Ankaralı Arabacı İsmail ve Mustafa Kemâl -VII

Yunan ilerleyişi ve iç isyanlar sebebiyle Ankara Hükümeti bunalmıştı. Millî Kurtuluş Savaşı dönemindeki isyanlar tarih itibariyle, Mustafa Kemâl’in Samsun’a çıkışından sonraki zamana rastlamakta ve ünlü Dürrizâde[1] fetvasının yayımlanması ile Kuva-yı Milliyeyi rahatsız etmekteydi. Dürrizade Abdullah’ın fetvası diyordu ki: “Dünya nizamının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin (Yüce Allah onun hilâfetini kıyamet gününe kadar sürdürsün) idaresi altında bulunan İslâm beldelerinde bazı şerir şahıslar aralarında birleşip ve kendilerine reisler seçerek, Padişah’ın sadık tebaasını hileler ve tezvirler ile kandırmaya, Padişah’ın yüksek emirleri olmadan asker toplamaya kalkışıp, görünüşte askeri iaşe ve teçhiz bahanesiyle ve gerçekte mal toplama sevdasıyla kutsal şeriata ve Padişah’ın emirlerine aykırı olarak birtakım salma ve vergiler kesip, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mallarını ve eşyalarını yağmalamak ve bu yoldan Allah’ın kullarına zulmede gelmeye ve suçlar işlemeye, memleketin bazı köyleri ve bölgelerine hücum ile tahrip, yerle bir etmek, Padişah’ın sadık tebaalarından nice mâsum kişileri kati ve masum kanları döktükleri, müminleri emiri olan Padişah emrinde bulunan bazı dinî, askerî ve mülkî memurları kendi başlarına azil ve kendi hempalarını tayin, hilâfet merkeziyle memleketin ulaştırma ve haberleşme yollarını kesmek, devletçe gönderilen emirlerin yapılmasını yasaklamak, hükümet merkezini diğer bölgelerden ayırmak suretiyle halifelik otoritesini kırmak ve zayıflatmak maksadıyla yüksek halifelik makamına ihanet etmek suretiyle imama itaatten dışarı düşmekle, Devlet-i Aliye’nin nizam ve düzenlerini, memleketin asayişini bozmak için yalanlar yaymakta, halkı fitneye sevk ve fesada gayret etmekte oldukları açıklanmış ve gerçekleşmiş olan adı geçen reisler ile aveneleri ve onlara bağlı olan kimseler mertebesinde bulunup, dağılmaları hakkında gönderilmiş bulunan yüksek emirlerden sonra, hâlâ inat ve fesatlarında direnirler ise, adı geçen kimselerin kötülüklerinden memleketi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak vacip olup ‘Fekatilu elleti tebga hatta tefaa il emerillah’ âyet-i kerimesi gereğince katilleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri meşru ve farz olunur mu? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olur. Dürrizâde  Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı. Böylece Padişah’ın ülkesinde savaş kudretleri bulunan Müslümanların, adil halifemiz ve imamımız Sultan Mehmet Vahdettin Han hazretlerinin çevresi etrafında toplanıp bunlarla çarpışmak için yapılan davet ve emirlerine koşup adı geçen eşkiyalar ile savaşmaları vacip olur mu? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olurlar. Dürrizâde  Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı.

İstanbul’un bu fetvasına karşılık 152 kişiyi aşkın Anadolu uleması ve Ankara Müftüsü (İlk Diyanet işleri reisi) Mehmet Rıfat efendi[2] fetva yayınladılar[3]:

“1) Genel düzenliğin kurucusu ve yürütücüsü, varlığının dünya durdukça yerinde olmasını dilediğimiz İslâmların ulu halifesinin hilâfet makamı ve saltanat başşehri İstanbul, İslâmların emîrini arzu ve isteği dışında düşman devletlerce zor kullanılarak elde edilirse ve İslâm askerlerinin zorla silâhları alınırsa, bazıları haksız yere öldürülürse, Hilâfet beldesinin savunmasını sağlıyacak istihkâmlar, kaleler, savaş araçlarına, ülkenin işlerinin yürümesini sağlıyacak Bab-ı Âli ve Harbiye Nezaretine el konulur. Halifeyi esas ödevi olan ülkeyi idâreden yoksun bırakırlarsa sıkıyönetim ilân, askerî mahkemeler kurma ve bunlara İngiliz kanunlarına göre karar verdirilir ve böylelikle yürütme hakkı çiğnenir, arzusu dışında ülkesinin parçaları olan İzmir, Adana, Maraş, Antep, Urfa çevresinde düşmanlar saldırtılarak, İslâm olmayan tebea ile elele verilerek İslâmları öldürme, mallarını alma, kutsal inançlarını zedelemelerine karşı, durumu yukarıda anlatılmaya çalışılan esâret ve hareket altında olan İslâmların Halifesini kurtarma yolunda ellerinden geleni yapmak tüm müslümanlara farz olur mu? Cevap: Allah’ın da onayı ile olur. 2) Bu suretle meşru haklarını, hilâfetin mânevi kudretini iade etmek yolunda ve işgal edilmiş vatan bölgelerini düşmandan kurtarmak için savaşanlar şer’an isyancı sayılır mı? Cevap: Allah’ın da onayı ile sayılmazlar. 3) Bu yolda, yâni halifenin zorla alınmış haklarını iade yolunda açılan savaşta ölenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurlar mı? Cevap: Allah’ın da onayı ile olurlar. 4) Böylelikle dinî ödevini yerine getiren Müslümanlara karşı, düşmanın tarafına geçip savaşanlar şeriatça en büyük günahı işlemiş ve fesad yaymış olurlar mı? Cevap: Allah’ın da onayı ile olurlar. 5) Böylelikle, düşmanların zoru ve baskısı ile ve gerçeklere uymayan fetvâlar, Müslümanlar için şeriat kurallarına göre muta olur ve onun yoluna gitmek gerekli olur mu? Cevap: Allah’ın da onayı ile olmaz. Verilen fetvâ’nın yapısının şer’î kuralları, dinî hükümleri ve akıl, mantık, hukuk esaslarını kurcaladığını, ülemâdan mebuslar ve Ankara’nın tanınmış din bilginleri de tasdik ettiler: Bu ülemâ şunlardır: Kayseri Müftüsü Ahmet Remzi, Devrek Müftüsü Abdullah Hayri, Yozgat Müftüsü Mehmet Hulusî, Kırşehir Müftüsü Müfid, Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi, Hacıbayram Medresesi Müderrisi Süleyman, Bursa Meclis-i Fevkalâde azasından ve ülemâdan Abdüs-Servet, Câberiye Medresesi Müderrisi Mehmet Şevki, Kayseri ülemâsından Bünyanlı Mehmet Âlim, Ankara ülemâsından Mustafa, Mollabüyük Medresesi Müderrisi İsmail, Şehâbiye Medresesi Müderrisi Sadullah, Zeynelâbidin Medresesi Müderrisi Hamza, Ankara Medresesi Müderrisi Hasan Fehmi, Beyazıt dersiâmlarından Rıfat, Sarıkadı Medresesi Müderrisi Tevfik, Reis-ül-kurrâ Hasan Hilmi, Zencirli Medresesi Müderrisi Abdullah Hilmi, Yeşil Ahî Medresesi Müderrisi Abidin”[4].

İç isyanlar da bölge olarak daha çok önce Biga-Gönen-Balıkesir-Bursa sonra Adapazarı-Hendek-Düzce-Bolu ve Yozgat-Zile-Konya-Bozkır coğrafi bölgelerinde meydana gelmişti. Bozkır (27 Eylül 1919), Bozkır (20 Ekim 1919), Aznavur (25 Ekim 1919), Anzavur (16 Şubat 1920), Düzce (13 Mayıs 1920), Düzce (19 Temmuz 1920), Yozgat (15 Mayıs 1920) ve bu isyanlar daha da devam edecekti.[5] Adapazarı-Düzce-Bolu, Anzavur, Yozgat isyanlarının bastırılmasından çok önemli hizmetleri olan Kafkasyalı Edhem Bey’de daha sonra Ankara Hükümetine isyan edecekti. “Yozgat’ta Çapanoğulları başkaldırdığında da Edhem Beye bu hadiseyi da bastırma görevi verilmiş ve kendisi Ankara’ya davet edilmişti. Ankara istasyonunda, başta Mustafa Kemal olmak üzere, bakanlar, paşalar, milletvekilleri ve halk, Edhem Bey’i büyük bir ilgi ve övgü ile karşılamışlardı. Mustafa Kemal kendisini özel arabasına alıp karargâha götürmüş ve konuk etmişti. Fevzi Paşa ve İsmet Paşa buraya gelerek Edhem’le Yozgat isyanını görüşmüşler, İsmet Paşa ile o gün tanışmıştı. Batı Cephesi’ndeki nazik durum sebebi ile Edhem, Yozgat görevini kabul etmek istememişti. Ancak, ısrar üzerine bu işi de yüklenmişti. Ankara’nın o güne kadarki tutumunu da acı bir dille eleştirmekten geri kalmamıştı. Mustafa Kemal ve paşalar, Edhem’in bu eleştirilerine yumuşak bir üslupla karşılık vermişlerdi. Hatta Mustafa Kemal, Edhem’e “Bu isyanı da bastırabilirseniz vatana çok büyük bir hizmet daha yapmış olursunuz” demişti. Edhem Yozgat’a hareket etmiş, Kılıç Ali Bey’in kuvvetleri ise bu sırada asilere yenilmişti. Edhem, Yozgat yakınında ilk çatışmaya girmiş ve Yozgat şehrinin sokaklarında çarpışmalar sürmüştü. Yozgat, Edhem güçlerince ele geçirilmiş, Divan-ı Harp kurularak ilk aşamada 12 isyancı asılmıştı. Esas çatışma ve çarpışma, Seyfi Boğazı denilen yerde cereyan etmiş ve yüzlerce ölü ve yaralı veren asiler darmadağın olmuşlardır. Başkaldırıların elebaşları Çapanoğlu Celâl ve Edip, Uzunyayla’ya kaçmışlardı. Edhem’in başarısı Ankara’yı çok memnun etmiş ve Kuva-yı Seyyare büyük itibar kazanmıştı. İlerleyen dönemde maalesef Demirci Mehmet Efe ve Edhem Beyin isyanları Millî mücadeleyi olumsuz etkileyecek ve zaferi geciktirecekti. Fakat “denebilir ki, Edhem olmasaydı dalga dalga yayılan ve Ankara’yı ve millî kurtuluşu tehlikeye sokan isyanların bastırılması pek zor olacak, belki de millî dava felce uğrayacaktı. Edhem komutasındaki “Kuva-yı Seyyare”nin hizmetini en iyi takdir eden de Mustafa Kemal olmuştu[6] .” İsyanların yoğun olduğu bunaltıcı dönemde işgal güçleri ve yeniden iktidara gelen Damat Ferit Hükümeti Konya’yı Millî Mücadele saflarından ayırmak istiyordu[7]. 1920 yazı, millî mücadelemizin  “buhranlar mevsimi idi”: İç ayaklanmalar, birbirini kovalamaktaydı. İstanbul Birinci Sıkıyönetim Mahkemesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölüme mahkûm etmişti. Ankara’da Millî Meclis Damad Ferid’i vatandaşlıktan çıkarmıştı, Balıkesir – Edremit – Göneni daha sonra Bursa’yı Yunanlılar işgal etmişlerdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi “Millî Misak”ı kabul etmişti. Bu dönemde 3. Ağustos. 1920’de Mustafa Kemâl Konya’ya gidecekti[8]. Müderris Sivaslı Ali Kemali Efendi[9], Rıfat Efendi, Ömer Vehbi Hoca, Glisarlı Tahir efendi ve diğer Müdafaa-ı Hukuk üyeleri ile görüşecektir. Paşa, Konya ve çevresinde Kuvay-ı Millî’ye karşı bazı olumsuz davranışların meydana gelmekte olduğunu öğrenmiştir. Yanında Millî Savunma Bakanı Fevzi (Çakmak), Genelkurmay Başkanı Şemseddin, 12. Kolordu Komutanı Fahreddin (Altay), Antalya Milletvekili Rasih (Kaplan) İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Burdur Milletvekili Mehmet Akif (Ersoy) de vardır. Konya İstasyonu’nda karşılama ve törenden sonra Hükümet Konağı’na gelirler. Burada çeşitli kuruluşların temsilcileriyle görüşülür. Kendilerine ilk Konya Hadisesi’nde tutuklanmış olanların afları konusunda ısrarlı dilekler yapılır. Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı ve Adliye Bakanı Celâleddin Arif Bey’e bir telgraf göndermiştir: (Konya’nın durumunu memnuniyet verici buldum. Halk aydınlatılmış, kötü niyetli kişilerin sözlerine aldananlar, şimdi hatalarını anlamış, doğru yola gelmişlerdir) diyerek, Meclis’in bir gün sonraki toplantısında adlarının çıkarılmasını, kendisi Konya’dan ayrılmadan sonucun bildirilmesini istemiştir. Ertesi, 4 Ağustos 1920 günü sabahı Gureba Hastahanesi’ni ve İdadi (Lise)yi ziyaret eden Mustafa Kemal paşa öğleden sonra Hükümet Alanı’na yerleştirilen kürsüye çıkarak binlerce Konyalıya seslenmiştir. Alkışlarla sık sık sözleri kesilir. İç ve dış düşmanların, milletin çelik iradesi karşısında eriyeceğini, millî kuvvetlere güvenilmesini ve yardım edilmesini söylemiştir: (Millî amaçlara ihanet eden bedhahtlar, yine milletin iradesiyle cezalarını bulacak, hatalarını anlayacaklardır. Millet, Kuvay-ı Millîye ile hem fikirdir, uyanık olunuz.) (Arkadaşlar! Düşmanlarımız şeref ve haysiyetimizi, namusumuzu istiyorlar. Bunları bizden aldıktan sonra, kesin darbeleri kendiliğinden vurulmuş olacaktır. Buna takdir ederek diyoruz ki istiklâl-i millimizi asla vermeyeceğiz. Kanımızın son damlasına kadar müdafaa edeceğiz. Arkadaşlar! Binlerce seneden beri istiklâl ve hürriyet saadetini yaşamış bir milletten istiklâl ve hürriyeti hiçbir zaman alınamaz.

Arkadaşlar! Kendi milletimize, kendi kudretimize istinaden mukaddes mücadelemize devam ediyoruz. Diyelim ki, bütün garp alemi bize düşmandır. Garplılar bizim kudretimizin maddeten tecellisini görmedikçe bize merhamet etmezler. Biz de garbın cebin (korkak) zalimini affetmeyeceğiz. Tek bir neferimiz, tek millet ferdimiz kalsa da herhalde (muhakkak) istiklalimizi vermeyeceğiz. Düşmanlarımızı vatanımızın bağrında yaşamaya bırakmayacağız.) diyerek konuşmasını bitirir. Mustafa Kemal’in bu konuşmasından sonra, Antalya Milletvekili Rasih (Kaplan), memleketin kurtuluşu üzerine dua eder[10].

Aynı gün Mustafa Kemal paşa, Konya’da bulunan Trablusgarp’tan mücadele arkadaşı Şeyh Sunusî[11] hazretleri ile buluştu ve memleket meselelerini konuştu[12]. Sonra Mevlânâ Türbesi’ni ziyaret etti; burada Mevlânâ Dergâhı şeyhi, aynı zamanda Konya milletvekili ve BMM Başkan vekili Abdülhalim Çelebi ile görüştü. O’nun Konya’ya daha ilk gelişlerinde ve üstelik İstiklal Savaşı’nın bütün sıkıntılarıyla devam ettiği bir sırada Mevlânâ’yı ziyaret etmeleri ve buna zaman ayırabilmeleri çok anlamlı idi[13]. Konya için “asırlardan beri tüten büyük bir nurun ocağı, Türk harsının (kültürünün) esaslı kaynağı” tanımlamasını yapması, O’nun Konya’ya karşı ilgisinin kültürel boyutlarını ortaya koyuyordu. Atatürk’ün Konya’yı “Türk kültürünün esaslı kaynaklarından” görmesi, O’nun Türk tarihini Türkistan (Ortaasya) – Selçuklu- Osmanlı çizgisinde bir bütün olarak algılamasının bir sonucu idi. Diyordu ki “Bizim tarihimiz derin bir mâziye mâliktir. Bu düşünce bizi elbette altı- yedi yüzyıllık Osmanlı Türklüğü’nden, Selçuklu Türkleri’ne ve ondan evvel bu dönemlerin her birine eşit olan büyük Türk devletlerine kavuşturur”. İşte, bu çizgi üzerinde Konya, Selçuklular’a yani bir Türk devletine başkentlik yapması ve merkez olması bakımından Türk kültüründe önemli bir değer idi. Tabii ki bu kültür, maddî ve manevî unsurları bünyesinde barındırıyordu. Paşa “Ne zaman bu şehre gelecek olursam, Mevlânâ’nın ruhaniyatı bütün benliğimi sarar”[14] diyordu. Paşa 5 Ağustos 1920 sabahı, Çukurovalıların düzenlediği Pozantı Kongresi’nde bulunmak üzere Konya’dan ayrıldı.  Ankara’ya dönüşte Arabacı İsmail’e hem geziyi anlatmak hem de sohbet etmek istiyordu. Arabacının sohbeti adeta onda bağımlılık yapmıştı. Arabacı artık paşa için Balkanlardan esen huzur bulduğu bir nefesti. Fakat o günlerde Mustafa Kemal’in Arabacı İsmail’e gidebilmesi çok mümkün görünmüyordu. Baş yaveri Cevat Abbas ile haber gönderdi. Arabacının boş zamanlarında Ulus’ta Cihan Kahvehanesinde oturduğunu sohbet ettiğini öğrenmişti. Çankaya’daki bağ evine davet etmek istedi. Bu daveti yaparken de korkuyordu. Ya kabul etmezse diye. Korktuğu başına gelmişti Paşanın. Arabacı Cevat Abbas’ı tatlı bir dille terslemiş “git bizim sarı paşa’ya söyle kapımız ve gönlümüz ona her zaman açık. O’na Balkanlarda Seyit Hoca’nın talebeleri anlatmıştır:-Hak dostları siyasetle uğraşanların kapısına gitmezler-. Paşa siyasetle de uğraşır savaşla da. Bir yerde bizim gitmemiz uygun düşmez. Devlet erkanı Hak erlerini ziyarete gelsinler yahut gelmesinler bizim için hoştur. İsterlerse şu bizim derme çatma Cihan Kahvehanesine gelsin ihvanla beraber sohbet dinlesin. Evimde paşayı oğlu gibi çok özleyen Şan annesi her zaman sofrasını açık tutar, yolunu bekler. Selam söyle bizim evlada –Her kes onun karşısında selam duruyorsa bilir ki o da bizim karşımızda selam- durur” Cevat Abbas düşündü “Paşa bu adamın neyine hayran ya hu. Demediği söz kalmadı, paşayı pişman edecek. Bizde sanırdık ki Hak dostları pamuk gibi yumuşacık sözler söyler. Sözleri bizim kılıçlarımızdan daha keskin”. Cevat Abbas dönünce Mustafa Kemal Paşa’ya bir bir Arabacının sözlerini nakletti. Mustafa Kemal sessizce dinledi. “Kabalık ettik. Hiç arabacı İsmail ayağımıza çağrılır mı?”dedi. Oldum olası çevresindekiler onun tasavvuf ehline hürmetini anlayamaz anlam veremezlerdi. Yaverde öyle düşündü: “bir paşa bir arabacıya bu kadar hürmet etsin ve ondan çekinsin” diye. Mustafa Kemal işlerini bitirdikten sonra “yaver” dedi. “Beni Ulustaki Cihan Kahvehanesine bırakıver. Sonra dönersin”. Paşa Cihan Kahvehanesine girince arabacı İsmail’in etrafında toplanmış insanlar hararetle sohbetini dinliyorlardı. Mustafa Kemal hasırlı bir tabureyi altına çekti. Sessizce kenara ilişti. Sohbete ara verilince Arabacı ona döndü “Hoş geldin oğul, Hoş geldin paşam” dedi. Paşa içinde derin bir şükür dedi. Kızmış ama hoş görüyor halimizi diye. Halden anlamaz mı arabacı anlardı muhakkak; fakat anlatmak istediği bir şeyler vardı elbet. “Canlarım dedi. Eğer tasavvuf ehli siyasî işlere karışıyor siyasilerden yahut devlet ricalinden bir şeyler bekliyorsa o tekkenin de zaviyenin de kapısına kilit vur geç” dedi. “Devletimizi yok etmek isteyen düşmanlarımız Yemende, Anadolu’da, Balkanlarda tekkelerin içine sızmadı mı? Türk Milletine yıllarca hıristiyan propogandası işlemeyince ne yaptılar. Bu sefer bizi içten yıkmaya çalıştılar başarmadılar mı? Başardılar da. Türkistan coğrafyasından Arap diyarlarına, Anadolu’ya Balkanlara kadar. Din diye ne anlatılır ne yaşanır oldu? Pirimiz Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî’nin dolaştığı yerlerde hurafeler dolaşıyor. Ruslar vatanlarını işgal ederken onlar din adına neleri tartışıp bir birlerini; Türk Türkü, Müslüman müslümanı öldürdü. Şu anda son vatan parçamızda din adına iç isyanlar çıkarılmıyor mu? Türk Milletini din ile ihya, sahtesi ile imha edersin. Mutlaka tekkelerin ve zaviyelerin kapatılması içindeki hurafelerin, art niyetlilerin, İngiliz ve diğer istihbarat teşkilatlarının elemanlarının ayıklanması gerekir. O da mümkün mü?” Mustafa Kemal’e baktı. Paşa “mümkün babam” dedi. “Kapısına kilit vurursun biter iş”. “Sizler gibi; Seyit Hoca, Kuşadalı İbrahim Halveti gibi insanların tekkeye zaviyeye şana şöhrete ihtişama ihtiyacımı var? Sizlerin gönülleri Arş-ı Rahmandır” dedi. Arabacı “Mustafa’m sırları faş etme” dercesine bakar gibi oldu. Sonra Kıraathanenin çoğu derviş meşrepti, vazgeçti. Mustafa Kemâl “günü gelince onu da çözeriz” dedi. Mustafa Kemâl tasavvufî konulara hiç yabancı değildi. Lâkin seyru suluk ehli olduğunu en yakınlarından bile gizlerdi. Ancak hikmet ehli onu anlar ve çok severdi. Millî Mücadelede Alevilik, Bektaşilik, Mevlevilik gibi birçok tasavvuf meşrebinin insanları onun saflarına katılmış millî mücadeleyi manen zenginleştirmişlerdi. Horasan menşeli Türk tasavvuf algısı ile donanmış ehli tarik, alperenler misali cephede göğüs göğüse düşmanla çarpışıyordu. BMM’de vekil olanlar ise daima Mustafa Kemal Paşanın yanında onu destekliyorlardı. Muhalefet yapanlar bile Kurtuluş Savaşının manevi mimarları olan bu kişilerden çekinirlerdi. M. Kemâl Paşa da, Anadolu’ya geçer geçmez 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında yapılan “Sivas Kongresi” sonrasında 22-23 Aralık günleri Hacı Bektaş’ı ziyaret etmişti. Kayseri ve Mucur yolu ile 22 Aralık 1919 günü Hacı bektaş’a gelmiş Çelebilere ait evde ağırlanmış ve konuk edilmişti[15]. Hacı Bektaş Veli’den ve Hz. Ali (RA) üzerine nice kelam edildi. Dört kapı ve kırk makam üzerine sohbet kılındı.  M. Kemâl, bir Bektaşi ile Bektaşiliğin en ince ayrıntılarını konuşabilirdi. Aynı şekilde Mevlevilikle beraber bir çok yol ve erkanı iyi bilirdi. Selanik, Manastır ve İstanbul’daki hocalarından İslâm hakikatinin birçok yol ve yöntemini talim etmişti. Seyyid Hoca Balkanlarda bir hakikat çerağı (ateşi) yakmıştı. Bu çerağ zamanla Türk Ordusunun kurmayları, irfan ve mektep ehli ile Türk vatanının her tarafına yayılacaktı. Arabacı İsmail, paşa için irfan yolundaki son yoldaşı idi. Tekrar Cihan Kahvehanesinin havası Arabacının sesi ile değişiverdi: “Evlatlar, canlar” dedi. Evliya Çelebi[16] anlatır ki “Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevînin halifelerinden Şeyh Lokman ki Horasan erenlerindendir. Vâlid-i büzürgvârı(geleceği gören) Hacı Bektaşi Şeyh Lokmana tilâmizliğe verüp Hacı Bektaş anlardan ulûm-ı zahire ve bâtımayı tahsil eyledi.”

“.. devletleri müebbed ola deyü yetmiş aded kibâr-ı evliyaullah Horasanda Yesu şehrinde Türk-i Türkan Hoca Ahmed Yesevi hazretleri huzurunda hayr dua ve senalar edüp yedi yüz fukarasıyla Hacı Bektaş-ı Veliyi Devlet-i Âl-i Osman’a muin ü zahir ola deyü gönderüp…”

“Amma (Hacı Bektaş) irşadı Hoca Yeseviden görüp Rûm erenlerinden olmağla izin taleb edüp yedi yüz fukara ile Seyyid Muhammed-i Buhari-i Saltık ile Hacı Bektaş’ı Rûmda Osmancığa gönderüp Mevlânâ-yı Rûmi ve Hacı Bektaş-ı veli ve Şems-i Tebrizi ve Muhyiddin-i Arabi ve Karaca Ahmed Sultan ve gayrı yetmiş kibâr-ı evliyaullahların bin yirde haşrolup sohbet-i has edüp Orhan Gazi asrında Hacı Bektaş-ı Veli iştihar bulup yeniden çeri yani yeni-çeri peyda edüp Rûm diyarların Orhan ile maan feth edüp yedi yüz fukarâlarının cümlesin feth olunan şehirlerde sâhib-i seccade edüp Muhammed Buhari Sarı Saltık Bayı Kafiristana gönderüp Dobruca ve Eflak ve Boğdan ve Leh ve Moskovda çok gazalar edüp “Saltık” namıyla iştihar verdi. Anınçün hâlâ Rûmda yedi yüz âsitâne-i Bektaşiyân(Bektaşi Tekkesi) vardır. Badehu Hacı Bektaş-ı Veli sene (—) tarihinde yine Orhan hilafetinde mehûm olup Orhan, cenâze-i Sultana hazır olup Kırşehri’nde defn etdiler.”[17]Sözlerini tamamladıktan sonra yanındaki altmışlık derviş İlhan’a oku evlat dedi: “Şeyyad Hamza[18]’dan bir ilahî”. Derviş İlhan 18 yaşındaki bir delikanlının sesiyle okumaya başladı:

“İy hâce sen bellüsin/ İş bu cihân içinde/ Niçe diri kalasın/ Bu az zamân içinde./
Kimi yiğit kimi pir/ Ulu hâce, cihangir/ Mağbûn olup yaturlar/ Ağır ziyân içinde./
Kanı harîr yiyenler/ Sultânuz biz diyenler/ Yayan yürimeyenler/ Çayır çemen içinde./
İy hâce söz senündür/ Aç gözün hâlün gör/ Düriş, kazan, ye, yedür/ Yer eyle cân içinde./
Şeyyâd Hamza ayıt/ Gözin yaşunı tap tut/ Sabreyle gül açılur/Her dem diken içinde./[19]

Öbür taraftan bir diğer derviş Yunus Emre’nin şu şiirini terennüm eyledi:

“ Teferrüc eyleyi vardım(gezdim)/ Sabahın sinleri(ölüler, mezarlar) gördüm/ Karışmış kara toprağa/Şu nazik tenleri gördüm./

Çürümüş toprak içre ten/ Sin içinde yatar pinhan/ Boşanmış damar, akmış kan/ Batmış kefenleri gördüm. Yıkılmış sinleri dolmuş/ Hep evleri harâb olmuş/ Kamu endişeden kalmış/ Ne düşvar halleri gördüm. Yaylalar yaylamaz olmuş/ Kışlalar kışlamaz olmuş/ Bar tutmuş söylemez olmuş/Ağızda dilleri gördüm. Kimisi zevk-u işrette/ Kimi saz-u beşârette/ Kimi belâ vü mihnette/ Dün olmuş günleri gördüm. Soğumuş şu kara gözler/ Belirsiz olmuş ay yüzler/ Kara toprağın altında/ Gül derer elleri gördüm. Kimisi boynunu eğmiş/ Tenini toprağa salmış/ Anasına küsüp gitmiş/ Boynun buranları gördüm. Kimi zârı kılıp ağlar/ Zebâniler canın dağlar/ Tutuşmuş sinleri oda/ Çıkan dumanları gördüm. Yunus bunu kanda gördü/ Gelip bize haber verdi/ Aklım vardı bilim şaştı/ Netekim bunları gördüm”

O gün Cihan Kahvehanesine cihanının dilinden düşürmeyeceği Mustafa Kemal ilk defa konuk olmuştu. Arabacı İsmail’in elini öpüp duasını alarak ayrıldığında şehitlerle, gazilerle Türklüğün ve İslâm’ın yıldızının tekrar yükseleceğini; vatanına saldıranların, zalimlerin, gafillerin ise kahrolacağını bir kez daha anlamıştı.

KAYNAKLAR

[1] İstanbul Damat Ferit Paşa Hükümeti Şeyhülislamı. Dürrizâde Abdullah, ilk fetvasını da 11 Nisan 1920’de yayımladı. Kuva-yı Millîye, Şeyhülislâm’ın kaleminde Kuvayı Bağıye ( eşkiya kuvvetleri) olarak tanımlanıyordu. İstanbul’da basılan gazetelerde de bu fetvalar yayınlandı. Anadolu’nun her tarafına çeşitli vasıtalarla (postayla, Anadolu’ya geçen kimseler aracılığıyla vs.) İngiliz ve Yunan uçaklarıyla dağıtıldı. İngiliz konsolosları, İngiliz torpidoları, Rum ve Ermeni teşkilatları ile Yunan Ordusu da Fetvâ’nın dağıtımında görev aldı.

[2] İstanbul Hükümeti hakkında idam kararı verir.

[3] Fetvanın metni Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 23. 27.30.Nisan. 1920 sayılarında yayımlandı ayrı basım yapıldı.

[4] Cemal Kutay, İstiklâl Savaşının Maneviyat Ordusu, Cemal kuay kitaplığı, Birinci Cilt, İstanbul, 1977, s.201-203.

[5] Türkmen Töreli, İstiklal Harbinde İç İsyanlar, Kripto Yayınları, Ankara, 2012,s. 31.

[6]Türkmen Töreli, a. g. e. ,s. 44., Sabahattin Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), 2. cilt, İstanbul 1982, s.952.

[7] Cemal Kutay, a.g.e., s. 93.

[8] Vefatına kadar 12 kez Konya’ya gitmiştir. Toplam 33 gün kalmıştır.

[9] İlerde Delibaş isyanında şehit edilecektir. Haber Ankara’ya ulaştığında Mustafa Kemâl Paşa ve BMM üyeleri son derece üzüntüye gark olacaktır.

[10] Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, İş Bankası Yayınları, Ankara, 1998, s. 316-317.

[11] Libya ve Cezayir’de yaygın Sunisî Tarikatının lideri.

[12] Ahmet Avanos, Millî mücadele’de Konya, (basılmamış Doktora Tezi),Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1989, s.37.

[13] Nuri Köstüklü, Vatan savunmasında Mevlevîhaneler, Atatürk araştırma Merkezi, Ankara, 2010,s. 170.

[14] Nuri Köstüklü, a. g.e.,s. 169-170.

[15] Mehmet Önder, a. g.e.,s.308.

[16] XVII. yüzyılda kaleme aldığı Seyahatname’si yaklaşık dört asırdır insanlık ve Türk tarihine ışık tutmaktadır.

[17] Hayati Bice, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, h yayınları, İstanbul, 2016, s. 177.

[18] Akşehir ve Sivrihisar’da yaşadığı sanılan Şeyyâd Hamza 13. asır sûfî şairlerindendir. Önce bir şeyyâd (duvarcı ustası) iken Ahî zümrelerine intisabı sebebiyle tarikat çevrelerine girmiş, bu arada halk için şiirler söylemiştir. Bugün Akşehir’de Nasreddin Hoca Mezarlığı’nda Aslı Hatun Binti Şeyyâd Hamza adına dikili bir mezar taşındaki kitabeden hareketle O’nun Aslı Hatun adlı bir kızının olduğunu söyleyebiliriz. Şeyyâd Hamza, hece ile de aruzla da şiirler söyleyebilen, İslâm kültürünü kavramış gezginci bir mutasavvıftır.

[19] Türk Kültürü ve hacı Bektaşi Veli, TKVHBVVY, Ankara, 1988, s. 33.

Yazar
Hilmi ÖZDEN

Prof.Dr. Hilmi Özden, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Aynı üniversite Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Kurucu Müdürü de olan Özden, Türk kültürü ve medeniyet çalışma... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen