Anlamak Yâhut Hakk’ı Bilmek

Çevreden, kurumlardan gelen telkin ve şartlandırmalarla benimsenenler, “anlama” olmaktan ziyade, boyun eğişlere daha yakın.

Anlama, sadece anlayan özne bağlamında gerçekleşen ve daima biricik olmak durumunda bir iç uyanışı. Hattâ anlama ve onun diğer yüzü olan öğrenme esnasında bir “kendini verme” hâli yaşandığından, bu durumu bir tür ölüm tecrübesi bile sayabiliriz.

Ölüm zevki!

Tabii, “ben ben ben…” derken veyâ zevâhire dalıp gitmişken anlama vukû bulmaz. Anlama esnâsında etraf da benlik de silinmek zorunda…

Bu hâle diğer tarafından bakarak, doğuma benzetsek ne olur?

Anlama öncesindeki kişiliğiniz, anlama sonrasında başka bir muhtevâya dönmüştür çünkü…

Yâni…

Anlamadan kulluk da olmaz.

Anlama esnasında ise tam bir kendini verme hali yoksa sahici bir anlama gerçekleşmeyeceğine göre, anlarken bu üç değer aynı anda tahakkuk ediyor:

Anlama, kurban ve ibâdet…

Her biri üzerine sayfalarca yazmaya değer kavramlar… Şehadet de, teslimiyet de, iman da, ahlak da… bu yuvadan çıkan değerler…

Ancak çok defâ insanoğlunun derdi “anlamak”tan evvel “tasarruf” oluyor. Yâni nefs adına hükmetmek!

İktidar verilmiş, firavunlaşmış nefsin tasfiye ve tezkiyesi ne mümkün!

Muhakkak ki, tasarruf derdinde iken, derûnumuzdaki asıl “Mutasarrıf” yüz göstermiyor!.. Asıl “Hâkim”e rağmen, O’nun kudretini kullanan evhamlarla malül vehmî kişilik öndeyken, o asıl kudreti görme şansımız yok!

Yok da… Nefsaniyeti önde tutsak bile, iktidarın meşrûiyeti Hakk’a riâyet şartına tâbî ya!

O sebeple Hakk’la batılı karıştırıp Hakk dâvâsı güdülmesi, insanlık kadar eski bir te’vil türü.

Bunu da unutmayalım.

Bâtılı Hakk ile süslemek, yanlışı haklı bir dil ile söylemek bir tür mecbûriyet.

Münâfıklık ve riyâ da haklı bir dil kullanmakla mâruf…

Bir de görünür meziyet ve üstün nitelikleri olan kimseler; güzel kadınlar, zeki insanlar, sanatı olanlar, çocukluk ve gençliğinde daima el üstünde tutulup “hak etme” kavramını tanımamış şımarık insanlar Hakk’a teveccühte “engelli” hükmünde oluyorlar. Dikkatleri kendi cüziyyetlerine kilitli olunca Küllî Cemal’e, Akıl’a, San’at’a, Aşk-ı İlahi’ye… kör ve sağır oluyorlar…

Güzelliğine itibar beklerken “anlama mâcerâsını es geçmiş”, zekâsının anlık parıltıları sebebiyle “derinleşme ihtiyacı” duymamış, sanatının câzibesine yapılan iltifatları kendine sanıp özden bir “yaratma tecrübesi”ne eğilmeden ömür tüketmiş, şımarıklıkla geçen hayatın bir zarûret demine çatınca şaşakalmış, dahası hayal kırıklıklarının tahrikiyle zulme batmış kimseler…

İktidar mahkumları! J

Asıl trajedi işte budur!

Ey yüce Mevlâmız!

Bize:

“Yâ Rab, Hakk’ı Hak bilip Hakk’a ittibâ, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinâb etmeyi nasib eyle.”

diyen Hadîs-i Şerîf’i hatırlamayı ve nefsimize göre değil; Hakk’a göre anlamayı lûtfet…

Her fırsatta nefret ve öfkemize mağlub oluyoruz!…

Her imkânı bencilliğimiz adına tasarruf ettirtme.

Her darbeyi gayrılardan bildirip Tevhid’i paramparça ettirme…

Senin Tevhid’in gerçekte metindir. Parçalanan bizdeki iman ve zihin sağlığı!..

Her olanı senden bilmek yerine, bizi vehimlerimizden kurduğumuz gayrılar âleminde evhamlarımıza mağlub olmaktan affet…

Milletimizin her ferdine mü’min ferâseti ihsan eyle…

Bizi şeytâniyete düşmekten muhâfaza eyle…

Asıl kaybımızın, anlama sapmalarıyla kesrette uğuna kalmamız olacağını unutturma… Şeytâniyetin pusuda felâketlerimizi azmanlaştırmayı beklediğini, telkinlerini suret-i Hakk diliyle yaptığını anlamamıza yardım et…

Günlerimizi gecelerimizi hayr eyle…

Yazar
Sait BAŞER

Aralık 1957 tarihinde Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğren... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen