“Bâb-ı Meşîhat” denilen Şeyhü’l-İslâmlık makâmına giden yol, Rûmeli Kazaskerliği’nden geçiyordu. Rûmeli Kazaskeri olabilmek için de Anadolu Kazaskerliği yapmış olmak îcâb ediyordu. Velhâsıl, “ilmiye” denilen mesleğin ilk basamağı Kazâ Kadılığı, son basamağı da Müfti’l-Enâm, yâni, Şeyhü’l-İslâmlık idi. Kazâ Kadılığı ile Anadolu Kazaskerliği arasında, devamlı yükselen kadılık ve mollalık makâmları ile nihâyet “Taht Kadılığı” bulunmaktaydı.
R. Cevat Ulunay’ın naklettiği bir kazasker anekdotu var ki, dilimizin letâfetiyle lâtife yapıyor:
“Bakırköy dolayında bir semte ve hipodroma adını veren Velîyüddin (Velî) Efendi, Ramazan’da Anadolu ve Rûmeli Kazaskerlerini iftâra dâvet eder. Eski Şeyhü’l-İslâmlardan olan Efendi’nin, her iki Kazaskerle de arası limonîdir. Onlardan pek haz etmez. Misâfirler gelmeden uşağını tenbîhleyerek bir mizansen hazırlar. Velî Efendi ile Kazasker Efendiler, yaklaşan iftâr vaktinin mâlûm duyguları içindeyken; ev sâhibi, elini ipe uzatarak çıngırağı çaldırır. Huzûra giren uşağın her iki elinde de birer demet ‘tere’ vardır. Velî Efendi, sofra hazırlığındaki son durumu sorup öğrendikten sonra uşağına:
-Nedir o elindekiler?
der.
Uşağın cevâbı, efendisinden patentli ve iğnelidir:
-Tere efendim! Biri Anadolu Teres’i, diğeri de Rûmeli Teres’i!
Aynı zamânda büyük bir hattât olan Velîyüddin Efendi, Bâyezîd Câmii’nin bitişiğindeki târîhî kütüphâne başta olmak üzere, birçok hayrâtın da bânîsi. Dili, kalemi gibi, cömertlikte bî-menend olan gönlü ile de şeref listesindeki yerini almıştır. O ve onun gibiler, hangi yolda, hangi gâyeye doğru yürüdüklerini bilen insanlardı…
Hayâtın gâyesi nedir? Daha müreffeh yaşamak mı? Başta ev olmak üzere, gündelik vâdelerle kullandığımız eşyânın, yâni muhîtimiz olan maddiyâtın, daha konforlu olması mı? Uzak veyâ yakın diyârlarda dolaşmak, gezmek mi? Bunların hepsi “gâye”ye giden yol aksesuarı, hiçbiri “gâye” değil.
İnsanın, bu gâye hissini kaybetmesi demek, şuûrunu kaybetmesi demektir. Şuûrsuz yaşamakla, gâyesiz yaşamak aynı şeydir. Ama günümüzde kaç kişi bunun farkında?
Şu, çöp kutularını karıştırarak maîşet temin edenler var ya, gördükçe, insanın içinde sızılar peydahlanıyor. Senin, işe yaramaz, kullanılmaz diyerek çöpe attığın, onun geçimini sağlıyor. İnsan haysiyetine ve fıtratına yakışmayan bu çöp kutusu karıştırma işi, memleketimizin hemen hemen bütün şehir, hattâ kasabalarında, bir meslek hâline geldi. Bu işi yapanların, eski çuvalları birleştirerek tekerlek taktırdığı arabaları, şehir trafiğinin önemli ve tabiî bir unsuru oldu. Bunları görüp de, imkânı varken merhem olmayanlara ne demeli?
Fuzûlî, Su Kasîdesi’nde:
“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlâre sû
Kim bu denlû dutuşan odlâre kılmaz çâre sû “
derken, beşerî çâresizlikle en büyük çârenin ve de gâyenin adreslerini, o, kendine has yüksek âyârıyla gösteriyor…
Ağzına da, kalemine de sağlık, büyük şâir…