Türk kimyacı, moleküler biyofizikçi, Türk bilim insanı, Oktay Sinanoğlu, Türkiye’de akademik çalışmalarıyla olduğu kadar, Türkçe ile ilgili politik görüşleriyle de tanınmaktadır.
Babasının Türkiye Başkonsolosluğu’nda görev yapmakta olduğu İtalya Bari’de 25 Şubat 1935 tarihinde doğdu. 4 yıl sonra İtalya’da başlayan 2. Dünya Savaşı nedeniyle ailesiyle Türkiye’ye döndü. Sinanoğlu Ankara Yenişehir Lisesi’ni ( sonradan TED koleji olan ) burslu olarak kazandı ve 1953 yılında birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti. 1956’da ABD Kaliforniya, Berkeley Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği’ni bitirdi. Hemen ardından 1957’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü sekiz ay gibi kısa bir sürede bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu, Sloan Ödül’ünü kazandı. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de kurumsal kimya doktorasını tamamladı. 1960’da Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu. 1960-61 yıllarında atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “Doçent“ oldu. 1963 yılında kendisine 28 yaşında ‘tam profesör’ unvanını kazandıracak, 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde ‘tam profesör’ unvanını kazanan en genç öğretim üyesi oldu. 1973’de Almanya’nın en yüksek Aleksander Von Humboldt Bilim Ödülü’nü ilk kazanan kişi oldu. Daha sonraki yıllarda özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verildi. Dünya’da yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Pek çok yerde kuramları ve buluşları ile ilgili konferanslar verdi. Çalışmalarının kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerine yoğunlaştırdı. 1993’te Yale Üniversitesi’ndeki görevlerinden emekliye ayrıldı. Türkiye’ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü’nde profesörlüğe atandı ve 9 yıl bu görevi sürdürüp emekliye ayrıldı. Türkiye’de bulunduğu dönemde çalışmalarını Türk Ulusal Kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin seviyeli olarak öğretilmesinin gerekliliğini savundu. “Türkçe giderse, Türkiye gider!” düşüncesiyle, Türkçenin önemini milletine tam manasıyla anlatmaya çalıştı. Son yıllarda bütün enerjisini halkı uyandırmaya, kendine güvenmeye davet etti. Her zaman Asyalı olmakla övünmüştür. Bir konuşmasında: “AB sizin olsun ben Asyalıyım ve Asyalı olmakla övünüyorum.” demiştir. Bizim sömürge aydınlarımıza; insan tabiatında vardır. Kendine itibarı olan herkese itibar eder. Biz kimliksiz, yılışık olursak kimse bizi ciddiye almaz. Ama var gücümüzle çalışıp kendi kafamızla, kendi gücümüzle birkaç sene içinde Avrupa’nın bir numaralı devleti olabiliriz. Kendi milletimizi kurtararak, Asyalılığın farkına varıp Asya’ya önderlik ederek ABD’de ve Avrupa’daki köleleştirilmiş halkları da kurtarabiliriz. Sinanoğlu yaptıklarını önce halk, sonra insanlık için yapmıştır. Hiçbir zaman profesör olayım, ünüm ortada dolaşsın gibi heveslere kapılmamıştır. Kendisine en çok yakıştırdığı unvan ‘gariban’dır.
Yunus Emre şu dörtlüğü bekli de Sinanoğlu ve onun gibiler için yazmıştır.
Bir garip ölmüş diyeler.
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuvalar
Şöyle garip bencileyin
Sinanoğlu 19 Nisan 2015 tarihinde ABD’nin Florida eyaletinde hayatını kaybetti. Karacaahmet Mezarlığı’nda annesi Rüveyde Sinanoğlu ve kız kardeşi Esin Afşar Aral’ın yanına defnedilmiştir. Ne yazık ki bizler bu hazineden yeterince istifade edemedik ya da etmek istemedik.