Korona salgınının esir aldığı insanlığın ve ülkemizin üzerinden bir kabus gibi geçen, çok değerli gönül dostlarımızın art arda aramızdan ayrıldığı, gam ve kasvetle dopdolu 2020 yılının ardından, yeni başlayan yılın erken saatlerinde yüreğimiz bir kere daha yandı. Yarım asırlık dostum, gönüldaşım, ülküdaşım, yol arkadaşım Alaaddin Korkmaz, üç haftadır Kovid teşhisiyle tedavi edildiği hastanede, bu dünyadaki misafirliğini tamamlayarak darı bekaya intikal etti.
Hakka inanan müminler için ölüm bir son değil; bizleri bir nutfeden halkeden, Hayy, Kayyum Ehadiyette ve Samed olan, kudreti alemleri kuşatan, göklerin ve yerin sahibi Cenab-ı Hakk’a kavuşma, fani alemden ebedi olana geçiş halidir. Çünkü “Hepimiz Allah’ın emri ve dileğindeyiz. Hepimiz O’nun huzuruna çıkacağız.”
Bu gerçeğin şuurunda ve farkında olsak da, ebedi aleme intikal eden bir dostun arkada bıraktıkları, henüz bu dünyadaki misafirliğini tamamlamamış dost ve arkadaşları olarak, yüreğimizi kaplayan acıya, eleme ve ayrılık hüznüne katlanmak, bunlarla yaşamak zorundayız.
“Hür ve Engin vatanın hem gece hem gündüzünde,
Uhrevi bir kapı açılır buradan gökyüzüne,
Ta ki geçsin ebedi rahmete ruh orduları”
(Yahya Kemal)
Alaaddin Korkmaz 1949 Giresun-Espiye – İbrahimşah Köyü doğumludur. Bursa Eğitim Enstitüsü’nden 1970 yılında mezun oldu. Öğrenciliği sırasında edebiyatla yakından ilgileniyordu, yazdığı bazı şiirler Bursa’da Zaman adlı yerel gazetede yayınlandı. Diğer taraftan ortaokul sıralarında pek çokları gibi O da Atsız, Kozanoğlu ve Ömer Seyfettin’in roman ve hikâyelerini okuyarak hayatı boyunca içinde olacağı milliyetçi fikir ve düşünce dünyasında yaşamaya başlamıştı; milliyetçi neşriyatı yakından izliyor, yazılanları arkadaşlarıyla paylaşarak okulda milliyetçi bir muhit oluşturmaya çalışıyordu.
Mezuniyetinden sonra Bingöl Ortaokulu’nda başladığı öğretmenlik hayatını Ankara’da devam ettirirken tanıştık; düşünce ve gönül dünyamız örtüştüğünden kısa zamanda bir daha ayrılmamak üzere “dost” olduk. Ankara’daki fikir muhitini ve milliyetçi kuruluşları bildiğinden dolayı çok kolay intibak etti. Milliyetçi faaliyetlerde daima ön planda oldu, yönetimlerde bulundu; çok nitelikli, yetenekli, becerikli ve cesur bir yapısı vardı. Üstlendiği görevleri hem fikri kuruluşlarda hem de devlet kurumlarında başarıyla yerine getirdi.
Mezuniyetinden sonra şiiri maalesef bıraktı. Oysa bu alanda doğal bir yeteneği vardı ve çok başarılı olabilirdi. Ama yazarlığı fikri, edebi, eleştirel yazılar, inceleme ve araştırmalarla, kitap çalışmalarıyla devam etti. Yazı üslubunda belki de şiire ünsiyetinden olsa gerek sanat ve estetik taraf, edebi dil hâkimdi. İyi bir okuyucu ve araştırmacıydı, dolayısıyla fikri ve kültürel alt yapısı çok sağlamdı; bu yüzden mesleğiyle ilgili konularda çok sayıda kitaplar hazırladı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Türkçe Sözlüğü kitabının hazırlanmasında yer aldı. Yeni Türk Ansiklopedisi’ne 200’e yakın madde yazdı. 1988 yılında Kültür Bakanlığı yayınlarından çıkan “Ziya Gökalp –Aksiyonu, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet Üzerindeki Tesirleri” isimli kitap Gökalp üzerinde yapılmış en önemli incelemelerden biridir; keşke yeniden yayımlansa.
Alaaddin Korkmaz daha sonra Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde lisans, Türkiye ve Orta Doğu Amme Enstitüsü’nde yüksek lisans yaptı. Kemal Zeybek’in Bakan, Acar Okan’ın Müsteşar olduğu Kültür Bakanlığı’nda “Yayımlar Dairesi Başkanı” olarak görev yaptı. Bu görevi sırasında milli kültürümüzün ve düşünce dünyamızın çok sayıda temel eserinin yayımlanmasını sağladı. Agah Oktay Güner’in Bakanlığı döneminde Müsteşar Yardımcısı oldu. Ancak Refah-Yol Hükümetinde bakan olan İsmail Kahraman O’nu Kültür Müşaviri sıfatıyla Almatı’ya göndererek (1997) Bakanlığından uzaklaştırmayı tercih etti. Alaaddin Korkmaz üç yıl süren bu görevinde de çok başarılı işler yaptı. Kazakistan makamları yaptıklarına karşılık olarak Çimkent’teki Uluslararası Miras Üniversitesi’nden kendisine fahri doktorluk ve profesörlük unvanları sundu. 2000 yılında Ecevit hükümeti döneminde merkeze alınınca emekliliğini isteyerek devletteki görevlerini sonlandırdı.
Bu yıldan sonra zamanının önemli bölümünü eşi Müjgan Korkmaz’ın diyaliz hastası olması dolayısıyla hastanelerde geçirmek zorunda kaldı. Genel Başkanlık dönemimde ondan Danışma Kurulu ve Başkanlık müşaviri gibi sıfatlarla Türk Ocağı Genel Merkezi’nde çok yararlandım. Aslında Ocak ile eskiye dayanan yoğun bir ilişkisi bulunuyordu ve bunlara zaten yakından şahit olmuştum. 12 Eylül’den üç ay önce yapılan Kurultay’da Merkez Heyeti’ne seçilmişti. 1984 yılında Türk Ocakları’nın yeniden faaliyete başlaması için çalışan ekibinin içindeydi. Yasal eksiklikler tamamlanarak 1985’te yapılan Kurultay’da yeniden yönetime girdi, Prof. Orhan Düzgüneş’in yardımcısı oldu. Türk Ocakları’nda başlayan yeni ve aktif faaliyet döneminde, tarih ve dil konularında sırayla her yıl düzenlenmeye başlayan ilmi kongrelerin hazırlanmasında ve yapılmasında büyük emeği vardır. Türk Yurdu’nun Ankara’da yayımlanmaya başladığı dönemde 1994 yılına kadar derginin neşriyat müdürlüğü ve başyazarlığını yaptı. Rahmetli Düzgüneş O’nu çok sever ve değer verirdi.
Alaaddin Korkmaz özgüveni yüksek bir insandı, cesurdu; görüş ve düşüncelerini her ortamda açıkça savunur, tartışırdı. Ama şahsi beklentileri olmayan, Türk Milliyetçiliğine, Türkiye’ye hizmet etmeyi varlık sebebi sayan, ihlas sahibi bir dava adamıydı; kelimenin anlamını hak eden bir mütefekkirdi. Vasatlığın, sathiliğin, avamiliğin, virütik bir salgın gibi düşünce hayatımızda yaygınlaştığı, Türk milliyetçiliği düşüncesinin de bundan olumsuz etkilendiği, altı boş siyasi polemiklerin, slogancılığın öne çıktığı toplum hayatımızda ihtiyaç duyulan “yüksek kültür ve liyakat” sahibi seçkin bir Türk aydınıydı. Ne yazık ki hem devlet kurumlarımızda hem de sivil toplum kuruluşlarımızda O’ndan layıkıyle yararlanılamadı. Aziz dostumun, gönüldaşımın, yol ve dava arkadaşımın menzili mübarek, makamı ali ve mekânı inşallah cennet olsun; ruhu şad olsun, eşi muhterem Müjgan Korkmaz’a, kardeşlerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum; tüm dostlarının ve milliyetçi camianın başı sağ olsun.