Filmi ortadan başlayarak seyreden durumundan kurtulmak için, başa dönmek gerekir. Bu söylemi îcâd eden Yaşar Nuri Öztürk, benim öğrencim olmadı, 1973 güzünde İslâm Tarihi ve Arapça hocalığına tâyin olunduğum İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden, o, daha önce mezun olmuştu, birkaç yıl sonra 23 asistanın alındığı imtihan komisyonunda üye idim, sınavlarda başarı göstererek, Tasavvuf Tarihi’nde asistan oldu. Y.İ.Enstitülerinin İlâhiyat Fakültelerine dönüştürüldüğü 1982 yılında, İstanbuldaki, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi oldu.
Hocaları, Yaşar Nuri’nin aldığı notların hep çok yüksek olduğunu söylerlerdi, zekî olduğu anlaşılıyor. Son yıllarda, Arapça öğretiminde bir canlanma var, güzel gelişmeler oluyor. Yaşar Nuri’nin yetiştiği yıllarda Arapça öğretimi, daha çok, gramer kaidelerinin (kurallarının) öğretilmesine dayanıyordu (dil öğretimi farklıdır; dili öğretmek o dilin mantığıyla düşündürtmek demektir.) Yaşar Nuri de, bir çoklarının zannetmekte olduğu gibi, kendisinin, Arapçayı bildiğini ZANNEDENLERDEN idi. Dili bilme eyleminin NE olduğunu belirttik: dili öğrenen, o dilin mantığıyla düşünüp de dili kullanıyor ise, dili öğrenmiş kabûl edilir; yoksa, o dille ilgili ne kadar çok gramer kaidesi (Sarf, Nahv) bilirse bilsin, “o dil hakkında mâlûmât sâhibidir.”
Bu cümleden olarak;
أيها الانسان ما غرك بربك الكريم Eyyuhel İnsânu! mâ garreke biRabbikel Kerîm “Ey İnsân! Kerem sâhibi Rabbin hakkında seni ne aldattı?” âyetindeki bi cer harfinin (prepozisyonun) (onu da ‘harf-i cer’ diye Farsça tamlama olarak öğrenmiştir, bir çokları gibi, ki kafa karıştırıcıdır) ilk manâsında (ile) takılıp kalmış, “Ey İnsan! Kerem sâhibi Rabbinle seni ne aldattı?” (eşya için kullanlan “mâ”yi, de, insan için kullanılan “men” ile karıştırarak) Kim aldattı? diye YANLIŞ tercüme etmişti, bu yanlış söylem, yayıldı, gitti.
Kısacası: SÖYLEM, TEMELİNDE YANLIŞTIR. Bu, birinci nokta.
İkinci nokta:
Kasdedilen: “Allah’ı, İslâm Dîni’ni kullanarak, gerçekte inanmadığı hâlde, inanmış, İslâm değerlerini benimsemiş görünerek, insanları aldatıp çıkar sağlamak” olsa gerek.
Sözgelimi; dindar olmadığı hâlde, öyle görünerek, kendisini iyi bir Müslüman gibi sunarak, kötü, kalitesiz malı, ‘iyi’, ‘kaliteli’ gibi sunarak, aldatarak satmak,
Rutin olarak, Cuma namazlarına (haftada bir sefer) bile devamlı gitmediği hâlde, seçim yaklaşırken, kendini câmide, namaz kılarken göstermek,
İstanbul merkezli bir politikacının, yakınlarda, Kastamonu’da iken dağıttığı kâğıtlarda, programlarda “Cuma Namazı”na yer vermesi, (buna kendi partisinden olanlar, “laiklik” ilkesine aykırı buldukları için çok kızdılar! (istismâr olduğu için değil! “istismâr” dindarlar için kullanılacak bir suçlamadır!)
Hacı Bayram Câmiine, cenâze namazı için gelen politikacının, namazdan önce veya sonra o velîyi, kabrinde ziyâret edip ruhuna bir Fâtiha okumadığı hâlde, seçim dolayısıyla gittiği Erzurum’da veli kabirlerini ziyâret etmesi,
Câmi olarak açıldığından beri, Ayasofya’ya gittiği hiç görülmeyen bir belediye başkanının, seçimler yaklaşırken Eyüp Sultan câmiinde namaz kılması,
Domuz eti yemekle öğünen bir bayan politikacının, baş örtülü hanımlarla birlikte poz vermesi,
Baş örtüsü takmaya izin veren kararı, hemen mahkemeye koşup iptal ettirmeğe çalışan bir parti kondu başkanının, seçimler öncesi başı kapalı hanımlarla poz vermesi,
Kur’ân kurslarını kapatacağını ilân eden bir parti başkanının, seçim propagandası için gittiği şehirde, câmide namaz kılması … gibi.
Misâller pek çoktur… da, bu GERÇEK DÎN İSTİSMÂRI tablolar, Türk dilini kullanan Medya tarafından HİÇ değerlendirilmez. Dikkat buyurulsun: “Türk dilini kullanan Medya” diyoruz; “Türk Medyası” değil. (Zâten, Türkiye’de Medya, Osmanlılar devrinde, yazılı olarak Mr. Churchill tarafından başlatıldı, hep yabancı ellerde oldu, kanal ve gazete patronlarının HANGİLERİ Türktür? bilenimiz var mı?)
Türkiye’de öyle bir algı/izlenim/intibâ/öyle kabûl ediş/hava YERLEŞTİRİLMİŞTİR ki; her zaman namâzını kılan bir vatandaş, siyâsete girince, namaz kıldığı görülünce “dîn istismârı” yapıyor, diye sunulur. Bu durum, öyle yaygın hâle gelmiştir ki, “dîn istismârı” suçlamasına muhatap olanlar, hep İslâma göre yaşama gayretinde olanlar olmuştur. Seçimler yaklaşırken dindar gözükmeğe çalışan gevşek müslümanların -veya inançsızların, yerli gâvurların- bu hareketi, asla, “dîn istismârı” olarak değerlendirilmez. KİM tarafından? Türk dilini kullanan bu kişiler Türk mü acaba?
Demek ki:
“Dîn istismârı” konusunu, KİM ortaya atıyor, o kişi, İslâm hakkında NE biliyor? (Bir tek kitap bile okumuş olduğu şüphelidir) kendisi müslüman MI?
Önce bu konulara bakmak gerekir; medyanın ortaya attığını, DÜŞÜNMEKSİZİN, papağan gibi tekrarlamak, oyuna gelmektir.
Sırası gelmişken; “bazı” kanalların mârifetlerinden örnekler verelim:
*”Vatanın bütünlüğünü tehlikeye düşürmek” gibi çok ciddî bir suçlamadan dolayı hüküm giymiş bir vatandaş, nasıl oluyorsa, bir partinin listesinde aday yapılıyor, futbol takımı tutar gibi parti tutanlar -ki çoğunluk maalesef böyledir- tarafından seçiliyor. Şimdi de “bir kısım” medya, “milletvekiline özgürlük! diyor. Ne güzel(!) değil mi? Çok ciddî bir SUÇtan dolayı, MAHKEME KARARI ile mahkûm ol, nasıl oluyorsa, bir partinin listesine gir, milletvekili seçil … ve gelsin özgürlük yaygaraları…
*Türkçe yayın yapan bir kanal, Afrika ülkelerinden birindeki kararı, “korkunç bir cinâyet kararı” olarak sunuyor; bakıyorsunuz, cinsî sapıklığa ağır cezâ öngörülmüş. Yâni, yaygınlaşırsa, insan neslinin, maddî olarak insanlığın SONU demek olan cinsî sapıklığa ağır cezâ: korkunç!, cinâyet! olarak sunuluyor.
Burada, Alâattin Çakıcı hatıra geliyor: tanık olarak çağırıldığı mahkemede, hâkim, bir konudaki bilgisini soruyor. Çakıcı, vereceği malûmatın, diğer bir kabadayı aleyhinde delil olarak kullanılabileceğini, ispiyon olacağını düşünerek, bu milletteki değerleri taşıyarak, -çok affedersiniz- “ben ibne değilim!” diyor ve o bilgiyi vermiyor. Yâni, bu millet, bu halk, i… kelimesini, çok kötü, utanılacak bir durum için kullanıyor (o durumdaki vatandaşlarımıza yardım edilmeli, tedavi edilmeleri (rahmetli Dr Ayhan Songar’ın dediği gibi) sağlanmalı, ayrı konu.) Ama, “bâzı” kanallar, polisin, bu vatandaşların izinsiz yürüyüşünü engellemesini ELEŞTİRİYOR! Eski Amerikan Başkanı Reagan’a ise, “kürtaja karşı çıktığı için” Rodos nişanı veriliyor: nüfus çok mühim, adamlara gayrı meşru çocuklar bile makbul; bize gelince: çoğalmayın! Nüfus planlaması yapın!
1960 yılında üniversite son sınıf öğrencisi idim. Meclis’te, yâni, bu milletin milletvekilleritarafından, “bir kısım basının durumunu incelemek için tahkikat komisyonu” kuruldu ve kıyâmet koptu! Demokrat partinin DİKTATÖRLÜĞE GİTTİĞİ havası yayıldı, 27 Mayıs’ta darbe oldu, Yassıada’da mahkeme kuruldu: Diktatörlüğe gidildiği gibi korkunç bir suçlama zemininde yapılan darbenin kurduğu mahkemede ilk dava: köpek davası, bebek davası idi. Hani diktatörlük? Yok! O zamandan beri, medyaya el atan da yok.
İnternette dolaşan malûmât, yabana atılacak gibi değil: 1927 yılında 200 000 Yahudi, 800 000 Ermeni ve Rum’a Türk isimleri verildi, bunlar hep en iyi yerlerde yaşadılar, hep en etkili mevkilerde bulundular.
***
İslâm düşmanlarının eline koz veren müslümanlar yok mu? pek çok var. Misâl:
Arasıra gittiğim iki kaplıca/tatil köyü’nde câmi var. Buraların inşâsında öncü olanlar, “gelenler müslüman, burada câmi de olmalı” gibi çok tabiî, istismârla ilgisi olmayan bir davranışla câmi de yaptırmışlar, kendileri de, büyük bir ihtimâlle, namaz kılıyordur. Yâni, milleti, “dindar görünerek” aldatma gibi bir niyetleri, herhâlde yoktu, tabiî, normal bir şey yapıyorlardı: aynen, şehirler arası dinlenme yerlerinde, mola verip, bir şeyler yiyecek, içecekler için abdest alma yerleri, mescidler yapılmış olması gibi.
Buraya kadar, “istismâr”, ASLA gündemde olmaz! Tamam.
Ancak, şeytan boş durmuyor, paranın yüzü sıcak; o binaları, yine devremülk ortaklarından taksitle topladıkları paralarla yaptıktan sonra, ilâve inşaatlar da yapmışlar, tabiî, âidatlar yüksek olmuş, gelenler şikâyetçiler, durumdan memnun değiller, ama birbirlerini tanımadıklarından, bir araya gelip yönetimde etkili olamadıklarından dolayı, yüksek âidât ödemeğe devâm ediyorlar, bir yandan da dernek kurup haklarını elde etmeğe çalışıyorlar. Ortaya şöyle bir durum çıkıyor:
Câmi var, imâm var, 5 vakit ezan okunuyor, işler hakkaniyete göre yürütülüyor olmalı, derken, öyle OLMADIĞI, rahatsız edici bir biçimde ortaya çıkıyor. Ortadan, sıradan vatandaş da, HAKLI olarak: “bu yöneticiler, câmiyi, insanları aldatmak için yaptırmış olmalı, müslüman, insanları böyle yolmaz, kul hakkı gözetir” durumuna geliyor.
Hayatın diğer safhalarında da böyle: Müslüman bir işe girişiyor, kazancı arttıkça, kendini kontrol edemiyor, aksaklıklar meydana geliyor. Kötü işleri müslüman yapınca, göze daha çok batıyor.
Yakın geçmişten misâl verelim:
Bir Kur’ân kursunda, edebsizin biri tâcizde bulunmuş (tabiî, hocalar, görevliler, hizmetliler TİTİZLİKLE seçilmeli), bazı kanallar ve gazeteler epeyce yaygara kopardı. Öte yandan, bir öğretmen, Antalya’da, aynı suçtan dolayı 20 küsûr yıla mahkûm olarak hapiste. Bir bayan hukuk mezunu, “nitelikli dolandırıcılık”la yargılanmakta; kimse, “hukuk fakülteleri, öğretmen yetiştiren okullar kapatılsın, diye düşünmüyor. Bir partinin çeşitli ilçelerinde bayan görevlilere tâciz, çok yaygın, söylentiler ayyuka çıkmış, hiç kimse, bu partide ne oluyor? bunlar ülkeyi nasıl yönetir? demiyor: Bizim dilimizi kullanıp da bizim değerlerimizi benimsemeyen medyanın mârifeti.
Diğer bir olay:
Rahmetli Hüseyin Üzmez’i, yakın zamana kadar, tâcizci olarak bildik; medya öyle sundu, son zamanlarda avukatı isbât etti ki, aleyhinde tanıklık yaptırılan kızcağız, psikologların da hazır bulunduğu zeminde, ağlayarak gerçeği söylemiş, iftirâ olduğunu bildirmiş. Adamcağız, -medyanın marifetiyle- 83 yaşında hapiste suçluymuş GİBİ vefât etti.
Hatırlatalım: Hüseyin Üzmez, 20 yaşında iken, Selânikli, Türk zannedilen Yahudi, etkili gazeteci Ahmed Emin Yalman’ı, Türk kızlarını hayâsızlığa teşvik ettiği için vurmuş, hapis yatmıştı.
***
Unutmayalım:
Din istismârı konusunu ORTAYA ATANLAR, GÜNDEME GETİRENLER, genellikle Müslüman olmayanlardır; dönme olabilir veya Türk olabilir de, Tanzîmâtttan (1839) beri resmen benimsediğimiz kültür istilâsı zemininde yetişmiş kimselerdir. Bir çok iyi niyetli Müslüman Türk de, bunların sözlerini ciddîye almakta, akıntıya kapılmaktadır.
***
Önce:
1.Önyargılardan bağımsız olarak tanım gerekir: istismâr nedir?
*Gerçekte benimsemediği değerleri benimsemiş GÖRÜNÜP çıkar sağlamaktır.
Sonra:
2.İstismârda bulunan kimdir?
*Gerçekte benimsemediği değerleri benimsemiş görünüp çıkar sağlayandır.
Bu kadar basit!
***
15 Temmuz 2023