizliğe dönüştüğü de gözden kaçmaz. Doğrusu, göz kamaştıran bir mâziyi geride bırakıp gözler önünde erimekte olan bir millete mensup olup da ağlamamak, bu çözülüş felâketinden ıztırap duymamak mümkün değildir. 1913-1914’lerde  söylediği: 

Nasıl tahammül eder hür olan esâretine?

Kör olsun ağlamayan, ey vatan felâketine.[1]                                   

mısraları, şairdeki melâlin kaynağını ifade etmek bakımından mühimdir. Vatan bir felâketin eşiğindedir; fakat Âkif’e göre, Türk milleti “yapabileceklerinin tamamını yapmak” hususunda gereken ataklığı göstermemektedir. Şair bu hale tahammül edemediği için millete; milletin bu zilleti hakketmediğine inandığı için de Allah’a sitem eder. 

Şairin millete sitemi, şüphesiz, felâketten bir an evvel kurtulmayı arzulayan hassas bir ruhun milletteki hamiyyet duygusunu kamçılama maksadından kaynaklanmaktadır. Bu sitemin bazen çok ağır bir tenkide dönüşmesi ise insanımızı kendi nefsi ile karşı karşıya getirmek, onu esaslı bir nefis muhasebesine zorlamak düşüncesiyle ilgilidir. 

Şu mısralardaki sitemde hem bütün millete yöneltilmiş sert bir tenkid, hem de bariz bir “mâzi-hâl mukayesesi” vardır: 

Bakın da haline ibret alın şu memleketin!

Nasıldın ey koca millet, ne oldu âkıbetin?

Dilenciler bile senden şereflidir billâh.

Damarlarındaki kan âdetâ irinleşmiş;

O çıkmak istemeyen can da bir yağın leşmiş!

Çoluk çocuk kesilirken, kadınlar inlerken;

Zavallılar seni erkek sanır da beklerken;

Hayâyı, ırzı ekip yol boyunca çırçıplak,

Kaçarsın öyle mi, hey kalp adam; sıkılmayarak![2] 

 

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza!

Tükürün, belki biraz duygu gelir ârımıza.[3]

 

Ne hatırâtına hürmet, ne an’anâtını yâd;

Deden de böyle mi yapmıştı ey sefil evlâd?

İâde etmenin imkânı yoksa mâzîyi

Bu mübtezel yaşayıştan gebermen elbet iyi.[4]

 

Türk milletinin içinde bulunduğu sıkıntılar, şairi bir taraftan insanımızı hesaba çekmek zorunda bırakırken, bir taraftan da Allah’a sitem etmeye götürmüştür. Âkif gibi inancı son derece sağlam olan bir şairin:

 

Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?

Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî![5]

 

Çektirmediğin hangi elem, hangi ezâdır?

Her ânı hayâtın bize bir rûz-ı cezâdır![6]

 

diyebilmesi, onun, bilhassa 1911’lerden sonra karşı karşıya kaldığımız seri kayıplardan ne derece  üzüntü duyduğunu ortaya koymaktadır. 

Ancak, Âkif’in şiirlerinde Türk Milletine duyduğu güveni, Allah’a bağladığı sarsılmaz ümidi ifade eden mısralar da az değildir. Şair, Türk milletinin -çok ağır şartlara rağmen-toparlanacağına, düşmanı da, ağır şartları da alt edeceğine inanmaktadır. Çünkü Türk milleti “Hakk’a tapan”, ona lâyıkı ile kulluk eden bir millettir. Bu kulluğun en önemli vasıflarından biri de vatanı sevmek ve onu korumak için her türlü gayreti göstermektir. Millet bu gayreti onca menfî şarta rağmen gösterdiğine göre, “Allah’ın daimî istiklâl vaadi” gerçekleşecektir. 

Şairin Allah’a ve Türk milletine beslediği güven, ondaki endişe ve üzüntünün daimî bir ye’se dönüşmesine fırsat vermez: 

Hâdisât etmesin oğlum seni asla bedbîn…

İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden…

Ağacın kökleri mâdemki derindir cidden;

Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş ne zarar?[7]

 

“İş bitti…Sebâtın sonu yoktur!” deme, yılma!

Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma![8]

 

Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun.

Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun![9]

 

Batmazdı bu devlet, “batacaktır” demeyeydik.

Batmazdı, hayır, batmadı, hem batmayacaktır;

Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır.[10]

 

Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa;

Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa;

Bu altımızdaki yerden  bütün yanardağlar,

Taşıp da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar;

Değil mi cephemizin sînesinde iman bir;

Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;

Değil mi sinede birdir vuran yürek…Yılmaz!

Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz![11]

 

Yukarıya aldığımız mısralar, şairin yerine göre sert bir dille tenkid ettiği Türk milletine aynı zamanda büyük bir güven beslediğini de ifade etmektedir. Sitem, kahır ve üzüntü ile yan yana, iç içe duran bu güven duygusu, İstiklâl Marşı’nda billûrlaşan istiklål ümit ve inancının çekirdeğini teşkil eder. Gerçekten, İstiklål Marşı’nda kesin bir güven duygusu vardır. Şair, yukarıda kısaca bahsettiğimiz Allah’a güven (iman) ve millete güven (millî duygu)i İstiklâl Marşı’na temel olarak kullanmıştır. İman ve millî duygu, şiir boyunca, hemen her kıtaya serpiştirilmiş olarak, kuvvetle devam eder. 

İstiklâl Marşı’nın yazıldığı 1921 yılında, Türk Milletinin genel durumu hiç de iç açıcı değildi. Avrupa’nın maddî-manevî teşvik ve desteği, vesâyeti altında bulunan Yunanlı, Marşın yazılışından bir kaç ay sonra Bursa’yı işgal etmiş ve Türk’ün maneviyatında önemli bir gedik açmıştı. İçerde de tam bir emniyet ve insicam içinde değildik. Düşman her an memleketin kalbgâhına kadar gelebilir; millet çok büyük  bir moral bozukluğuna düşebilir; şer kuvvetler çoğalabilir, çok daha etkili olabilirdi. 

Marş’tan birkaç ay sonra yazılan Bülbül Şiirinde yer alan,

 

Ne hüsrandır ki Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı![12]

 

mısralarındaki suçluluk duygusuna rağmen, şairin İstiklâl Marşı’nda bu tür duygulara yer vermeyerek tam bir güven ve ümit telkinine  geçebilmiş olması son derece mühimdir. 

İstiklâl Marşı, “Yurt toprağı üstünde tüten en son ocak sönmedikçe bayrağın Türk ülkesinin şafaklarında dalgalanışının da devam edeceği” inancı ile başlar: “Türk milleti, Hakk’a tapan bir millet olarak istiklâli hakketmiştir”; “Batı en gelişmiş savaş vasıtalarına sahipse, Türk milleti de sarsılmaz bir imana sahiptir”; “Altında sayısız şehidin yattığı vatan toprağı sıradan bir toprak değildir”; sıkılsa  şehitler fışkıracak kadar kanla yıkanan bu topraklar için kendini feda etmeyecek bir tek Türk yoktur”; Bir mâbed kadar mukaddes olan Türk yurduna, ona bir Türk gibi bakmayacak olanlar dokunamamalıdır”; “Allah’ın varlığına ve birliğine şahadet eden ezanlar bu yurdun üstünde ebediyen yankılanmalıdır”… gibi temel duygu ve fikirler üzerine oturtulan İstiklâl Marşı, “Bayrağa da, Türk milletine de ebediyete kadar izmihlâl yoktur” düşüncesiyle sona erer. 

1915’te yazılan:

 

Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz;

Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!

Düşer mi tek taşı, ecsadın, harîm-i nâmûsun?

Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun.[13]

 

mısralarındaki anlayış, İstiklâl Marşı’nın ilk kıtasındaki fikrin temelini teşkil ettiği gibi;

 

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

 

kıtasında da -tarihî perspektif de teşkil ederek-kuvvetle devam eder. Buradaki fikrin ayrı bir çekirdeği de 1919’da yazılan;

 

Hangi kuvvet onu, hâşâ edecek kahrına râm?

Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.[14]

 

mısralarında mevcuttur.

 

Dışı baştanbaşa bir nesl-i kerîmin yâdı;

İçi boydan boya milyonla şehîd ecsâdı.

Öyle meşbû-i şehâdet ki bu öksüz toprak:

Oh! bir sıksa adam otları kan fışkıracak!”[15]

 

mısraları da -ki 1912 tarihini taşımaktadır- İstiklâl Marşı’ndaki,

 

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ!”

 

mısralarını hazırlamıştır.

 

İstiklâl Marşı, şairin Allah’a beslediği güveni ifade bakımından da, geçmişteki şiirlerin devamı mahiyetindedir.

 

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın,

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın!

 

mısraları, Hakk’a inanan Türk milletine onun mutlaka yardım edeceği inancını ifade eder. Safahât’ın birçok mısraında “Allah’a dayanmak” fikrini buluruz.

5. Sonuç: 

İstiklâl Marşı, berrak bir şiirdir: Heyecan kaynağı olarak da, istiklâli isteyiş sebebi olarak da, ne için mücadele edildiğini izah bakımından da, Türk milletinin nihâî hedefinin ne olduğunun tesbiti açısından da karanlıkta kalan bir nokta yoktur. 

Marş’tan önce yazılan şiirlerinde insanımıza yöneltilen, hattâ Mart 1921’den sonraki bazı şiirlerde de sürdürülen sert tenkitler, İstiklâl Marşı’nda yoktur. Biz, İstiklâl Marşı’ndaki tenbihleri, “kalıcı ve yol gösterici millî bir şiirde bulunması şart olan aslî tesbitler” olarak görüyoruz. 

İstiklâl Marşı’ndan önce: 

Damarlarımızdaki kan âdetâ irinleşmiş,

O çıkmak istemeyen can da bir yığın leşmiş![16]

 

Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu?

Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?[17]

 

Âşinalık yok, hayalin konsa en bildik yere,

Yâd ayaklar çiğniyor, düşmüş vatan yåd ellere![18]   

                       

ve benzeri birçok mısrada tekrarlanan; İstiklâl Marşı’ndan sonra da:

 

Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;

Bugün bir hânümansız serserîyim öz diyârımda!

 

Ne hüsrândır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı![19]

 

gibi mısralarda devam eden sitemin, İstiklâl Marşı’nda -ikinci kıtada bayrağa yönelen sitem hariç- yer bulmamış olması, İstiklâl Marşı’nın aynı zamanda bir “millî moral şiiri” oluşunun tabiî sonucudur. 

Verilen örnekler dikkatle incelenir de kronolojik  seyir tesbit edilirse, İstiklâl Marşı’nın meydana geliş macerası daha iyi anlaşılacaktır. Görülecektir ki “inan ki her ne demişsem görüp de söylemişim” diyen M. Âkif, İstiklâl Marşı’nı “son derece kompleks bir olaylar hengâmesini ve onun çok yönlü tarihî perspektifini idrâk ettikten sonra” kaleme almıştır. 

Şairin o hengâmeden aldığı ihsaslar, şiirlerinde kademe kademe filizlenir ve İstiklâl Marşı’nda gerçek mecrâına oturur. İstiklâl Marşı, bir “final şiiri”dir ve tabiî, kökleri o zamanın sosyal olayları ile, şairdeki edebî birikimin derinliklerinde şekillenmiştir. 

—————————————————————

 

[1] Safahât, s.282, “Fatih Kürsüsünde”

[2] Safahât, s. 265, 266, “Fatih Kürsüsünde”

[3] Safahât, s. 199, “Hakkın Sesleri”, 1912

[4] Safahât, s.265, “Fatih Kürsüsünde”

[5] Safahât, s.214, “Hakkın Sesleri”, 1913

[6] Safahât, s. 301, “Hâtıralar”, 1915

[7] Safahât, s.442, “Âsım”, 1919

[8] Safahât, s.210, “Hakkın Sesleri”, 1913

[9] Safahât, s.209, “Hakkın Sesleri”, 1913

[10] Safahât, s.466, “Gölgeler” -Yeis Yok-, 1919

[11]Safahât, s.352, “Hatıralar”, 1915

[12] Safahât, s.474, “Gölgeler” -Bülbül-, 1921

[13] Safahât, s.351, “Hatıralar”  -Berlin Hatıraları-, 1915

[14] Safahât, s.426, “Âsım”, 1919

[15] Safahât, s.179, “Süleymaniye Kürsüsünde”, 1912

[16] Safahât, s.265, “Fatih Kürsüsünde”

[17] Safahât, s.197, “Hakkın Sesleri”, 1912

[18] Safahât, s.230, “Hakkın Sesleri”, 1913

[19] Safahât, s.474, “Gölgeler” -Bülbül-, 1921

 

Yazar
Saadettin YILDIZ

Saadettin Yıldız, 1946 yılında Sivas Şarkışla Demirköprü köyünde doğdu. Yedi sekiz yaşlarındayken, öğrenim için köyünden ayrıldı. İlkokuldan sonra hep yatılı okudu. Pamukpınar İlköğretmen Okulu'nu, Ankara Yüksek Öğretme... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen