Seval TOMAK BAL
29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde toplanan Birinci Siyonist Kongresi ile Dünya Siyonist Örgütünün temelleri atılmıştır. Yahudi devleti kurma düşüncesi ise Balfour deklarasyonu olarak bilinen Rothschild’e yazılmış o meşhur mektupla başlamıştı.
14 Mayıs 1948’de İsrail’in resmi kuruluşuna kadar başta Avrupa’da Aşkenaz ve Sefarad Yahudileri olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerindeki Yahudiler Filistin bölgesinde toprak satın alarak yerleşme kararı almışlardı. O günden bugüne Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimi sürekli artmış, harita tekrar tekrar çizilerek yenilenmiştir. 1916 Sykes Picot Anlaşması ile Orta Doğu, İngiltere ve Fransa arasında nüfus bölgelerine ayrılmış, Filistin ve çevresi ise bu dönemde İngiliz kontrolüne bırakılmıştır.
İsrail devletinin kuruluşundan hemen sonra ise Arap- İsrail Savaşlarının başladığını biliyoruz. 1948 Arap- İsrail Savaşı ve sonrasında yaşanan çatışmaların birçoğunda İsrail topraklarını genişleterek çıkmıştır. 1967’de Altı Gün Savaşları,1973’teki Yom Kippur Savaşları ve sonrasında bitmek tükenmek bilmeyen işgaller, suikastlar ile bölgede İsrail- Arap çatışması bugüne kadar çözülemeyen Filistin sorunu olarak gelmiştir. Bir süre sonra da Filistin sorununu dünyaya duyurmak Filistin halklarının haklarını korumak ve bölgedeki İsrail işgalini bir şekilde sona erdirmek için farklı isimlerde Filistin kurtuluş örgütleri kurulmuştur. Bunlar içerisinde İran’ın açık desteğinin herkesçe bilindiği Hamas ve Hizbullah ve mezhepsel olarak onun karşısında yer alan el Fetih örgütü en çok faaliyet gösteren örgütler olmuştur.
1974 sonrasında İran Şiilerinin desteklediği Hizbullah ile Emel örgütü [1] arasında bir ayrılık yaşanmış, Şeyh Ahmet Yasin’in öncülüğünde faaliyetlerine başlayan Hama, İsrail’e karşı Filistin halkının yanında yer almıştır. Güney Lübnan bölgesine 1974 sonrası 1985’li yıllarda yerleşen Hizbullah, İran’ın silah, mühimmat, eğitim ve istihbarat desteğiyle bugünlere kadar ulaşmış, aynı yıllarda Yaser Arafat, el Fetih direniş örgütünü kurmuştur.
2000’lerde el Aksa Tugaylarının başı olduğu gerekçesiyle İsrail güçleri tarafından yakalanarak hapsedilen el Fetih liderlerinden Mervan Barguti Halen İsrail hapishanesinde tutuklu bulunmaktadır. 2007’de Hamas ile el Fetih arasında yaşanan çatışmaların sonucunda Hamas, el Fetih’i Gazze’den çıkarmıştı. Bugün Filistin yönetiminde ise el Fetih etkili durumda bulunmaktadır. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te el Fetih, Gazze’de ise Hamas hâkim durumdadır. Hem Hamas hem de el Fetih siyasi anlamda yönetimde etkili olmuş yapılardır. Filistin’de son seçimler 2006’da Gerçekleştirilmiş ve şimdiki Filistin başbakanı Mahmud Abbas tarafından Hamas’ın lideri 2006 2007’ye kadar başbakan olarak görevlendirilmişti.
Hamas İzlediği politikalarla halkın yanında yer alarak onların her türlü ihtiyaçlarına destek olmuş bunun sonucunda örgüt binlerce üyeye ulaşmıştır. 1987 birinci intifadan sonra özellikle etkisini arttırmıştır. 1988’de yayınladığı bildirisinde İslami bir Filistin devleti kurmayı amaçladığını ilan etmiştir. 1991’de örgütün silahlı kanadı olarak İzzettin el Kassam Tugayları kurulmuştur.
Yaser Arafat, 1950’li yıllardan itibaren, Fransa’da öldüğü 2004 yılına kadar Filistin davasını dünyaya duyurma konusunda çok çalışmıştı. Filistin kurtuluş örgütlerini de tek çatı altında toplamayı amaçlamıştı. 1988’de Arafat, İsrail’in “var olma hakkını tanıdığını” ilan ederek herkesi şaşırtmıştı. İsrail hükümeti ile Arafat’ın arasında 1993’te Oslo Barış Anlaşması imzalanmış, İzak Rabin ve Arafat bundan dolayı nobel barış ödülü de almıştı. Batı Şeria çevresi iki yönetim gücü arasında paylaşılmıştı böylece. Anlaşmayla İsrail, Gazze şeridinden beş yıllık bir geçiş döneminde çekilmeyi kabul etmişti. Ancak Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te İsrail daha sonradan anlaşmaya uymadı. Bu bölgeyi Yahudi yerleşimine açtı, su kaynaklarının paylaşılması maddesini de ihlal etti. 2000 yılında ilki 1987’de gerçekleşen ikinci intifada ortaya çıktı. El Fetih, seküler, sosyal demokrat bir sünni örgütlenme olarak Hamas’tan farklı bir yapıdadır.
Aynı dönemlerde 1987’de Ahmet Yasin ve Muhammet Taha birinci intifadanın ilk döneminde Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kurulmuştu. Hamas‘ın resmi adı, İslami Direniş Hareketidir. 2007’den sonra Halid Meşal ve İsmail Haniye gibi komutanlar Filistin davasında bölgedeki işgallerin haksızlığını duyurmaya çalıştı. Ancak İsrail hükümeti Hamas ve Hizbullah terör örgütü olarak kabul ediyor ve bu nedenle üyelerinin yok edilmesi gerektiğine inanıyor, bölgedeki Hamas örgütü mensuplarının tamamen temizlenmesi gerektiğini de ifade ediyor. Diğer bir tarafta ise İsrail hapishanelerinde yıllarca işkence gören Hamas üyelerinin aileleri var. Onlar da esirlerinin bir an önce kurtarılmasını evlerine sağ salim dönmelerini bekliyor. Zaman zaman iki taraf arasında esir takası anlaşmaları yapıldı. 1200 İsrail vatandaşının esir olarak HAMAS’ın elinde olduğu açıklanmıştı. Ancak şu anda İsrail hapishanelerinde ne kadar Hamaslı olduğu tam olarak bilinmiyor.
İran’ın desteklediği Şii Hamas Örgütü, İsrail hapishanelerinde esir tutulan Filistinlileri kurtarma, kamuoyunda içeride ve dışarıda destek kazanma, Filistin davasını yeniden gündeme getirerek canlı tutma gibi çeşitli amaçlarla Aksa Tufanı adını verdiği hareketi 7 Ekim 2023 de başlatmıştı. Bu hareketin İsrail istihbaratından nasıl geçtiği ise hâlâ cevapsız kalan bir soru. 1200 İsrail vatandaşının esir düştüğü 250’den fazlasının da öldüğü Aksa hareketinden hemen sonra İsrail Başbakanı Netenyahu intikam yemini etmiş “demir kılıçlar”adını verdiği operasyon ile önce işgal daha sonra da Gazze şehrinde büyük bir soykırım başlatmıştı. Uluslararası hukuk normlarını tamamen gözden çıkarıp onları ihlal etmekte bir beis görmeyen İsrail hükümeti, bölgede katliamlarını bugüne kadar sürdürdü. 40 binden fazla Gazzeli bu saldırılarda hayatını kaybetti. 100 bine yakın yaralı var. 2 milyondan çok insan evlerinden, mahallelerinden ayrılmak zorunda kaldı. Refah kıyısında kurulan çadırlarda yaşamaya mahkûm edilen Gazzeliler ardı arkası kesilmeyen hava saldırıları sonucunda yer değiştirmeye devam ediyor, ölüm kalım mücadelesini sürdürüyor, yeterli gıdaya ve suya ulaşmaları ise oldukça güç.
İşgal devam ederken diğer bir taraftan da Katar ve Mısır gibi farklı devletlerin öncülüğünde Barış görüşmeleri sürdürülüyor. İsrail ile Gazze’deki Hamas yönetimi arasında olması istenen barış anlaşmasına arabuluculuk denemelerinden ise henüz bir sonuç alınamadı. BM Uluslararası Adalet Divanı, Netenyahu ve hükümeti hakkındaki soykırım ve işgal şikâyetlerini değerlendirerek Netenyahu Hükümetini uyguladığı haksız işgalden dolayı suçlu bulmuş ve Temmuz ayı içinde derhal işgalin sona erdirilmesini deklare etmişti. Bununla beraber yapılan araştırmalara göre İsrail’de halkın %60’ı Hükümet politikalarını desteklemediğini belirtti. En son zorunlu askerlik yasasından dolayı ülke içindeki Haredi Ultra- Ortodoks Yahudi cemaati yani “tevrat okuyanlar” sokaklara inmiş ve zorunlu askerlik yasasını protesto etmişti. Netenyahu kendi politikalarına karşı seslerden rahatsız, çünkü gelecek dönemde iktidarda kalamaz ise yargılanma olasılığıyla karşı karşıya. İşte bu sebeple ateşkese karşı “uzatılmış savaş strateji” politikasını izlemeyi sürdürüyor. Zira Filistindeki Gazze yönetimi ile barış yapıldığı takdirde, kendi koltuğunu kaybedebilecek ve üstelik yargılanabilecek.
Bu durum halkın iki ayrı siyasi kutba bölünmesine neden oldu. Bir kısım Yahudi grubu Ultra-Ortodoks Yahudilerin de askere alınması gerektiğini savunurken, Ultra-Ortodoks Yahudiler ise bu karara tepki gösterdi. Öte yandan İsrail toprakları dışında yaşayan, özellikle Amerika’da ikamet eden Yahudiler içerisinde Gazze işgaline karşı protestolara katılan ve yapılanları kabul etmediklerini beyan edenler de var. İsrail başbakanı bütün olup bitenden dolayı “ileride İsrail’i zorlu günlerin beklediğini” söylüyor bir taraftan.
İsrail hükümeti Amerika’nın kendisini desteklediğini söylerken, Amerika en son 30 Temmuz’da gerçekleşen Tahran suikasti ile ilgili haberleri teyit etmedi. Ancak Hizbullah’ın Golan Tepesinde yaptığı saldırıdan hemen sonrasında Amerika saldırıyı kınamış İsrail’in yanında olacağını açıklamıştı. Aynı zamanda ABD “Gazze’de bir ateşkes için bölge hükümetleri ile iletişimin sürdüğünü” de açıklamıştı.
Amerikan kongresinde konuşma yapmak üzere Washington’a giden -Temmuzun son haftasında Amerika’yı bu sebeple ziyaret eden- Bünyamin Netenyahu ”biz kazanacağız onlar kaybedecek” demişti. Bütün bu gelişmelerin ışığında Amerika’nın istifa eden başkanı Joe Biden‘ın yardımcısı Kamala Harris, eski başkan Donald Trump ile görüşmesi Amerika’dan tam destek aldığını duyuran İsrail başbakanının Amerika dönüşünde Gazze bölgesinde yürüttüğü işgal ve soykırım harekatında yeni bir süreci başlattığının işaretlerini veriyor, diyebiliriz.
Hatırlayacak olursak kısa bir süre önce Hizbullah’ın Litera Irmağında Golan Tepelerinin bulunduğu Mavi Hat bölgesinde yaşayan Dürzi halkın üzerine füze atması sonucunda çocukların ölmesi İsrail’i yeniden bu defa Lübnan yönünde harekete geçirmişti. Cevabın çok sert olacağını dile getirmişti İsrail Başbakanı olayın hemen arkasından Beyrut‘u bombalattığı görüldü nitekim. İran Kassam Tugaylarına bağlı olduğu bilinen Hizbullah’ın üst düzey yönetici olan üyeleri hedef alınmıştı bu kez. Saatler geçmeden bu defa Tahran’da cumhurbaşkanlığı için yapılan törene davetli olarak giden İsmail Haniye’nin misafir olarak kaldığı binaya güdümlü mermi ile bir suikast saldırısının yapıldığı öğrendik. [2] Olay, henüz tam olarak netliğe kavuşmuş değil. Bu kadar kısa sürede art arda yapılan operasyonların muhtemelen MOSSAD ve CIA gözetiminde gerçekleştirilmiş eylemler olduğu söylenebilir. Olaydan hemen sonra suskunluğunu korumayı sürdüren İsrail kabinesi konu hakkında konuşulmasını yasakladığını duyurdu, İsrail devlet televizyonu KAN’da. Amerikan yetkilileri ise “suikasttan haberleri olmadığını bilgilerin teyide muhtaç olduğunu ve haberlerin kendileri tarafından da takip edildiğini” söylüyordu.
Hamas lideri İsmail Haniye, Cumhurbaşkanlığı için düzenlenen Tahran’daki 30 Temmuzdaki yemin törenine katılmayabilirdi. Güvenliğini İran Devrim Muhafızları Örgütünün sağladığı bir binada [3] kalmasına rağmen suikaste uğraması yadırganacak bir durum esasında. En son yapılan açıklamalara göre İsrail istihbarat örgütleri olayı çok önceden planlamış İran’a her geldiğinde aynı yerde kalan Haniye’nin odasına bir bomba düzeneği yerleştirmişti. Nitekim İran resmi makamları olayın üzerinden epey bir süre geçmesine rağmen sessizliğini henüz bozmuş değil. Ancak olaydan hemen sonra İran Ruhani lideri Ayetullah Ali Hamaney’in emriyle intikam sancağı olarak bilinen kırmızı renkli sancak çıkarılmış “Haniye’nin kanının hesabının sorulacağı” söylenmişti. Aynı toplantıya Hizbullah’ın önemli adamlarından Hasan Nasrallah’ın gelmesinin engellenmesi ise düşündürücü bir husus.
Tüm bu açıklamalar konuyla ilgili farklı soru işaretleri akla getiriyor. İstihbarat güçlerinin İsviçre’de İran ve Amerika adına bir araya gelip Orta Doğu’daki savaşın daha fazla yayılmaması için “neler yapılabileceği hakkında” konuştukları hatırlanacak olursa, acaba İsrail hükümeti savaşı bir an önce bitirmek mi istiyor o nedenle mi operasyonları sıklaştırdı, soruları akıllara gelmekte.
İçeride ve dışarıda Gazze’deki katliamlardan, bölge halkının zulme maruz kalmasından dolayı İsrail’in imaj kaybına uğradığı düşünülecek olursa, savaşın bir an önce bitirilmesi planlanıyor, denilebilir. Ancak şimdilik bu Ateşkes planının önündeki en büyük engel, Netanyahu’nun yargılanma ihtimali ile birlikte iktidarını kaybetme korkusu gibi görünmekte.
Bir taraftan dünyanın farklı ülkelerinde İsrail’in ölçüsüz saldırılarına karşı protestolar sürerken bir yandan da Gazze hattında Refah bölgesinde kıyı şeridinde yerleşmelerine müsaade edilen halkın üzerine füze atılması, hastanelerin bombalanması tezat teşkil ediyor. Yani İsrail hiçbir kaide ve kural tanımıyor. Şimdilerde konuşulduğu üzere savaşın bütün Orta Doğu’ya yayılabileceği hatta bir dünya savaşına dönüşebileceği endişesi çeşitli mecralarda dile getiriliyor.
Türkiye’nin Dış Politikasında İsrail Gündemi
27 Temmuz’da Rize‘de yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Libya ve Karabağ’a girdiğimiz gibi İsrail’e de gireriz” demişti. İsrail bunun üzerine, “Türkiye’yi yok ederiz” açıklamasıyla tehditte bulunmuştu. 29 Ocak 2009 İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya ekonomik forumu panelinde Şimon Peres ile yaşanan kriz ve sonrasında 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara olayı sonucunda uzun süre İsrail ile diplomasi en alt seviyede sürdürülmüştü. Şimdi son açıklamaların ardından Türkiye İsrail ilişkilerinin eskisi gibi olmayacağı söyleniyor. Hatırlanacağı üzere 23 Eylül 2024’te Gazze olayları başlamadan çok kısa süre önce Türkiye-İsrail görüşmesi gerçekleşmiş her iki tarafta karşılıklı anlaşma konusunda hemfikir olduklarını beyan etmişlerdi. Ancak Aksa Tufanı adı verilen hareketin başlaması üzerine atılan yakınlaşma adımı yarım kalmış bu konuda ilerleme kaydedilmemişti.
İsrail başbakanının 26 Temmuz’da Amerikan kongresinde yaptığı konuşmanın dakikalarca alkışlanması 40 bin sivilin hayatını kaybettiği gerçeğinin görmezden gelinmesi nedeniyle tepki ile karşılanmıştı. Gazze’nin işgali ve orada İsrail’in başlattığı soykırıma karşı çıkan Amerikalıların protestolarına rağmen Netanyahu’nun Gazze’deki katliamları devam ettireceği yönünde açıklamaları da kabul edilebilir değildi. Amerikan hükümeti, “İsrail’in destekçisi olmayı sürdüreceğini” bir anlamda “İsrail demek Amerika demek” manasında açıklamalarda bulunmuştu.
Olaylar bu raddeye nasıl geldi tekrar bir hatırlayacak olursak,
28 Temmuz’da Lübnan Hizbullahı İsrail işgali altında halkının çoğu Dürzi Araplardan oluşuyor. Diğer bir bir kısmı da Yahudi yerleşimcilerden. Golan Tepesinde gerçekleştirdiği füze saldırısı sonucunda 12 çocuğun ölmesi nedeniyle Netenyahu, olayın hemen arkasından misilleme yapılacağını duyurmuştu. Nitekim çok zaman geçmeden İsrail hava kuvvetleri Lübnan’ın başkenti Beyrut‘a bir füze saldırısı düzenledi Hizbullah’ın liderlerinden Fuat Sükrü’nün öldürüldüğü duyuruldu. Fuat Şükrü,1983’te 241 Amerikan Deniz piyadesinin ölümüne sebep olan baskından sorumlu tutuluyordu. FBI ve MOSSAD işbirliği ile Hizbullah ve Hamas liderlerinin askeri ve siyasi birimlerine zaman zaman suikast düzenlendiği bilinmekteydi. 2004’te İsrail Gazze’de Abdal Azizi’yi öldürmüştü. Uzun süre İsrail hapishanelerinde yatan Hamas‘ın kurucusu Şeyh Ahmet Yasin’e de suikast düzenlenmişti. İsmail Haniye, biri konvoyda diğeri de Gazze’deki evinde olmak üzere, 2006 ve 2007 de iki defa suikaste uğramış ancak kurtulmayı başarmıştı. Bunun dışında İran’da nükleer silah denemelerinde görevli fizik profesörlerinin de suikastlerle öldürüldüklerini biliyoruz. Ayrıca İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ve dışişleri bakanının içinde bulunduğu helikopter kazasının suikast olma ihtimali de konuşulmaktadır.
7 Ekimde başlayan Aksa Hareketinden sonra İsrail’in intikam için başlattığı “Demir Kılıç” operasyonunun kısa sürede işgale ve soykırıma dönüşmüştü. Peki, bütün bunlar yani Gazze’de soykırıma dönüşen işgaller ile İsrail neyi amaçlıyor?
İsrail Hizbullah’tan 1989 Taif Anlaşmasına uymasını ve elindeki silahlarını bırakmasını istiyordu. Hamas’ın elindeki silahları bırakmasını ve üyelerinin bu topraklardan ayrılmasını talep ediyor. Ancak 1948’de İsrail’in kuruluşundan itibaren dönem dönem gerçekleşen Filistin-İsrail savaşlarında görüldüğü üzere, İsrail’in asıl amacı terörist olarak adlandırdığı Hizbullah ve Hamas üyelerini tamamen yok etmektir. Bu nedenle Hamas’ın üst düzey yöneticileri ile Hizbullah komutanlarına art arda saldırılar gerçekleştirildi. Bütün bunlardan İsrail’in Terör örgütü olarak tanımladığı HAMAS’ı içeriden çökertmek istediği, yönetimini yeniden oluşturmak istediği, bu yolla da örgütün eylemlerini kontrol altına almayı düşündüğü anlaşılıyor.
30 Temmuz’da İran’ın yeni seçilen cumhurbaşkanı Mesut Pezeshkian’ın yemin törenine davet edilen Hamas lideri İsmail Haniye 2017’den itibaren Hamas’ın Siyasi büro şefi olarak Katar Doha‘da örgütün faaliyetlerini yürütmekteydi. Geçtiğimiz Nisan 2024’de üç oğlu ve dört torununu yine İsrail saldırısı sonucunda kaybetmişti. Tahran’da katıldığı yemin töreninin ardından medeniyetler sergisini gezmiş ve sonra kalması için Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde bulunan bir binaya götürülmüştü. Devrim muhafızlarına bağlı Kassam Tugaylarının koruması altındaki konutta, güdümlü mermi saldırısıyla öldürüldüğünü öğrendik. Daha sonradan ABD’nin yaptığı açıklamaya göre kaldığı odaya yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda öldüğü söylendi. Hizbullah liderlerinden Nasrallah‘ın törene gelmesinin sakıncalı olduğu, yani ona “sen gelme” denildiği”ni yazdı İran resmi haber ajansı. Bu olaydan sonra İran ile Amerika arasında dolayısıyla İsrail ile ilişkiler yeniden gergin bir döneme girmiş oldu. Karşılıklı intikam yeminleri edildi. Şimdi ise Filistin’in kıyı şeridindeki savaşın Gazze’den Lübnan’a, oradan Suriye ve İran’a kadar yayılma riski taşıdığı dile getiriliyor. Her ne kadar bölgede barışa katkıda bulunma ihtimali olan gelişmeler yaşansa da, gelecek adına umut vadeden bir demokrasi ortamının oluşmasını ummak pek de mümkün görünmüyor. İran’da seçimi kazanan reformist aday Pezeşkiyan, dini lider Hamaney’in gölgesinde çalışacak olmasına rağmen İran’da yönetime geçmesinin ardından bölgede gerilimin azalması yönünde adımların atılacağı beklentisi oluşmuştu. Ancak son Hizbullah saldırılarından sonra Pezeshkian’ı telefonla arayan Fransa başkanı Emmanuel Macron, durumun zorluğundan bahsetmişti. Emmanuel Macron yeni Cumhurbaşkanı’na Golan Tepesindeki saldırı için “büyük bir hata” demişti. Anlaşılan o ki yakın zamanda İran, Suriye, Lübnan ve Filistin coğrafyasında kalıcı bir barış hemen sağlanacak gibi görünmüyor.
Hatırlanacak olursak, 27 Temmuz’da, İran’ın desteklediği İzzettin Kassam Tugayları İsrail tanklarını hedef almış, Lübnan Hizbullah örgütü buradaki bir futbol sahasına roket saldırısı düzenlemişti. Mavi Hat olarak bilinen Litera Irmağı bölgesinde yaşayan Dürzi topluluk, İsrail Başbakanın ziyaretini iyi karşılamamış yapılan propagandalara da sessiz kalmıştı. Yani İsrail’in Golan Planı ona istediği neticeyi kazandırmamıştı. Bu defa kısa aralıklarla suikast haberleri bölgeden gelmeye başladı. Plan değişmişti.
Özetleyecek olursak, 10 Nisan 2024’te üç oğlu ve dört torununu kaybeden İsmail Haniye’nin suikast ile öldürülmesi, Gazze Savaşı’nın bütün Orta Doğu’ya yayılma ihtimalini güçlendirmiş durumda. Avrupa Birliği ülkeleri sakinlik ve temkin önerisinde bulunsa da Amerika muhtemel bir savaşta İsrail’in yanında olacağını açıkladı ilk dakikadan itibaren. Rusya ve Çin suikastın kabul edilemez olduğunu, Yemen‘deki Husiler ise bunun “bir suç teşkil ettiğini” ifade ettiler.
Şimdi Hamas’ın Siyasi Büro Şefliği’ne Halid Meraş getirildi. 2017’ye kadar Hamas’ın yönetiminde bulunan Halid Meraş da daha önceden suikasta uğramış ancak kurtulmuştu. İsrail istihbaratı tarafından zehirlenmiş ancak bir operasyonla bu kişiler yakalanıp hapsedilmişti. Bunun üzerine İsrail yapılan bir takas anlaşmasıyla zehirleyen maddenin panzehrini göndererek Onun kurtulmasını sağlamıştı. 2017’den sonra da Meraş, Hamas içerisinde dış ilişkilerle ilgilenmeye başlamıştı.
Pekin Anlaşması ve Filistin Sorununun Geleceği
Sonuç olarak, Gazze hattından Lübnan’a ve hatta Suriye’ye yayılması ihtimali olan İsrail saldırılarının devam edip etmeyeceği ile ilgili çeşitli senaryolar var. Öncelikle beklenen barışın bir süre daha ertelendiği söylenebilir. Savaşın bölgede yayılıp yayılmayacağı ise Kasım ayında Amerika’da yapılacak başkanlık seçimleri ve Rusya lideri Vladimir Putin’in alacağı tavra göre değişiklik gösterecek gibi duruyor. Diğer taraftan barışın sağlanması amacıyla Brezilya, Çin ve Rusya’nın öncülüğünde başlatılan Pekin anlaşması uyarınca; Filistin’in bağımsızlığını amaçlayan bütün kurtuluş örgütleri bir ulusal konsey kuracak ve bunun için en kısa zamanda seçimler için hazırlığa başlayacaktı. Bütün Filistin kurtuluş örgütlerinin tek bir otorite etrafında toplanmasıyla Gazze meselesinin bir Filistin meselesine dönüşmesi halinde e bölgede barışın sağlanacağı umudundan bahsedilebilir. Çin’in önerdiği Rusya’nın ve Brezilya’nın dahil olduğu Pekin Anlaşması [4] uygulandığı taktirde yerlerinden edilen Gazneliler, şehirlerine dönebilecek, İsrail hapishanelerindeki Filistinliler serbest kalacak, mevcut şartlarda yaşayan halkın su, gıda ve ilaca ulaşması sağlanacak, bununla ilgili engeller ortadan kaldırılacaktır. Bütün bu anlaşmanın şartlarının Rusya ve Çin garantörlüğünde yürütüleceği konusu Pekin mutabakatına katılan 14 Filistin Kurtuluş örgütünce onaylanmıştı.
Diğer taraftan ise 1 Ağustos 2024’te Rusya lideri Vladimir Putin, İsrail’in Suriye’ye girmesinin bölgede öngörülemeyecek riskler taşıyacak bir gerginliğe davetiye olacağını açıkladı. Rusya lideri Vladimir Putin’in bu açıklamasından anlaşılacağı üzere, İsrail’in bir şekilde dizginlenmesi gerekmekte. Bunun için halen devam eden barış görüşmelerinin hızlandırılması elzem bir konu gibi görünüyor.
KAYNAKÇA
Fotoğraf için kaynak: Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/en/analysis/opinion-collapse-of-international-humanitarian-law-in-israel-palestine-conflict/2220937
[1] AMAL örgütü mahrular hareketi olarak Şii toplumun milis güçlerinden oluşmuştur. 1974’te kurulduktan sonra Lübnan Direniş Tugayları Musa es Sadr başkanlığında kurulmuştur. Refik Hariri suikastinden sonra Suriyedeki sedir devrimine katmamışlardı.
[2] Chatherine Shakdam. Fransız pasaportuyla İran’a yerleşen gazeteci Katerina bir Yemenli ile evlenmiş, Gazeteci kimliği ile kaleme aldığı yazılarıyla kısa sürede hükümet üyeleri arasında popülaritesi artmış. Böylece elde ettiği bilgileri İsrail’e ulaştırmak için kendisine yer bulabilmiş. En son İsmail Haniye suikastinde İsrail casusların rol oynadığı düşünüldüğünde İran yönetimine yakın mevkilerde pek çok İsrailli ajanın İrandaki durumu sorgulanıyor (Erkan ayan.net 3 Ağustos 2024).
[3] İsmail haniye İran ziyaretlerinde Devrim muhafızları Kuddüs gücü tarafından işletilen misafirhanede kalırdı. Suikast ardından New York Times gazetesinin verdiği habere göre istihbarat görevlileri ve askeri yetkililerden 24 kişi tutuklandı (NTV, 03.08.2024).
[4] aralarında Hamas ve el fetih‘in yer aldığı 14 Filistinli örgüt 21 23 Temmuz tarihleri arasında Çin’in arabulucu buluculuğunda bir araya gelerek Pekin diyaloğunu imzaladı ulusal birlik ve geçici hükümet konusunda anlaşmaya varmışlardı Filistin için Gazze’de kalıcı ateşkes‘in sağlanması da konuşulmuştu. Bu anlaşmayla Çin’in Orta Doğu‘daki rolünün giderek artacagi tahmin ediliyor yakın zamanda 21 Arap ülkesi ile de ticaret konusunda çeşitli anlaşmalar imzalamıştı 2023 Mart ayında İran ve Suudi arabasından arasındaki arabuluculuğu da akla geldi ayrıca Mahmut Abbas’ın 2023’teki Cin ziyareti seee Jinping‘in de Filistin İsrail sorunun çözümüne dair 1009 67 sınırlarının temelinde bir Filistin devletinin kurulmasına dayanan bir plana açıklamıştı Anlasmayi Lübnan komünist Partisi LK EP çok kutupluluk adına savunmuştu.(30 Temmuz 2024)
“Orta Doğu’da egemenlik mücadelesi ve Çin’in Filistin hamlesi”, Yusuf Karadaş, evrensel)
[5] Oslo Anlaşması İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat arasında 13 Eylül 1993’te Washington’da imzalanmıştı. 28 Eylül 1995’te ikinci Oslo Antlaşması çerçevesinde Batı Şeria üç bölgeye ayrılmıştı. Günümüzde Batı Şeria Bölgesi’nde nüfusun değişmesinden dolayı 1992 sınırlarının çizilmesi zorlaşmıştır. Sağ partiden (Itamar) ile Netanya’nun partisi Licud farklı politikaları sahiptir. Likud Filistine bir bağımsızlık tanımazken Ben-Gvir temsil ettiği aşırı sağ “Batı Şeria‘nın her yerinde İsrail’in egemenliğini kuracağını, burada 2030’a kadar 1 milyon yerleşimci hedeflediklerini, yeşil hattın silineceğini, Batı Şeriadaki Filistinlilerin İsrail’in içinde eritileceğini” söylüyor. 2.8 milyon Filistinli üzerinde İsrail egemenliğini savunuyor. Ve vatandaşlık vermiyor. Tel Aviv Üniversitesi’nden Moşhe Dayan, Orta Doğu ve Afrikalı çalışmaları merkezini Filistin Çalışmaları direktörü Michel Mistein, “bu plana göre nehirle deniz arasında tek bir devleti kurulacak, Filistinler de Kudüs’de ikamet eden 400.000 Filistin gibi olacak” demiş.
(Anadolu Ajansı, Mücahit Aydemir,19 Eylül 2023)
———————————————
Kaynak: