Ali Alper ÇETİN
Büyük Selçuklu Devleti’nin ünlü sultanı Alparslan’ın Anadolu’da hüküm süren Bizans’ı, 1071 Malazgirt Zaferi’yle dize getirmesi, Anadolu Türklüğü’ nün başlangıç noktasıydı. Kilit açılmış, Anadolu’ya yol görünmüştü. Türk akıncıları şehirler, kasabalar fethediyor, Anadolu’da yeni bir Türk Devletini hızla kurabilmek için çalışıyorlardı. Sonunda bu da oldu. Konya’da nüveleşen Anadolu Selçuklu Devleti, kısa süre içinde büyüdü, genişledi, güçlü, siyasi bir birlik oldu.
Orta Asya Horasan Türk bölgesi, Moğol akınlarının da etkisiyle Anadolu’ya akıyordu. Oğuz Boyları küme küme Anadolu’ya geliyor, şehirler, kasabalar kuruyorlardı. Bunlarla birlikte dervişler, bilginler, şeyhler de kendi fikirlerini yaymak için Anadolu’da elverişli bir ortam bulmuşlardı. Bunlara “Horasan Erenleri” deniyor, gittikleri her yerde, halktan saygı ve sevgi görüyorlardı. Daha çok Anadolu Türkmenleri arasında dolaşan, onlarla görüşüp konuşan Horasan Erenleri, devletin dilini Arapça, Farsça olmasına karşılık, Türkçe söylüyor, Türkçe yazıyorlardı. Bu devirde (Çarhnâme) adlı, Anadolu’da Türkçe ile ilk manzum eserini yazan Ahmed Fakih de Horasan’dan Anadolu’ya gelen ve Konya’da yerleşen Horasan erenlerindendi.
Hoca Ahmed Fakih ya da Sultan Hoca Fakih adıyla tanınan mutasavvıf, Türkçeci bu şairin doğum yılı kesin olarak bilinemiyor. Onüçüncü yüzyılın başlarında Konya’ya geldiği, ünlü bir hukukçu iken sonraları çoşkun bir sofi olduğu söylenir. Şehir içinde şöhreti artınca, bakmış olacak gibi değil, başını alıp dağlara çıkmış, yıllarca kendini bilmez halde dağlarda, ormanlarda yaşamış. Sonra bulup şehre getirmişler. Söylentilere göre Horasan illerinde, tanınmış bir velî, eline bir çam meş’alesi alarak Anadolu’ya fırlatmış:
— Diyâr-ı Rûm’da gerçek bir velî varsa bu ateşi tutsun? demiş.
O sırada, Hoca Ahmed Fakih, Konya’da, kapısının önünde abdest alıyormuş. Başını havaya kaldırdığı zaman bir de ne görsün, kuyruklu yıldız gibi bir ateş sağıp gelir. Elindeki su dolu ibriği hemen havaya kaldırarak ateşi su ile karşılamış, Horasan’daki velî’ye anlamlı bir cevap vermiş…
Bunun gibi, Ahmed Fakih hakkında veren yazılı kaynaklar, ne yazık ki, çeşitli efsaneler ile dolu…Bu arada onun, Mevlânâ’nın babası Sultan’ül-Ulema (Alimlerin-bilginlerin sultanı) ile Konya’da görüştüğü ve ondan “fıkıh” ilmini öğrendiği de söylenir. O günlerde Mevlânâ çok gençti, o da babasının derslerine devam ediyordu. Bir gün Ahmed Fakih, Konya’da dükkanın önündeki peykede otururken, Mevlânâ’nın caddeden geçmekte olduğunu görmüş, hemen ayağa kalkarak halka haykırmış!…
– Yol veriniz! Ayaklı hazine geçiyor!..Bu genç, geleceğin gönül meş’alesi olacak, kainatı aydınlatacak. Onu saygılayınız…
Ahmed Fakih’in en büyük değeri, o güne değin Anadolu’da Türk diliyle hiçbir eser verilmemişken, bu alanda öncülğü onun yapmasıdır. Belki ondan önce, Anadolu’da yazılmış Türkçe eserler vardır, fakat bugüne kadar dek elimize geçenler arasında ilk yazılı eser Ahmet Fakih’in yazdığı 83 beyitlik “Çarhnâme” olmuştur. Bu yönden, büyük önem taşımaktadır. Çarhnâme, dünyanın ve dünya zevklerinin geçici oluşundan bahseden, ibâdet etmeyi ve alçak gönüllü olmayı öğütleyen tasavvufî bir risaledir. Söz gelimi:
Bilir misin niçin geldin cihana
Seni kulluk için yarattı Sultan
Yavuz sanmaya kardaş kardaşını
Hakikattir bu sözüm bana inan
İşittinse sözüme kulak tut
Gidermegil sözümü kulağından
Nasihat tutar isen dinle sözüm
Hünerin var ise gel işte meydan
Beyitleri eserin dili hakkında bir fikir vermekte, Yunus Emre’den de 100 yıl önce 800 yıllık bir Türkçeyi bize getirmektedir. Evet, Ahmed Fakih’in Çarhnâme adlı Türkçe eseri zamanımızdan 800 yıl önce yazılmış ve Türk edebiyatının temel taşı sayılmıştır. Çarhnâme’nin asıl metninin 100 beyit olduğunu araştırmacılarımız yazar. Çarhnâme üzerinde bilginler, kılı kırk yaran geniş araştırmalar yaparak eserin gerçek değerini ortaya koymuş ve Çarhnâme’yi: (pek canlı Türkçe söz ve şekilleri bol bol bulunduran, Anadolu’da Türk kültürü ve edebiyatının en büyük eseri…) olarak nitelendirmişlerdir.
Tanınmış mutasavvıf ve ilk Türkçeci şairlerimizden Ahmed Fakih, 1221 yılında Konya’da vefat etmiş ve bugünkü türbesine gömülmüştür. Türbesi üzerindeki taş kitabede 795 yıl önce yazılmış şu sözler okunmaktadır: ( Bu mezarda, pek ulu, pek büyük, gerçeği arayan ve bulan üstün insan…Ahmed Fakih yatmaktadır…)
Ahmed Fakih’in açtığı Türkçecilik çığırı kısa bir süre sonra, meyvelerini vermeye başlamış, Türk diline karşı duyulan sıcak ilgi, gittikçe çemberini genişletmiştir. Ahmed Fakih’ten sonra yetişen Yunus Emre, bir şiirinde:
Sultan Seyyid Necmeddin
Fakih Ahmed Kutbeddin
Mevlânâ Celâleddin
Ol kutb-u cihân kanı?
diyerek, Ahmed Fakih’i çağında da aramış, bu büyük ilim kutubunun özlemini çekmiştir.
Ahmed Fakih, Anadolu’ya doğan bilgi güneşlerinden biri olarak Anadolu’yu aydınlatanlar arasında daima anılacaktır.
Yazımızı, onun 800 yıllık Türkçesi ve şu beyitleriyle tamamlıyoruz:
Bu dünyaya niçün pek yapışırsen
Seni andan koparır çarh-ı devran
Kaza yayı ecel okların atar
Sana dahi dokunuser ol oktan
Bizi korktuğumuzdan kurtar ey Hak
Bize ayruk tapıtma anda hicran
Kaynakça
Wikipedia
www.turkedebiyati.org
www.edebiyatogretmeni.org
Önder Mehmet, Anadolu’yu Aydınlatanlar. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara