Akıl, Mantık ve Felsefe Düşmanı Bir Edip: Necip F. Kısakürek

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof.Dr. Hasan AYDIN[i]

Belli politik kesimlerce Necip Fazıl Kısakürek, daima gençlere ideal bir model olarak sunulur, eserleri yeniden ve yeniden basılır. Kısakürek’in, edebi yönü, şair yönü elbette önemlidir; bunu kimse inkâr edemez diye düşünüyorum. Ancak çalkantılı kişiliğine, devlet desteğiyle eğitim için gittiği Fransa’daki bohem yaşamına, Yassıada’da örtülü ödenek davasında aldığı paraların hesabını verme uğraşına, para almak için yazdıklarına, kalemini para verilirse verenden yana kullanacağı türünden söylemlerine, çapkınlık dolu yaşantısına değinmek bile istemiyorum. İdeolocya Örgüsü içindeki, uygarlığa, demokrasiye,  özgürlüklere, kadına,  insana bakışını ve siyasal İslamcı yaklaşımını da irdelemek istemiyorum. Bunlarda da, elbette köklü sorunlar vardır ve köklü eleştirel analizlerini yapmak gerekir. Sırf bunlar bile gençlerin önüne model olarak önerilmesini tartışmalı hale getirir.

Bir felsefeci olarak beni daha çok ilgilendiren, akla, mantığa ve felsefeye bakışıdır. Öyle ya, gençlere örnek olarak sunacağımız kişinin, aklı, mantığı, eleştirel düşünmeyi ve felsefeyi önemsemesi beklenir ya da en azından kanımca beklenmelidir. Çünkü aklı, mantığı, eleştirel düşünmeyi ve felsefeyi reddedince geriye sadece duygular, özlemsel düşünümler ve doğmalar kalmaktadır. Bu sonuç da kendi başına sıkıntılıdır; çünkü duyguları, özlemsel düşünümleri ve dogmaları anlamlandırmak için bile akla gerek vardır. İslam geleneğinde denildiği gibi, aklı olmayanın dini de olmaz. Aklı yadsımak bastığı dalı kesmek demektir. Öyle anlaşılıyor ki, Kısakürek, felsefi akılcılığı bir kenara bıraksak bile, kelâmi/teolojik akılcılığa bile meydan okumakta, gnostik/mistik bir görüşe savrulmaktadır. Kaldı ki, gnostik/mistik yaklaşım bile tümüyle aklı saf dışı edemez. Ona göre aklın tek işlevi vardır; o da aklın kendisini yıkmaktır.  Mümin-Kâfir adlı diyaloğunda, Bergson’a ve Gazzali’e dayanarak (onların otoritesini kullanarak) şöyle demektedir:

“Aklın, nihaî hamle ve kazanç olarak, kendi kifayetsizliğini anlamasından, kendi kendisini tahrip etmesinden başka hiçbir nasibi yoktur. Nitekim kendisinden evvelki akılcılar sistemini yıkmış olan Garplı bir filozof (Bergson), hasımlarının, ‘sen akılcılık mesleğini yıktın ama, metodun aklîdir; buna ne dersin?’ sözüne şu cevabı vermiştir: ‘Demek ki, aklın en üstün ve en nihaî faaliyeti, kendi metoduyla kendi kendisini tahrip etmekmiş.’  (…) İmam-ı Gazali diyor ki: “Aklı gerdim, gerdim, kopacak kadar gerdim, gördüm ki, o, sınırlıdır ve kendi kendisine varabileceği hiçbir nihayet noktası yoktur. Aklımı kaybedecek hale geldim ve Allah Sevgilisinin ruh feyzine sığınıp her şeyi anladım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın verâsıdır.”

Her şeyden önce, Bergson’un sezgici olduğunu ve aklı tümüyle dışlamadığını, yine Gazzali’nin, tasavvufa yöneldiği dönemlerdeki yapıtları dâhil hemen her yapıtında, aklı öve öve bitiremediğini belirtmek gerekir. Bu aktarımlar, olsa olsa, geçmiş düşünürlerden cımbızlanmış (bu sözler gerçekten onlara mı aittir; sanmıyorum), otoriteye başvurmaktan başka bir anlama gelmemektedir.

Akla güvenmeyen bir kişinin, anlamamız için düşünürlerden pasaj aktararak aklımıza seslenmesi, yine ‘aklın kendisini yıktığı’ gibi akılcı bir önermeye inanması olsa olsa olsa mantıksal bir çelişki olarak yorumlanabilir.

Kısakürek’in mantığa bakışı kısmen doğru olsa da, çıkardığı sonuç hakikaten sakattır. Şöyle diyor:

“Mantık, bir inanıştan sonra, tıpkı bir (Geometri) mütearifesine bina edilen icaplar gibi, o inanışa bağlı gereklerin, sebep ve neticelerin idrak ölçüsünden başka bir şey değildir; ve sultan olmak yerine vezir selahiyetinde bir vasıtacıktır. Sultan ferman eder, vezir de icaplar ve gerekler manzumesinin örgüsünü tertipler. Bu işin de ismi mantık olur.”

Aklın kendisini yadsıdığını söyleyen birisinin, kendi aklıyla, mantığı sultan yerine koyduğu imanın veziri (hizmetçisi) sayması tutarlı görülemeyecek bir tutumdur. Aklın aczini ortaya koyduktan sonra, mantığı, imanın hizmetine sokmak, açık bir çelişkidir. Aklın kendi kendisini çürüttüğünü söyleyen birisinin,  akılcı bir argüman geliştiremeyeceği, tutarlılık adına fideizme kayacağı beklenir. Ama bunu başarmak bile ne savunduğunu anlamayı, yani aklı gerektirir.

Kendi kendisini çürüttüğünü söyleyerek aklı eleştiren Kısakürek, ‘İslâm’da felsefe diye bir şey yoktur’ dedikten ve tarihsel İslam felsefe geleneğini yadsıdıktan sonra, İslam-felsefe karşıtlığı kurarak şöyle der:

“İşte felsefe, tarafsızlıktan yola çıkıp, bulacağı veya bulamayacağı nispet ve istikametlere göre kendisine taraf arayan başıboş düşünce manzumelerinin adıdır. Hakikat, felsefe için güya varılması lazım gelen, fakat asla varılmayan, varılmayacak ve boyuna aranacak olan bir hedef, bir ilk merhaledir. İslamdaysa sadece bir ilk temel ve bir ilk ve mutlak arayış. Yani İslâmda hakikat peşin ve varlığın sırlarını aramak ondan sonra. Birbirinin yanlışını çıkartmaktan başka rolü olmayan felsefeyi, perişan ve her dem birbirinin başını yemek gayesinde bir demokrasiye benzetecek olursak İslâma hakikat saltanatı gözüyle bakabiliriz. Demek varış önce, arayış sonra… Varışa bağlı tefekkürün adı da felsefe değil, hikmet. Felsefe başıboş bir çıkış ve bulamayış, İslâmi tefekkür ise düzenli bir yol alış ve bulduğunu derinleştiriş ve genişletiş.”

Peki, Kısakürek’e göre felsefenin hiç mi faydası yok? Elbette vardır, sözü yine ona bırakalım:

“Var! Hem de ne büyük fayda! Söylediğim gibi, birbirinin yanlışını çıkarma, birbirini yerme, yeme faydası. Ve iman sahiplerine bâtıl aklın ne demek olduğunu göstermeleri, mücadele sahası açmaları ve tababette mikroba karşı yapıldığı gibi bir nevi (asepsi) ve (antisepsi) tedbirine meydan vermeleri.”

Şimdi, felsefenin ne olduğunu bilmeden, felsefeyle ilgili hüküm vermek, akıl yürütmeyi yadsıyıp akıl yürütmek kadar saçma olsa gerekir.  Gazzali, İslam filozoflarını eleştirdi;  ama bunu felsefeyi öğrenerek, öncüllerini dinden alsa da, rasyonel uslamlamalarla yaptı.  Kısakürek’in Gazzali’yi aşması beklenirdi; ama öyle görünüyor ki, onun yanında esamesi bile okunacak düzeyde değildir.

N’aparsın?

Bilmeden fikir sahibi olmak; bilgisiz fikir sahiplerini modelleyip gençlere örnek olarak sunmak, sanırım bu toprakların kaderi…

Anadolu’daki yaygın tabirle, Allah akıl, fikir versin diyorum…

[i] Ondokuzmayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen