Geçen haftaki yazımızda anne-babamız hayatta iken yapmamız gereken vazifelerimizden söz etmiştik. Bu haftaki konumuz:
Ebeveyn Vefat Ettikten Sonra Yapmamız Gerekenler
Ebeveyne karşı olan vazifelerin başlıcaları, anne baba sağ iken, hayatta iken yapılacak şeylerdir bunlar. Peki, ebeveyn öldükten sonra yapılabilecek bir şey var mı? “Evet” diyor, (s.a.v) Efendimiz.
Akrabâlarını ziyârete devâm etmek, sıla-i rahmi kesmemek birincisi… İkincisi de, aynen sağlıklarında onlar için nasıl duâ ediyorsa, öldükten sonra da bağışlanmaları için duâya devâm etmek… Hayır, hasenat yapıp, hâsıl olan ecri anneye, babaya bağışlamak…
Şöyle bir esas var: Allah’tan (c.c.) başka kimsenin görmediği bir şekilde gece yapılan ibâdet çok makbuldür, riyâ endişesi yoktur. Bu güzel zamanlarda iki rek’at Allah (c.c.) rızası için namaz kılıp, hâsıl olan ecri, sevâbı annesine babasına bağışlamalı.
Tabi evvelâ her şeyde âdâb olduğu gibi burada bir âdâb söz konusudur. Kılınan gece namazının sevâbını önce Peygamber Efendimiz’e bağışlıyoruz.
-Peki, (s.a.v) Efendimiz’in bizim kıldığımız namazın ecrini ona bağışlamamıza ihtiyâcı mı var?
Hayır, yoktur.
-Allâh-u Teâlâ’nın bizim kıldığımız namaza niyâza, yaptığımız hayr-u hasenâta ihtiyâcı mı var?
Hayır, yok; bizim ihtiyâcımız var. O ibâdetlerin ecri bize lâzım olduğu için emrolunmuş, nâmütenâhi nîmetlerine şükür etmemiz, kulluk borcumuzdur.
Mescid-i saadette geçen bir sohbette ashab sordular:
“Ey Allâh’ın Rasûlü, siz ümmetinizi mahşerde nasıl tanıyacaksınız?”
(s.a.v) Efendimiz: “Abdest âzâları birer nur hâlesi olarak parlayacak ve ümmetimi abdest âzâlarından tanıyacağım. O halde ey insanlar, ey mü’minler abdest âzâlarını yıkarken dikkatlice yıkayınız ve biraz geçiriniz!” buyurdular.
Meselâ, âyet-i kerîmede dirseklere kadar kolları, topuklara kadar ayakları yıkayın diyor. Topuğu biraz geçirmek, dirseği biraz geçirmek… Bu tâ omuzlara kadar ulaştırmak değildir; öyle bir şey mekruhtur. Şöyle biraz geçirivermekte mutlaka fayda vardır. (s.a.v) Efendimiz’in tanımasına vesîle olacaktır.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz, getirilen salât u selâmlardan haberdar oluyor. Şimdi dikkat ederseniz, bâzı kısır akıllılar, nâkıs mantıklarıyla hareket edenler, yüzeysel düşünenler, mes’elenin iç yüzünü, tasavvufî boyutu anlayamazlar ve “Canım olur mu öyle şey?” diye îtiraz ederler.
Üçüncüsü, anne-baba dostlarını ziyâret etmek. Onları terk etmemek, eğer ihtiyaçları varsa ihtiyaçlarını karşılayıvermek. Onlarla alâkayı kesenin nûrunun söneceği ifâde ediliyor. Şimdi isterseniz kısaca âyetlere bakalım.
İsrâ Sûresi 23. ve 24. âyetlerine bakalım: “Rabbin buyurmuştur ki, kendisinden başkasına ibâdet etmeyesin. Ana-babaya iyi davranasın, eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında iken yaşlılığa erecek olurlarsa (yâni ihtiyarlık zamanında senin yanında kalırlarsa), onlara karşı of dahi deme, onları azarlama. Ve her ikisine de efendice sözler söyle.”
İslâm nezâfet ve nezâket dînidir, tertemiz bir dindir. A’dan Z’ye bütün hayâtı kapsayan, hayâtın her safhasını kapsayan beşikten mezara kadar kapsayan bir dindir. “Âile hayâtı bambaşka…” denildiğini sık sık duyarız. Tabi bambaşka olacak! Âilede nezâfet ve nezaket daha yoğun olacak, daha fevkâlâde olacak ki (küp içindekini sızdırır) bu güzellik dışarı taşabilsin.
24. Ayetin meâli ise şöyle: “Merhametten onlara tevâzu, kanatlarını ger. Onlara o kadar mütevâzi davran ve de ki: Rabbim, o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi, sen de onlara merhamet et. Onlar bana nasıl merhamet ettilerse, sen de onlara öyle merhamet et yâ Rabbi!” İşte duâ!..
Lokman Sûresi’nin 14. âyeti kerîmesinde Allâh-u Zül-Celâl Hazretleri: “Bana ve anne babanıza şükrediniz” buyuruyor. Kendisine şükür niçindir? Yoktan var ettiği, İslâm ile şerefyâb eylediği içindir, sayısız nîmetler ihsan ettiği içindir. Âyetin devâmında, “Dönüş banadır” buyruluyor.
Anne babaya şükür niçindir, neden teşekkür edilir? Çünkü sebeb-i hayâtımızdır. Eğer anne baba sizin yanınızda yaşlanırsa, onlara of bile demeyiniz; zîrâ anne ve baba evlâtların yanında ikâmete mecbur ise, bu onlara bir hayli zor gelecektir. Çünkü sevgi, ilgi ve muhabbet aşağı doğru akmaktadır.
Şöyle deniliyor. “Süt nasıl aşağı akarsa, muhabbet de dâimâ aşağı doğru akmaktadır.” Dikkat edilirse âyet-i kerîmede, “Evlâtlarınıza şöyle, şöyle yapınız!” buyrulmuyor; onlara merhamet bizâtihî vardır. Anne ve baba evlâtlarına karşı, aşağı doğru giden nesle karşı, son derece merhametli ve şefkatlidir. Canını malını, vârını yoğunu, her şeyini evlâtlarına sarf etmeye hazırdır.
Eğer evlâdın İslâm’dan nasîbi yoksa, bu edep ile yetişmemişse, anne babanın varlığı dahi evlâdı sıkacaktır. Oysa onlara of bile dememeli… Onlara o kadar yumuşak davranmalı, öyle güler yüzlü olmalı, öyle tatlı dille muâmele edilmeli ki, en ufak bir şeyde sizden incinmesinler, gönülleri kırılmasın. Zâten yaşlanmışlar, elden ayaktan düşmüşler, gözden gönülden de düşmesinler, böyle bir hisse kapılmasınlar.
Mehmed Zâhid Bursevî (rh.a) Hocamız külliyâtında şöyle buyuruyorlar: “Eğer imkân varsa, anneler babalar evlâtlarınıza ayrı ev açınız.” Neden bu? “24 saat berâber yaşayan insanlarda, hayâtın şartlarından dolayı şu veya bu şekilde bâzı kırgınlıklar olabilir. Anne baba evlâdından zerre kadar kırılmasın, çünkü evlâdın hâli haraptır” diyor. Annenin babanın incinmemesi için. Yoksa, “Siz aliyyül âlâ yaşayın; anneyi babayı bir kenara atın!” demek değildir bu. Annenin babanın kırılmaması, incinmemesi, evlâdından şikâyetçi olmaması için, eğer imkân varsa evlâtlarınızı ayrı evlerde oturtunuz diyor.
Ancak, evlât ben ayrı evde oturuyorum diye, anne babaya sırtını kesinlikle dönmemek durumundadır. Onları devâmlı ziyâret etmek, kendi ihtiyaçlarından evvel onların ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır. Bu da şartları zorlayarak değil tabi, her şeyde vasatı bulmak en güzeldir.
Abdullah İbn-i Amr (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:
“Allâh’ın rızâsını kazanmak anne babanın rızâsını kazanmakla olur. Allâh’ın gadaba gelmesi ise ana-babanın gadabına bağlıdır, öfkesine bağlıdır. Yâni onları üzmek, onları kızdırmak Allâh’ı gadaplandırır, öfkelendirir.” (Tergîb ve Terhîb, c. 5, s. 127)
Onların memnûniyeti ise Allâh-u Zü’l-Celâl Hazretleri’ni memnun eder, râzı eder. Buhârî ve Müslim’de yer alan bir başka hadiste, Ebû Hureyre (r.a.) rivâyet ediyor:
“Sahâbeden birisi Efendimiz’e gelip sordu: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, benim hüsnü muhabbetime, güzel muâşeretime, yardımıma en lâyık olan kimdir? İnsanlar içinde en çok kim lâyıktır?
(s.a.v) Efendimiz ‘Annendir’ dedi. Adam tekrar sordu: ‘Sonra kimdir ey Allâh’ın Rasûlü?’ ‘Yine annen.’ Adam üçüncü defa aynı soruyu sordu. (s.a.v) Efendimiz ‘Annendir,’ diye cevap verdi. Dördüncüde ise ‘Babandır’ buyurdu.” (Tergîb ve Terhîb, c. 5, s. 126)