Ali Alper ÇETİN
Toros dağlarının başı dumanlandı mı bir kez, Avşar Türkmenlerinde bir telâş başlardı. Kışı zorlu olurdu Torosların…
O geçit vermez bayırlar karla dolar, Toroslar yaşanmaz olurdu. O zaman da Torosların güneyine, Çukurova’ya inerler, kışı burada geçirirlerdi. Bu, onların yüzyıllardır süregelen değişmez yaşayışlarıydı.
Çukurova’da aşiret kavgaları amansızca devam ettiği 1865 yılında, Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında, ne olduysa oldu, bir ferman çıktı Osmanlı Sarayı’ndan… Bundan böyle göç olmayacak! Fırka-i İslâhiye; Ahmet Cevdet Paşa ve Derviş Paşa’nın Islah Ordusu (Reform Ordusu)…İskân, zorla yerleşik hayata geçiş… Bütün aşiretler gibi Avşar (Afşar) Türkmenleri Çukurova’da mıhlanıp kalacaklardı. Yazın Torosların kekik kokulu yamaçlarına göçemeyeceklerdi. “(Olur mu böyle şey?… Kimin kime zararı var, Toroslara çıkmaz, koyun sürülerini dağların doruğunda otlatmazlarsa n’olurdu Avşar hâli? Cerit, Tecirli, Bozdoğan gibi, tüm Türkmen aşiretleri de aynı durumdaydı… Çekilir miydi Çukurova’nın kavurucu yaz sıcağı?)” demeye kalmadı. Askerler gönderildi üzerlerine… Çarpışmalar oldu, ocaklar söndü. Avşar Oymağı’nın beyi Kozanoğlu’da öldürüldü bu döğüşlerde ama; Avşar, Cerit, Tecirli, Bozdoğan aşiretleri ve diğer Türkmen aşiretleri Toroslardan kopmadı, geleneğini sürdürdü, durdu.
Fırka-ı İslâhiye fermanı ile (1865) ; Çukurova, Amik Ovası ve Halep çevresinde kışlayan Avşarlar (Afşar), Cerit (Cerid), Tecirli, Farsak (Varsak), Bozdoğan, Sırkıntılı, Ulaşlı, Kırıntılı, Lek (Lekvanik), Tatarlı, Yağbasan, Akçakoyunlu, Bayındır, Bayat, Beğ-Dili, Eymürlü, Kınık ve Düğer’e bağlı Türkmen aşiretleri devletin buyruğu altına alınmıştır.[1]
Türkmen aşiretleri, göç ettikleri yerlerde de gelenekleriyle, görenekleriyle türküleriyle, bozlaklarıyla varlıklarını korumuşlardır. Türk Kültürünü yaşatan da bu Türkmen aşiretleridir. Aslında birbirinden yiğit Avşar ve Cerit aşiretleri, akraba aşiretlerdir. Dulkadirli beyliğinin çoğu Bayat, Avşar, Beydili obalarından oluşuyordu. Avşar ve Ceritler, ikisi de Türkmen aşireti, ikisi de Oğuzların Bozoklar kolundandır. Beydili; Ceritlerinde olduğu birçok obayı barındırmaktaydı. “Avşar” ve“ Beydili” (Beğ-Dili). Cerit obası Beydili boyuna mensuptur… Ne yazık ki bu kavgalar kardeş kavgasıydı…
Uzun süren aşiret kavgalarının sonunda harap köyler, kasabalar, şehirler ortaya çıkar. O günlerin ızdırabını Dadaloğlu şöyle dile getirir:
Okuduğun tutmaz oldu âlimler,
Kalktı da obalar arttı zulümler
Terlemeden mal kazanan zalimler
Can verirken soluması zor imiş.
Başı dumanlı Toroslar
Cerit – Avşar kavgaları tüm şiddeti ile devam etmektedir. Ozan Dadaloğlu şu dizelerle dile getirmiştir:
Cerid’in göçü de üğründü geldi
Avşar’ın gafleti sinemi deldi
Gözü kanlı yiğit komadı kırdı
Boz Kartal’a pay pay oldu ölümüz.
Cerid’in uyluğu duruyor atta
Avşar’ın hopuru çıktı Yarsuvat’ta
Biz bu öğüt ile kurtulmak dertte
Nerde kaldı akıllımız delimiz.
Dadaloğlu bu iş böyle olmadı
Akıllımız delimize uymadı
Bre Cerid burda yerin kalmadı
Urumeli Kırşehir’dir yolunuz.
Avşar ve Cerit aşiretlerinin en kanlı kavgalarından biri de, 1785 yılında Ceyhan nehri kıyısında geçti. Aşiretlerin birbirleri ile savaşına binlerce atlı karıştı. Tüfenk, tabanca, ok, kılıç, piştov, cidav her ne buldularsa karşılıklı olarak savaşan Avşarlar ile Ceritlerin, kayıpları büyük olur. Ocaklar söner. Avşar’dan çok sayıda ölü savaş meydanını doldurur. Yarsuvat (Ceyhan) nehri kıyısında yaşanan savaşı Dadaloğlu sazının tellerine dokunarak, içli bir şekilde anlatır:
Dadaloğlu Anıtı – Kayseri Dadaloğlu Kasabası
Elem geldi elde değil gaziler
Akar gözüm yaşı çağlar neyleyim
Sağ selamet geçticeğim Binboğa
Sual eyler benden dağlar ne deyim
Deh bire, deh bire nazlı kıratım
Yarsuvat’ta kaldı, atım pusatım
Gelinler dul kaldı, yavrular yetim
Gelir babam diye ağlar ne deyim
Elde gezer çok yiğidin cıdası
Kara geldi bin iki yüz (1785) senesi
Koçaslan Kenan’ın Elif anası
Çıkar yollarımı bağlar ne deyim
Gelin yarenlerim yanıma gelin
Beni sağ komayın bir kılıç çalın
Sekiz yüz çadırda sekiz yüz gelin
Al çıkarır kara bağlar ne deyim
Der Dadal’ım yoramadım düşleri
Dikemedim şehidime taşları
Yarsuvat’ta olup biten işleri
Sual eyler benden Sağlar ne deyim
Avşar’ın sekiz yüz çadırında sekiz yüz gelin’e al çıkarıp kara bağlatacak kadar kanlı geçen kavganın sonuçları tam manasıyla bir “yok oluştur”…
Osmanlı yönetimi Cerit aşiretinin beyi Osman’ı yakalayarak 1828 yılında idam etti. Devletin aldığı sert tedbirler bile Ceritleri korkutmadı. Aşiret kendi içinden çıkardığı yeni beyler ile kaç-göç hayatına devam etti. Cerit aşiretinin yaylaya göçü de uzunca bir süre unutulmadı.[2]
Çok canlar yanmış. Köyler, kasabalar, şehirler harap olmuştur. Hüzün, gözyaşı… Acılar ağıtlara dökülmüştür… Avşarlarda olduğu gibi Cerit Oymağı için de çok ağıt yakılmıştır… Kendisi de Cerit olan, Ozan Kul Yusuf şöyle dillendiriyor:
Cerid Rakka’dan sökün edince
Açılsın Urum’a yolu Cerid’in
Silsüpüroğlu Fettah Beğ’im ölünce
Kırıldı kanadı kolu Cerid’in.
Toplansın aşiret birlik olalım
Biz bir zaman Elbeyli’den kalalım
Konuşalım bir karara varalım
Bozulmadan gitsin eli Cerid’in.
Yüz atlımız daim ileri gitsin
Sağına soluna çok dikkat etsin
Pılışka ( Avanta, rüşvet) vermeden menzile yetsin
Ziyarette açsın yolu Cerid’in.
(…) Sineği çok Nizip ovasına varmayın
Pusu vardır Şar dağına girmeyin
Urbanoğlu kız istiyor vermeyin
Koklatman yadlara gülü Cerid’in.
Seyfe’nin karşısı koca cebeldir
Cebeli aşınca seyfü seferdir
Yüz atlımız bin atlıya bedeldir
Dönerse silaha eli Cerid’in.[3]
Toroslarda bir Türkmen Çadırı
Konar-göçer ve “iskân olayları” döneminde Türkmenlerin ölüsüne ağlayacak zamanı bile olmamıştır. Halk, acısını içine atmış, acıya tevekkülle dayanmayı bilmiştir…
-Dileğimiz; Allah, bir daha milletimize topluca ağıt söyletecek acılı günler göstermesin.-
Aşiret kavgaları, yıllarca bitmek bilmemiş. En büyük kavga ise Avşar aşireti ile Cerit aşiretinin kavgasıdır. Osmanlı yöneticileri tarafından kandırılan Avşarlar, Ceritler’in önünü kesmek için Nizip yakınlarında pusu kurmuşlardır. Osmaniye-Bahçe ilçeleri arasında Ceritler’i takip eden Avşarlar, Ceritler’e saldırmış, çıkan kavgada Avşarlar büyük kayıplar vermişlerdir. Nice canlar yanmış, çok kan dökülmüştür… Kanlıgeçit’te ki bu büyük kanlı kavgada, Ceritler galip gelmiştir. Avşar-Cerit Türkmenlerinin kavgasına sahne olan Osmaniye’nin üstünde ki bu geçide, o gün bugün hâlen “Kanlıgeçit” denilmektedir. [4]
Avşarlar Kanlıgeçit’te büyük bir bozguna uğrayınca Sivas, Aziziye – Kayseri, Sarız, Pınarbaşı, Tomarza yörelerine çekilmeye başlamıştır. Kendisi de Avşar aşiretine mensup olan Dadaloğlu, çok üzülmüştür. Avşarların Çukurova’dan çekilişi, kopuşu büyük bir matem olmuştur…
Bu olayları yaşayan Dadaloğlu aldı sazı eline, arı-duru Türkçesiyle erkekçe seslendi:
Kalktı göç eyledi Avşar illeri
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız kirmanî
Taşı deler mızrağımız temreni.
Sultan, hakkımızda etmiş fermanı,
Ferman padişahın dağlar bizimdir.
Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek, davlumbazlar vurulur
Nice koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Dadaloğlu’nun nerede, hangi yıl doğduğunu kesin olarak bilen yok. Kozan’da mı, Erzin’de mi, Payas’ta mı belli değil. Ama bunların tümünü içine alan Çukurova’da doğduğu bir gerçek. Birçok araştırıcı, onun 1785’li yıllarda doğduğunu söyler. Asıl adı Veli, babası da Dadaloğlu Âşık Musa adlı halk şairidir. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile Kozanoğlu’nun yanında imamlık, kâtiplik yapar. Sözlü kaynaklara göre ölümü 1868 yılıdır.
Dadaloğlu, aşiretlerin göçerlik koşullarını, Osmanlı’ya karşı aşiretlerin direnişini ve Anadolu’da hüküm süren aşiret kavgaları üzerine yazılmış şiirlerinde bu tarihî ve sosyal olayları işlemiştir. Koşma, türkü, semai, varsağı, destanlar yazmış olan, ama asıl kişiliğini türkülerinde gösteren bir halk ozanıdır. Yazış bakımından Karacaoğlan’la Köroğlu’nu hatırlatır. Dili, Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesidir. Asıl ününü yiğitlik türküleri ile yapar. Dili, yiğitlik şiirlerinde sert, pervasız; aşk, sevgi, doğa ve tabiat şiirlerinde ise içli, samimi, ama hepsinde katıksız ve saf bir halk dilidir.
Dadaloğlu, göçebe Avşarlar arasında yetişmiş ve onların sözcüsü olmuş bir âşıktır. Bugün elimizde bulunan 130 kadar şiirinin tamamı hece vezniyledir. Bunların büyük bir kısmı Avşarlardan yapılan derlemelerle ortaya çıkmıştır. Çok az bir kısmı da yazılı kaynaklarda (cönk) tespit edilmiştir.
Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır. 19. yüzyılın öteki halk şairleri (Dertli, Seyrani, Emrah…) divan şiiri etkisinden kurtulamadıkları hâlde, Dadaloğlu şehir hayatından uzakta bulunduğu için yalnız kendi çevresinin duygu ve düşüncelerini dile getirmiş, dolayısıyla Divan şiirinin etkilerini şiirine taşımamıştır.
Dadaloğlu’nun okuyup yazma bildiği şiirlerinden anlaşılıyor. O da öteki ozanlar gibi omuzunda sazı Anadolu’yu karış karış gezmiş, gittiği yerlerdeki ozanlarla atışmış, Anadolu’nun gönlü ve dili olmuştur.[5]
Ozan Dadaloğlu, gezdiği şehirleri arı-duru Türkçesiyle şöyle anlatır:
Çıktım yücesine seyran eyledim,
Cebel önü çayır çimen görünür.
Bir firkat geldi de coştum ağladım,
Al yeşil bahçeli Kaman görünür.
Şaştım hey Allah’ın ben de pek şaştım
Devrettim Akdağ’ı Bozok’a düştüm,
Yozgad’ın üstünde bir ateş seçtim
Yanar oylum oylum, duman görünür.
Biter Kırşehir’in gülleri biter
Çığrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep seni yeter
Güzelin kaşında keman görünür.
Gönüller arzuladı Niğde’yi, Bor’u
Gün günden artmakta yiğidin zârı
Çifte bedestenli Koca Kayseri
Erciyes karşısında yaman örünür.
Dadaloğlu da der zatından zatı
Çekin eğerleyin gökçe kır atı
Geçmek değil bizim ilin muradı
Ak yere gitmemiz güman görünür.
Dadaloğlu, “Kırat” dedi ve hatırımıza geldi. Ozanımız da, Köroğlu gibi kırata âşıktır. Onsuz bir yerer gitmez, onu görmese edemez. Sevgilisiyle bir tutar kıratını.
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Severim kır atı, bir de güzeli.
Değip onbeşime kendim bileli
Severim kır atı, bir de güzeli
Atın beli kısa, boynu uzunu,
Kuru suratlısı elma gözünü
Kızın iplik iplik süt beyazını
Severim kır atı, bir de güzeli
Dadaloğlu asıl şöhretini, mensup olduğu Avşar Türkmen Oymağı’nın Çukurova’da yerleşik hayata geçmemek için giriştiği direnişler sırasında yaptı. O günlerde yiğitçe koşmalar söyledi. Sonunda Avşar Oymağı Sivas’ın Aziziye- Kayseri Sarız, Pınarbaşı Tomarza ilçelerine yerleştirilmişti ama, Dadaloğlu burada kalmamış yine Çukurova’ya dönmüş, Güneyin şehir ve kasabalarını tek tek dolaşmıştı. Onun bu dönemdeki şiirlerinde, güney Anadolu’nun tüm coğrafyası özlemlerle dile gelir.
Atım kalk gidelim sılaya doğru
Tırnağını taşa vurmam düzünen,
Koç yiğitler gurbet ele düşerse
Yanar bağrı ateşinen közünen
***
Bilirdim Kilis’i ezel ezeli
Çok olur oranın okur yazarı
Şirin olur Antep ili güzeli
Eğler koç yiğidi cilve nazınan
***
Ahırdağ’ın erken geçin ağalar
Alışır çevresi bahçeler bağlar
Kısığ’ın yöresi şol ulu dağlar
Karı yatar namlı namlı buzunan
Dadaloğlu Anadolu’yu aydınlatan Anadolu ozanları arasında, ocağına gönül vermiş, gurbette onun özlemiyle yanan yiğit bir ses, yanık bir nefes olmuştur.
Son demlerini sazı ile Çukurova Türkmenleri arasında geçirdiği biliniyor. 1868’li yıllarda öldüğü söylenirse de, birçok Anadolu ozanı gibi onun da mezarının nerde olduğu tartışma konusu olmaktadır. Ne var ki o, Çukurova’nın gönlünde yatmakta, karış karış Çukurova toprakları onun mezarı sayılmaktadır.
Anadolu ozanları arasında düzgün, katıksız Türkçe söyleyişi, sanat yetenekleri ile Dadaloğlu, çağının Köroğlu’su, Karacaoğlan’ıdır. Dadaloğlu aydınlık Anadolu’nun sıcak-ışıklı güneşlerinden biri olarak her zaman dile getirilecektir.
Kaynaklar
[1] Cemil Gök: Fırka-ı İslâhiye, cukurovader.org.tr
[2] Baki Yaşar Altınok: Rakka ve Orta Anadolu Ekseninde Bir Oymağın Tarihi (Ceritler)
[3] Dr. Halil Atılgan, Rakka’da Elmadağı’na Yürüyerek Geldik Yaya, Kanalkültür, 2013
[4] Cezmi Yurtsever: Çukurova Türkmenleri, İzdüşüm Yayınları, 2007
[5] Mehmet Önder: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara